2890- NUR نور : Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık. *Kur’an-ı Kerim. İman. İslâmiyet. Peygamber. *Zulmeti def’eden, şule, ışık. *Hakkı yakînen bilmek. Marifet. Hakikat. İmana ait deliller. (Bazılarınca ziya, nurdan daha sağlamdır ve daha hasdır. Nur: dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki nevidir. Dünyevi olanı da iki çeşittir. Biri: Envar-ı İlahiyeden intişar eden nurdur. Akıl ve Nur-u Kur’an gibi. İkincisi: Görmekle hissedilir ki, nurlu cisimlerden ibarettir, güneş, ay ve yıldız gibi.)
2891- Gerek maddi gerek manevi olan Nur’a dair Kur’an ve hadislerde çok yer verilmiş, tefsirlerde ve dinî kitablarda da bu mevzuda geniş izahlar yapılmıştır. Biz de ehemmiyetinden dolayı Nur hakkında birkaç nümuneyi aşağıda takdim ediyoruz. Şöyle ki:
(2:257) “اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ Allah, iman edenlerin, ilm-i ezelîde imanı mukarrer olanların muhibbi ve veliyy-ül emridir. يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ Onları hidayet ü tevfikiyle zulmetlerden nura çıkarır. Burada “zulümat”ın cem’i, “nur”un müfret getirilmesi ne kadar şayan-ı dikkattir. Demek ki âlemde mütenevvi zulmetler vardır. Bütün bu zulmetleri izale edecek olan nur ise birdir, ki o da (24:35) اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِۜ mucebince Nur-u Hak’tır. Herhangi bir hususta Nur-u Hak bulunamadımı, insanı her taraftan sayısız zulmetler kaplar, Nur-u Hak tecelli edince de o zulmetler kalkar. Nur-u Hak bulunmadı mı, yerler gökler hiç, gündüz gece, güneşler zifir, gözler kör, kulaklar sağır olur, kalbler bin türlü hayalat ile buhranlar içinde çırpınır kalır..
2892- ... Malum ki her şeyde ancak bir vech-i hak vardır ve Allah’a ancak o vecihten gidilir. Buna mukabil her şeyde vücuh-i batıl namütenahidir. Meselâ bir şey kaybettiniz, o bir yerdedir ve ancak oradadır. O anda bunda vech-i hak budur, fakat siz bir kere onu bilmiyor ve hele o yeri bildiğiniz halde, orada yoktur diye itikad etmiş bulunuyorsanız, oradan başka hangi taraf aklınıza gelse vech-i batıldır, bulamazsınız...Allah’a iman, Nur-u Hakk’ın, ma’rifet-i yakîniyenin, inşirah-ı mutlakın mebde-i tulûu, fecri-i sâdıkıdır. İman ü ma’rifete mukabil veya muhalif adem, yeis, küfür, rayb, vesvese, dalal, cehil, ilm-i nâkıs, fısk, heva, terbiyesizlik, nankörlük, ahlâksızlık, hadnâşinaslık vesaire hepsi birer zulmettir.” (E.T.874) (Hakkın bir ta’rifi, bak:1133.p.)
Şu halde hak ve hakikatın bilinmesinde hakiki yol, Nur-u Hak, Nur-u Kur’an, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) ve Nur-u İmandırki, bütün nurların asıl ve tek menbaı Nur-u İlahîdir. Mü’minin kalb ve aklını aydınlatan ancak bu Nur iledir ki, kâinat hakikatları görünür, bilinir.
2893- Kur’anda Nur-u İlahî hakkında şöyle buyuruluyor: (24:35)
“ اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِۜ Allah, semavat ü arzın nurudur... (E.T.3515)
“Akıl, bir hâdi ve mürşide muhtaçtır. En yüksek mürşid ise Allah’ın kelâmıyla, enbiya irşadıdır. Ve filhakika akl ü basiret gözünde Kur’an âyetleri, basar gözünde güneş nuru mesabesindedir. Güneşin ziyasına nur denildiği gibi Kur’ana nur tesmiyesi evleviyettedir. Ve işte bununla (64:8) (4:174)
*فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالنُّورِ الَّذ۪ٓى اَنْزَلْنَۜا
جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ نُورًا مُب۪ينًا
âyetlerinin manası zahir olur. Bu haysiyyetle Resul’ün beyanı, şemsin nurundan daha kuvvetli olduğu tebeyyün edince onun nefs-i kudsiyesi, nuraniyette şemsten daha yüksek olmak icab eder. Nitekim Allah Teala: (25:61) وَجَعَلَ ف۪يهَا سِرَاجًا وَقَمَرًا مُن۪يرًا diye güneşi sade bir sirac olmakla tavsif ettiği halde, Resul-i Ekrem Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Vesellem Hazretlerini de سِرَاجًا مُن۪يرًا diye tavsif eylemiştir. Demek ki, avalim-i ecramda güneşin diğer bir cisimden istifade etmeksizin gayrisine nur ifaza etmek hassası Peygamber’de daha kuvvetlidir. Nur-u Nübüvvet, diğer nüfus-u beşeriyeden müstefid olmaksızın sairlerine nur ifaza eder.” (E.T.3518)
2894- Diğer bir âyet de şöyledir: (10:5) “هُوَ الَّذ۪ى odur ki, yani bu iade ve cezayı yapacak olan Allah, o Hâlik-ı Müdebbir’dir ki جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَٓاءً وَالْقَمَرَ نُورًا Güneş’e bir ziya yaptı ve Kamer’e bir nur.
Buradan ziya ile nurun bir farkı anlaşılıyor. Bunların ikisi de esasen zulmetin mukabili olan aydınlık hâdisesini ifade ettikleri, bunun da derece-i şiddet ve za’fına göre birçok meratibi bulunduğu malumdur. Ve bunların hepsine nur ıtlak edilebilir. Fakat, nur ziyadan eamm, ziya nurdan ehass veya akvadır. Ziyada bir fart-ı işrak, bir sutu’ ve lemean, şiddetli bir intişar ve ıztırab; nurda da mutlak zulmete tekabül eden bir ravnak-ı intişar ile sükûnu andıran bir safa ve letafet mülahaza olunur. Bir tarife göre de nur, ziyanın pertev ve şuaıdır ki, zulmeti dafi’ olan şu’lesi, ışığı demektir... Meselâ ziyada hararet ve nariyyet de bulunabilir... Nitekim ziya harurî ve gayr-ı harurî hususiyetlere tahlil olunabilir. Fakat nur, sırf zulmete tekabül eden ve ziyadan bittahlil alınan bir manadır. Bir de denilmiştirki ziya, bizzat olana, nur bil’araz olana ıtlak edilir. Şu halde burada, Ay nurunun güneş dolayısıyla verildiğine iş’ar vardır. Sure-i İsra’da gelecek olan (17:12) فَمَحَوْنَٓا اٰيَةَ الَّيْلِ وَجَعَلْنَٓا اٰيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً beyanını mülahaza ile bu daha ziyade tenvir edilmiş olur.” (E.T. 2672)
2895- Nur ve zulümatın yaratılışı hususundada, bir âyet tefsir edilirken şu bilgi veriliyor: (6:1)
“اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ Hamd hep Allah’a الَّذ۪ى خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ ki başların üstündeki semavatı ve ayakların altındaki arzı halketti وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ve zulümat u nuru yaptı..
Burada görülüyor ki, semavat ü arz hakkında “halk”, zulümat u nur hakkında “ca’l” tabir olunmuştur. Müfessirîn diyorlar ki, “ca’l” de “halk” gibi bir inşa ve ibda’dır. Şu kadar ki, halk inşa-i tekvinîye muhtass ve bir takdir ü tesviye manasını da mutazammındır... Nur, inşiraha; zulmet, gumuma sebeb olmak itibariyle bunlar küfr ü iman, cehl ü ilim, keder ü sürur, şerr ü hayr gibi maneviyyata imadan da halî değildirler... Vahidî de zulümat ü nurun mahsus ve ma’kul her ikisine şamil bulunduğunu göstermiştir.” (E.T.1865-1867) (Kehf Suresi’nin sırrıyla verilen nurla, deccaldan korunma, bak: 287.p.)
2896- Nur’a ait âyetlerden birkaç not:
-Allah tarafından gelen Nur-u Mübin: (4:174)
-Gaflet ve dalalet olan manevi ölümden, hakaik-i nur ile manevi dirilmek: (6:122)
-Kâfirlerin, nur-u İlahîyi söndürmek istemelerine karşı Allah nurunu tamamlamak istediği: (9:32) (61:8)
-Zulümat ile nur müsavi olmadığı: (13:16) (35:20)
-Kur’an insanları zulmetlerden nura çıkardığı: (5:16) (14:1)
-Liyakatsızlıklarından dolayı Allah’ın nur vermediği kimselerin nursuz kaldıkları: (24:40)
-Allah İslâm’a kalbini açmış olduğu kişinin nur üzere olduğu: (39:22)
-Münafıkların ehl-i nur’dan nur isteyip yalvaracakları mahşer gününün ahvali: (57:12, 13)