330- AZRAİL عَزْرَاىِيلْ : Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de “Melek-ül Mevt: Ölüm Meleği”dir.

İslâm Ansiklopedisi (Azrail) maddesindeki izahında, Azrail ismi Kur’anda geçmediğini ve hadislerde geçtiğine dair kat’iyyet olmadığını, ancak Kur’anda “Melek-ül Mevt” ifadesi bulunduğunu (32:11) kaydeder. Kamus-u Türkî’de, Azrail kelimesinin İbraniceden geldiğini yazar. (Bak: 2331-2333.p.lar)

331- Musa (A.S.) Azrail’in (A.S.) gözüne tokat vurmuş meâlindeki hadisin1 hakikatına dair sorulan bir suale cevab olarak şu izahat veriliyor:

«Melâike, insan gibi bir surete inhisar etmez; müşahhas iken, bir küllî hükmündedir. Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, kabz-ı ervaha müekkel olan melâikelerin nâzırıdır.

“Her ölünün ruhunu, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm mı bizzat kabzediyor? Yoksak aveneleri mi kabzediyorlar?”

Bu hususta üç meslek var:

Birinci meslek: Azrail Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mâni’ olmaz; çünki nuranîdir. Nuranî bir şey, hadsiz âyineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül eder. Nuranînin temessülatı, o nuranî zâtın hassasına mâliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin âyinelerdeki misalleri, Güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi; melâike gibi ruhanîlerin dahi, âlem-i misalin ayrı ayrı âyinelerinde misalleri; onların aynılarıdır, hassalarını gösterirler, fakat ayinelerin kabiliyetine göre temessül ediyorlar. Nasıl ki Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve Arş-ı A’zam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanadlarıyla secde ediyordu. Heryerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bu-lunuyormuş. İşte şu mesleğe göre; kabz-ı ruh vaktinde, insanın ayinesine temessül eden Melek-ül Mevt’in insanî ve cüz’î bir misali, Hazret-i Musa Aleyhisselâm gibi bir ulü’lazm ve celalli ve hiddetli bir zatın tokadına mâruz olmak ve o misalî Melek-ül Mevt’in libası hükmündeki suret-i misaliyesindeki gözünü çıkarmak; ne muhaldir, ne fevkalâdedir, ne de gayr-ı makuldür.

332- İkinci meslek odur ki: Hazret-i Cebrail, Mikâil, Azrail gibi melâike-i izam, birer nâzır-ı umumî hükmünde, kendi nevilerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda aveneleri vardır. Ve o muavinler, enva-ı mahlukata göre ayrı ayrıdırlar. Sulehanın2 ervahını kabzeden başkadır; ehl-i şekavetin ervahını kabzeden yine başkadır.

Nasılki: (79:9) وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا ( 79:1 ) âyeti işaret ediyor ki: “Kabz-ı ervah eden, taife taifedir. Bu mesleğe göre; Hazret-i Musa Aleyhisselâm Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’a değil, belki Azrail’in bir avenesinin misalî cesedine, fıtrî celaletine ve hulkî celadetine ve Cenab-ı Hakk’ın yanında nazdar olmasına binaen, ona bir tokat aşketmek gayet makuldür.3

333- Üçüncü Meslek: Yirmidokuzuncu Söz’ün Dördüncü Esasında beyan edildiği gibi ve Ehadis-i Şerifenin delâlet ettiği üzere: “Bazı melaikeler var ki, kırkbin başı var. Her başında kırkbin dili var. -Demek, seksenbin gözü dahi var.- Herbir dilde, kırkbin tesbihat var.” Evet madem melaikeler âlem-i şehadetin envaına göre müekkeldirler; âlem-i ervahda, o envaın tesbihatlarını temsil ediyorlar; elbette öyle olmak lâzımgelir. Çünki meselâ: Küre-i Arz bir mahluktur; Cenab-ı Hakk’ı tesbih ediyor. Değil kırkbin, belki yüzbinler baş hükmünde enva’ları var. Her nev’in, yüzbinler dil hükmünde efradları var ve hâkeza... Demek Küre-i Arz’a müekkel meleğin kırkbin, belki yüzbinler başı olmalı. Ve her başında da yüzbinler dil olmalı ve hâkeza .... İşte bu mesleğe binaen, Hazret-i Azail Aleyhisselâm’ın, her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır.

Hazret-i Musa Aleyhisselâm’ın, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’a tokat vurması; hâşa Azrail Aleyhisselâm’ın mahiyet-i asliyesine ve şekl-i hakikisine değil ve bir tahkir değil ve adem-i kabul değil; belki vazife-i risaletin daha devamını ve bekasını arzu ettiği için; kendi eceline dikkat eden ve hizmetine sed çekmek isteyen bir göze şamar vurmuş ve vurur.» (M.351-353)

334- «Bir misal-i latif suretinde bir temsil-i manevî rivayet ediliyor ki:

Hazret-i Azail Aleyhisselâm Cenab-ı Hakk’a demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva edecekler, benden küsecekler.” Cenab-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibadımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip senden küsmesinler.”

İşte bak nasıl hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler ve kabz-ı ervahda hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselam’ın vazifesine mütealiktir. Öyle de: Hz.Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahda zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasib düşmiyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlahiyeye bir perdedir.

Evet izzet ve azamet ister ki; esbab, perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında... Tevhid ve celal ister ki; esbab, ellerini çeksinler tesir-i hakikiden...» (S.294)

1S.B:M. ci: 4 hadis: 659 ve S.M. ci: 7 sh: 255 hadis: 157, 158

2(Haşiye-1): Bizde “Seyda” lâkabıyla meşhur bir veliyy-i azîm sekeratta iken, ervah-ı evliyanın kabzına müekkel melek-ül mevt gelmiş. Seyda bağırarak demiş ki: “Ben talebe-i ulûmu çok sevdiğim için, talebe-i ulûmun kabz-ı ervahına müekkel mahsus taife ruhumu kabzetsin” diye dergah-ı ilahiyeye rica etmiş. Yanında oturanlar bu vak’aya şahid olmuşlar.

3(Haşiye-2): Hattâ memleketimizde gayet cesur bir adam, sekerat vaktinde Melek-ül Mevti görmüş. Demiş: "Beni yatak içinde yakalıyorsun!" Kalkmış atına binmiş, kılıncını eline almış, ona meydan okumuş. Merdane, at üstünde vefat etmiş.

Yukarı Çık