3463- SÜNNET سنّة : Kanun, yol, âdet. *Siret-i hasen. *Ist: Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ın sözü, emri, hal ve takriri, Müslümanların ittibaında ve dinlemesinde maddi ve manevi pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet’e Farz-ı Nebevî de denir. (Bak: Âdab, Bid’at, Tatavvu)

3464- “Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef’ali, ahvalidir. Bu üç kısım dahi üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir. Farz ve vacib kısmında ittibaa mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir. Nevafil kısmında, emr-i istihbabî ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm sevablar var; ve tağyir ve tebdili, bid’a ve dalalettir ve büyük hatadır. âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir. Çünkü herbir hareket-i âdiyesinde, çok menfaat-ı hayatiye bulunduğu gibi, mutabaat etmekle o âdab ve âdetler, ibadet hükmüne geçer. Evet madem dost ve düşmanın ittifakıyla Zat-ı Ahmediye (A.S.M.) mehasin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve madem binler mu’cizatın delaletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemalâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’an-ı Hakîm’in hakaikının tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibaiyle milyonlar ehl-i kemal, meratib-i kemalâtta terakki edip saadet-i dareyne vasıl olmuşlardır. Elbette o zatın sünneti, harekâtı, iktida edilecek en güzel nümunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki: Bu ittiba-ı sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittiba etmiyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir.” (L. 59)

Bir atıf notu:

- Bilfiil işlenemeyen umur-u hayriyeye binniyet sahib olmak gerektir, bak: 2554. p.

3465- “Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman etmiş:مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ1 مِاَةِ شَهِيدٍ Yani: “Fesad-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.” Evet Sünnet-i Seniyyeye ittiba, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid’aların istilası zamanında Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmek, daha ziyade kıymettardır. Hususan fesad-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdabına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya sünnete ittiba etmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ı hatıra getiriyor. O ihtardan o hatıra, bir huzur-u İlahî hatırasına inkılab eder. Hatta en küçük bir muamelede, hatta yemek, içmek ve yatmak âdabında Sünnet-i Seniyyeyi müraat ettiği dakikada, o adi muamele ve o fıtrî amel, sevablı bir ibadet ve şer’î bir hareket oluyor.  Çünki o adi hareketiyle Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a ittibaını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan Şari-i Hakiki olan Cenab-ı Hakk’a kalbi müteveccih olur. Bir nevi huzur ve ibadet kazanır.

İşte bu sırra binaen Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendine âdet eden âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.” (L.49)

3466- “Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittiba et. Çünki bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiği vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ: Birşeyi satın aldın. İcab ve kabul-ü şer’iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o adi alışverişin bir ibadet hükmünü alır.2 O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahy verir.

O dahi Şarii düşünmekle bir teveccüh-ü İlahî verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle bu fani ömür, baki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.

­فَآمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

(7:158) fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden Esma-i Hüsnanın herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı cami’ olmağa çalış.”  (S.362)

3467- Evet (3:31) “قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ âyet-i azîmesi, ittiba-ı Sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat’i bir surette ilan ediyor. Evet şu âyet-i kerime, kıyasat-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnaî kısmının en kuvvetli ve kat’i bir kıyasıdır. Şöyle ki: Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnaî misali olarak deniliyor: “Eğer Güneş çıksa, gündüz olacak.” Müsbet netice için denilir: “Güneş çıktı, öyle ise netice veriyor ki; şimdi gündüzdür.” Menfi netice için deniliyor: “Gündüz yok, öyle ise netice veriyor ki: Güneş çıkmamış.” Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice kat’idirler. Aynen böyle de: Şu âyet-i kerime der ki: “Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullah’a ittiba edilecek. İttiba edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki; Habibullah’ın Sünnet-i Seniyyesine ittibaı intac eder.”

Evet Cenab-ı Hakk’a iman eden, elbette O’na itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâ-şüphe Habibullah’ın gösterdiği ve takib ettiği yoldur. Evet bu kâinatı bu derece in’amat ile dolduran Zat-ı Kerim-i Zülcemal, zişuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zaruri ve bedihidir. Hem bu kâinatı bu kadar mu’cizat-ı san’atla tezyin eden o Zat-ı Hakîm-i Zülcelal, elbette bilbedahe zişuurlar içinde en mümtaz birisini kendine muhatab ve tercüman ve ibadına mübelliğ ve imam yapacaktır. Hem bu kâinatı had ve hesaba gelmez tecelliyat-ı cemal ve kemalâtına mazhar eden o Zat-ı Cemil-i Zülkemal, elbette bilbedahe sevdiği ve izharını istediği cemal ve kemal ve esma ve san’atının en cami’ ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zata, her halde en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine nümune-i imtisal edip herkesi onun ittibaına sevkedecek; ta ki, o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.

Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibaını istilzam edip intac ediyor. Ne mutlu o kimseye ki: Sünnet-i Seniyyeye ittibaından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip, bid’alara giriyor.” (L.52) (Bak: 2552, 2556. p.lar)

3468- “Zat-ı Ahmediye’ye (A.S.M.) harekât ve ef’alde benzemek, iki cihetledir:

Birisi: Cenab-ı Hakk’ı sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyatı dairesinde hareket etmek, o ittibaı iktiza ediyor. Çünki bu işde en mükemmel  imam, Zat-ı Muhammediye’dir. (A.S.M.)

İkincisi: Madem Zat-ı Ahmediye (A.S.M.) insanlara olan hadsiz ihsanat-ı İlahiyenin en mühim bir vesilesidir. Elbette Cenab-ı Hak hesabına hadsiz bir muhabbete lâyıktır. İnsan, sevdiği zata eğer benzemek kabil ise, fıtraten benzemek ister. İşte Habibullah’ı sevenlerin, sünnet-i seniyyesine ittiba ile ona benzemeye çalışmaları, kat’iyyen iktiza eder.” (L.58)

3469- “Evet rivayet-i sahiha ile, mahşerin dehşetinden herkes, hatta Enbiya dahi “nefsî nefsî” dedikleri zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm “ümmetî ümmetî” diye re’fet ve şefkatını göstereceği gibi; yeni dünyaya geldiği zaman ehl-i keşfin tasdikiyle validesi onun münacatından “ümmetî ümmetî” işitmiş. Hem bütün tarih-i hayatı ve neşrettiği şefkatkârane mekârim-i ahlâk, kemal-i şefkat ve re’fetini gösterdiği gibi; ümmetinin hadsiz salavatına hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle kemal-i şefkatinden alâkadar olduğunu göstermekle, hadsiz bir şefkatini göstermiş. İşte bu derece şefkatli ve merhametli bir rehberin sünnet-i seniyyesine müraat etmemek ne derece nankörlük ve vicdansızlık olduğunu kıyas eyle.”  (L.19)

3470- “İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî (R.A.) demiş ki: “Ben seyr-i ruhanîde kat’-ı meratib ederken, tabakat-ı evliya içinde en parlak, en haşmetli, en letafetli, en emniyetli; Sünnet-i Seniyyeye ittibaı esas-ı tarikat ittihaz edenleri gördüm. Hatta o tabakanın ami evliyaları, sair tabakatın has velilerinden daha muhteşem görünüyordu.”

Evet Müceddid-i Elf-i Sani İmam-ı Rabbanî (R.A.) hak söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan, Habibullah’ın zılli altında makam-ı mahbubiyete mazhardır.” (L.50)

3471- “Arkadaş” Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-i Ekrem (A.S.M.)’ın sünnetleri birer yıldız, birer lamba vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şer’î, zulmetli dalalet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda, insan zerre miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara mel’ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiye olacaktır.

Ve keza o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nail olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatinde bulunan Fir’avun gibi bir fir’avun olur..” (M.N. 77)  (Bak: Hablullah)

3472- Kur’an, Sünnet-i Seniyyeye uyulmasını müteaddid âyetlerde emreder. Ezcümle: (4:80)  (5:92)  (24:54)  (47:33) âyetleri birer örnektir. Ehadiste de hayli yer verilen aynı mevzu için ibn-i Mace, Mukaddimenin l. babında tafsilat verilmiştir.

Bir atıf notu:

-Sünnet manasında “on şey fıtrattandır” rivayeti, bak: 971. p.

1 H.G.  hadis: 374

2 İcab: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'î ıstılahta buna "icab ve kabul" denir.  (O.A.L.)

İcab ve kabul hakkında daha geniş bilgi almak isteyenler, H.E. cild:5 sh: 15'deki "Bey'in Rükünleri" bahsine müracaat edebilirler.

Yukarı Çık