2840- NEMRÛD نمرود : Nemrud hakkında Kamus-ul A’lam’da özetle şu bilgi verilir: Babil’in müessisi ve hükümdarı olup en evvel tasallut eden ve mütecebbir olduğu mervidir. Nemrud’un Allah’a isyanına ceza olarak, Allah tarafından musallat olan bir takım sivrisineklerce itlaf edilen ve mechul olan Nemrud, milattan 2640 sene evvel bulunmuş olduğu zannedilir. Nemrud ismi bir şahsa mahsus olmayıp Firavun gibi bütün Babil hükümdarlarına yahud bir sülaleye ünvan olması dahi melhuzdur. (Bak: İbrahim (A.S.))
Bazı müfessirler, Kur’an (21:70) âyetinin sivrisineğin Nemrud’a musallat olduğuna işaret ettiğini de kaydederler.
2841- Kur’anda Nemrud ismi açık olarak geçmemekle beraber bazı âyetlerde ona atfen işaretler bulunduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ezcümle: “Bakınız Allah’ın inayetiyle bir mü’min bir tağuta ne yapmış? Ve Allah mü’minlere ne gibi şeyler göstermeye kadirdir. İşte tarihten misal: (2:258)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ى حَٓاجَّ اِبْرٰه۪يمَ ف۪ى رَبِّه۪ٓ اَنْ اٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَۢ Görmedin mi Allah kendine mülk yani devlet ve hükümdarlık verdiği için mağrur olarak veya hükümdarlığının şükranını ma’kûs bir surette küfran ile edaya kalkışarak Halilullah olan İbrahim’e Rabbi hakkında muhacce eden, galebe etmek zulmüyle münazaraya çıkışan o tağuta -o Nemruda- baksana اِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّىَ الَّذ۪ى يُحْي۪ وَيُم۪يتُۙ O zaman İbrahim “Benim Rabbim o Zat-ı Ecellü A’ladır ki, hem ihya eder hem de öldürür” demişti ki, hem hayat halk eder hem memat demekti.
Rivayet olunduğuna göre Hazret-i İbrahim putları kırdığı zaman Nemrud onu zindana atmış, bir müddet sonra çıkarıp, sen kime davet ediyorsun diye sormuş, o da böyle söylemişti. Buna karşı Nemrud:قَالَ اَنَ۬ا اُحْي۪ وَاُمِيتُۜ Ben de ihya ederim ve öldürürüm dedi. Rivayete nazaran iki adam getirmiş, birini idam edip birini salıvermiş. İşte gördünmü demiş! Bununla Hazret-i İbrahim’in dermiyan ettiği ihya ve imate bürhanına gereği gibi atf-ı nazar etmemiş, güya kendince bir taraftan üslub-u hakîm yapmış bir taraftan da tehdid savurarak “İşte o benim” diye rububiyyet iddiasına kalkmış idi. Bu cahilane müşrik cevabına karşı derhal ona haddini bildirmek için tam yerinde bir üslub-u hakîm ile
قَالَ اِبْرٰه۪يمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَاْت۪ى بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَاْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ İbrahim, “Şu muhakkak ki Allah güneşi maşrıktan doğduruyor, sen de mağribden doğdur bakayım” deyince kâfir tutuldu kaldı; mebhut ü mağlub oldu.” (E.T: 877)
2842- Mezkûr âyette bildirilen ihya ve imateden tedvir-i şemse intikal ile İbrahim (A.S.) bir nevi tehekkümî manada olarak Nemrud’un ahmaklık ve gabavetini ihsas etmiştir. Yani: Değil insanın belki bir elmanın dahi ihya ve imatesi bütün kâinata sahip olmakla mümkün olduğunu ve böylece her türlü şirkin butlanını bildirmiştir.
“Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’ın Nemrud’a karşı imate ve ihyada güneşin tulu’ ve gurubuna intikali, cüz’î imate ve ihyadan küllî imate ve ihyaya intikaldir ve bir terakkidir. O delilin en parlak ve en geniş dairesini göstermektir. Yoksa bir kısım ehl-i tefsirin dedikleri gibi, hafî delili bırakıp, zâhir delile çıkmak değildir.” (M.240) (Bak: 3050.p.)
2843- “Nasılki bir elmayı halkedecek, elbette dünyada bütün elmaları halketmeye ve koca baharı icad etmeye muktedir olmak gerektir.
Baharı icad etmeyen, bir elmayı icad edemez. Zira o elma, o tezgahta dokunuyor. Bir elmayı icad eden, bir baharı icad edebilir. Bir elma, bir ağacın belki bir bahçenin belki bir kâinatın misal-i musaggarıdır. Hem san’at itibariyle koca ağacın bütün tarih-i hayatını taşıyan elmanın çekirdeği itibariyle öyle bir hârika-i san’attır ki: Onu öylece icad eden, hiçbir şeyden âciz kalmaz.
Öyle de bugünü halkeden, Kıyamet gününü halkedebilir ve baharı icad edecek, Haşrin icadına muktedir bir zat olabilir. Zaman-ı mazinin bütün âlemlerini zamanın şeridine kemal-i hikmet ve intizam ile takıp gösteren; elbette istikbal şeridine dahi başka kâinatı takıp gösterebilir ve gösterecektir.” (S.79)
2844- “Hem meselâ: (3:26) قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ İşte şu âyet Cenab-ı Hakk’ın, nev’-i beşerin hayat-ı içtimaiyesindeki tasarrufatını şöyle gösteriyor ki: izzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın meşietine ve iradesine bağlıdır. Demek “kesret-i tabakatın en dağınık tasarrufatına kadar, meşiet ve takdir-i İlahiye iledir... tesadüf karışamaz.”
Şu hükmü verdikten sonra insaniyet hayatında en mühim iş, onun rızkıdır. Şu âyet, beşerin rızkını doğrudan doğruya Rezzak-ı Hakiki’nin hazine-i rahmetinden gönderdiğini bir-iki mukaddeme ile isbat eder. Şöyle ki:
Der: Rızkınız, yerin hayatına bağlıdır. Yerin dirilmesi ise, bahara bakar. Bahar ise, Şems ve Kamer’i teshir eden, gece ve gündüzü çeviren zatın elindedir. Öyle ise bir elmayı, bir adama hakiki rızk olarak vermek; bütün yeryüzünü bütün meyvelerle dolduran o zat verebilir. Ve o, ona hakiki Rezzak olur.”
Sonra da: (3:27) وَ تَرْزُقُ مَنْ تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ der. Bu cümlede o tafsilatlı fiilleri icmal ve isbat eder. Yani, size “Hesapsız rızık veren odur ki, bu fiilleri yapar.” (S.418)
İşte Nemrud’un ihya ve imate davasındaki cehalet ve butlanı bu izah ile aşikâre görünüyor. Hem, her asra ders veren böyle kıssalardan her asır hisse-i dersini almalıdır. (Bak: 973/1.p.9)