903- FASIK فاسق : (Fısk’dan) Günahkâr. Hak yolundan hariç olan. Allah’ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günahı işleyen veya küçük günahta ısrar eden kimse. (Bak: Fısk, Fücur, Günah, Mürted)

Kur’an-ı Kerim’de fasıkların sıfatları beyan edilir. Ezcümle: (2:26 ve 27) âyetlerinin «gayet kısacık bir meali şöyledir:

Cenab-ı Hak, kullarını irşad ve ikaz etmek üzere, sivrisinek gibi hakir, kıymetsiz bir hayvanla veya bir mahlukla misal getirmeyi kâfirlerin keyfi için terketmez. İmanı olanlar, onun Rablerinden hak olduğunu bilirler. Amma kâfirler, Allah bu gibi hakir misallerden neyi irade etmiştir. diyorlar. Allah, onun ile çoklarını dalalete atar ve çoklarını da hidayete götürür. Fakat fasıklardan maada dalalete attığı yoktur. Fasıklar da ol adamlardır ki; Allah’ın taatinden huruçla, misak-ı ezelîden sonra ahidlerini bozarlar ve Allah’ın akrabalar arasında veya mü’minler beyninde emrettiği hatt-ı muvasalayı keserler; yer yüzünde işleri ifsaddır; dünya ve âhirette zarar ve hüsrana maruz kalan ancak onlardır.» (İ.İ. 155)

904- Mezkûr âyetin وَمَا يُضِلُّ بِهِ اِلاَّ الْفَاسِقِينَ cümlesi, mukadder bir suale cevabdır.

Şöyle ki: «Kur’an-ı Kerim يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا cümlesinde dalalete atılanlar kimler olduğunu beyan etmeyip mübhem bıraktığından, sami’ korktu. “Acaba o dalalete atılanlar kimlerdir? Sebeb nedir? Kur’anın nurundan zulmet nasıl geliyor?” diye sorduğu bu üç sual, şu cümle ile cevablandırılmıştır: “Onlar fasıklardır. Dalalete atılmaları, fısklarının cezasıdır. Fısk sebebiyle, fasıklar hakkında nur nara, ziya zulmete inkılab eder.» (İ.İ.165)

905- «Kur’an-ı Kerim’in i’caz ve nazmında şek ve şübheleri ika’ eden fasıkların bilhassa bu makamda, bu cümlede mezkûr sıfatlar ile tavsifleri, pek yüksek ve latif bir münasebeti taşıyor. Evet sanki Kur’an-ı Kerim diyor ki: “Kur’an-ı Ekber denilen kâinatın nizamında kudret-i ezeliyenin i’cazını göremiyen veya görmek istemiyen o fasıkların; Kur’an-ı Kerim’in de nazm ve i’cazında tereddüdleri ve kör gözleriyle i’cazını görmeyip inkâr etmeleri, baid ve garib değildir. Zira onlar, kâinattaki nizam ve intizamı, tesadüfe; ve tahavvülat-ı garibeyi ve inkılabat-ı acibeyi abesiyete ve tesadüfe isnad ettiklerinden, bozulmuş olan ruhlarının gözünden o nizam tesettür edip görünmediği gibi, pis fıtratlarıyla da, Kur’anın mu’ciz olan nazmını karışık, mukaddemelerini akim, semerelerini acı gördüler.» (İ.İ. 173)

906- Fasıklar, sefih ve hayatperest oldukları ve herkesi hayata teşvik ettiklerinden onlara şöyle hitab ediliyor:

«Ey müslümaları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san’at ve terakkiyat-ı ecnebiyeye cebr ile sevkeden behbaht hamiyetfüruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın! Eğer böyle ahmakane, körü körüne, topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil hükmünde o dinsizler zarar verecekler. Çünkü mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur. Ondandır ki, ilm-i Usul’de “Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kâfir eğer zimmî olsa veya musalaha etse, hakk-ı hayatı var” diye Usul-i Şeriat’ın bir düsturudur. Hem Mezheb-i Hanefiye’de, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür. Fakat fasık merdüd-üş şehadettir. Çünki haindir.

Ey bedbaht fasık adam! Fasıkların kesretine bakıp aldanma ve “ekseriyetin efkârı benimle beraberdir” deme! Çünki fasık adam, fıskı istiyerek ve bizzat taleb edip girmemiş; belki içine düşmüş çıkamıyor. Hiç bir fasık yoktur ki, salih olmasını temenni etmesin ve âmirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin. İlla ki, el-iyazübillah irtidad ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın.» (L.122)

«Bizde biri fasık olsa, galiben ahlâksız ve vicdansız olur. Zira arzu-yu masiyet, vicdandaki imanın sadasını susturmakla inkişaf edebilir. Demek vicdanını ve maneviyatını sarsmadan, istihfaf etmeden tam ihtiyar ile şerri işlemez. Onun için İslâmiyet; fasıkı hain bilir, şehadetini reddeder. Mürtedi zehir bilir, idam eder.» (H.Ş.144) (Bak: 1171.p.) H.İ. ci: 6 sh: 381’deki bölüm, şehadetleri kabul edilmeyenler hakkındadır.

Yukarı Çık