261- ARŞ عرش : Bağ çardağı. Gölgelik. *Kürsü, taht, yüce makam. *Fevkiyyet, ulviyyet. *En yüksek gök. Allah’ın kudret ve saltanatının tecelli yeri. Arş kâinatı kaplar. Allah’ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar. Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlahî, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflak, Felek-i Atlas, Felek-i Azam gibi isimlerle, Cenab-ı Hakk’ın izzet ve saltanatından kinaye olarak söylenir. (O.A.L.) (Bak: Hamele-i Arş)
«Arş, sakf demektir ki bir binanın veya yerin muhit-i ulvisini teşkil eder. Bir eve nisbetle tavanı, tavanına nisbetle üstündeki çatısı, kubbesi, tepesindeki köşkü, tahtaboşu, cihannüması hep arş medlülünde dahildir. Buna müteferri’ olarak çadır ve çardak gibi yükselen ve gölge veren her şeye de ıtlak olunur.» (E.T.2176)
«Arş, lisan-ı şer’ide mecmu-u âlemi ihata eden ve tahdid ve takdiri ukul-ü beşeriyeden hariç ve hakikatı ilm-i İlahîye mufavvaz bulunan bir muhit-i a’lâ olmak üzere şayi’ olmuştur ki; Semavat, Cennet, Sidre, Kürsî hep bunun tahtında tasavvur edilir. Bu bir müntehadır ki, âlem tasavvuru burada biter. Fakat Vücud-u Hak bitmez ve Sidre-i Münteha geçilmeden Hak Teala’nın müşahede-i cemâline erilmez. Nitekim Resulullah miracda Sidre-i Münteha’yı geçmişti.» (E.T.2177)
«Arş, bir cism-i küll olsun fakat cihet ve cismaniyyetin hepsi buna müntehî olduğundan bunun fevkinde cisim, mekân, cihet tasavvuru tenakuz olur. Burada “Sidret-ül Münteha” mefhumunu iyi düşünmek lâzım gelir... » (E.T.2178)
262- Arş mevzuu, pek ince ve derindir. Bir derece anlaşılması, ehemmiyetli bir ilm ü irfan seviyesini iktiza eder. Aşağıdaki parçalar, Arş ile alâkalı olup mevzuumuza bir cihette ışık tutmaktadır:
«Arş: Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan İsm-i Zâhir itibarı ile arş, mülk; kevn, melekût olur. İsm-i Bâtın itibarı ile arş, melekût; kevn, mülk olur.
Demek arşa ism-i Zâhir nazarı ile bakılırsa; kendisi zarf, kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözü ile bakılırsa; kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve keza İsm-i Evvel itibarı ile (11:7)وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ âyetinin işaret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ism-i Âhir itibarı ile سَقْفُ الْجَنَّةِ عَرْشُ الرَّحْمنِ1 hadis-i şerifinin ima ettiği kevnin nihayetini içine alıyor. Demek Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisseler ile kevn ve vücudun sağını, solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur.» (M.N.106)
Kur’anda «(11:7) وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ âyeti, madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenab-ı Hakk’ın Arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş; esir mad-desi yaratıldıktan sonra, Sâniin ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur.» (İ.İ.188)
263- «En küçük tabakat-ı mahlukattan olan zerrattan tâ semavata ve semavatın birinci tabakasından, tâ arş-ı âzama kadar birbiri üstünde teşkilat var. Her bir sema, bir ayrı âlemin damı ve Rububiyyet için bir arş ve tasarrufat-ı İlahiyye için bir merkez hükmündedir.» (S.564)
Keza «Cennet’in sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları halde, umumun damı Arş-ı Azam’dır. Nasılki mahrutî bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir.. fakat birbirinin güneş görmelerine mâni olmaz, birbirinden geçebilir, bir-birine bakar. Öyle de: Cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, Ehadisin mütenevvi rivayatı işaret ediyor.» (S.500)
264- İsm-i Azam’ın mazharı olan Arş-ı Azam’a uruc yolu yetmiş bin perdeden geçer. Evet «emr-i kün feyeküne mâlik; güneşler ve yıldızlar, emirber nefer hükmünde olan Zat-ı Zülcelal, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey O’ndan nihayetsiz uzaktır. O’nun huzur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nuranî, yani maddî ve ekvanî ve esmaî ve sıfatî yetmiş binler hicabdan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecat-ı tecellisinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfatında mürur edip tâ ism-i azamına mazhar olan Arş-ı Azam’ına uruc etmek; eğer cezb ve lütuf olmazsa, binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir.» (S.198)
«Her zikalb ve kâmil veli seyr ü sülûk ile, Arş’tan ve daire-i esma ve sıfattan kırk günde geçebilir. Hatta Şeyh-i Geylanî, İmam-ı Rabbanî gibi bazı zatların ihbarat-ı sadıkaları ile; bir dakikada Arş’a kadar uruc-u ruhanileri oluyor. Hem ecsam-ı nurani olan melaikelerin Arş’tan ferşe, ferşten Arş’a kısa bir zamanda gitmeleri ve gelmeleri vardır.» (S.572)
Hem «Esma-i İlahiyenin herbirisinin bir güneş gibi kalbden Arş’a kadar cilveleri var. Kalb de bir arştır. Fakat “Ben de Arş gibiyim” diyemez.» (L.132) (Arş’a ait âyetler için 1164.p.a bakınız)
1S.B.M. ci:8 hadis:1179 ve Künuz-ul Hakaik sh:78