1131- HAKK حقّ : (Bâtıl’ın zıddı) Doğru. Gerçek. *Vâcib ve lâzım olan. *Her sâbit ve doğru olan şey. *Adalet, *Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyeti. *Dava ve iddia. *Hakikate uygunluk. *Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. *Münasib. *Din. İslâmiyet. *Kur’an. *Vukuu vâcib, geleceği şübhesiz olan. *Kıyamet. * Mahz-ı hakikat, *Yapacağını yalansız yapan kimse. *Musibet.
1132 “Hak kelimesi, masdar ve sıfat ve isim olur. Ve bu suretle mütennevvi manalarda kullanılır. En umumi olarak mana-yı masdarîsi “sübut ve tahakkuk-u vücud” diye ifade olunur ise de, bunun esas mefhumunda bir mutabakat manası vardır ki, evvel emirde ezhan ile a’yanın, tabir-i diğerle enfüs ile âfâkın, ilm ile malumun mutabakatını ifade eder. Ve bu haysiyeti ile kâh ezhana ve kâh a’yana ıtlak edilir. ezhanın A’yana mutabakatı haysiyeti ile kullanıldığı zaman sıdk u sevab gibi akval ve efkâra; ve kazaya ve ahkâma ve iradenin gaye-i murada mutabakatı itibariyle adl ü hikmet gibi ef’ale vasıf olur A’yan tarafından mülâhaza olunduğu zamanda, tahakkuk ve vuku’ demek olur. Frenkler evvelkine (verite = doğru) ikinciye (realite = gerçek) derler.” (E.T. 2675) (Bak. Hakikat)
1133- “Hak: mevcut, hakikaten sâbit olup inkârı bir türlü lâyık ve sahih olmayan şey demektir. Allah Teala Hazretlerinin vücudu sâbit, rububiyeti mütehakkık olduğu cihetle, esma-i celilesinden biri de “Hak”tır.
Hak: esasen mutabakat ve muvafakat demek olup, bir şeyi muktezayı hikmete göre icad eden zata ve mukteza-yı hikmete göre yaratılmış olan herhangi bir şeye ıtlak olunur. Bu cihetle Allah Teala’ya “Hak” denildiği gibi, Allah Teala’nın her fiiline de “Hak” denilir.
Hak: İslâm, Kur’an, vahy-i İlahî, hikmet, nusret, saadet, te’yid, emr-i azîm garez-i sahih manalarında müstameldir.
Hak: hikmet muktezasına göre vuku bulan hüküm manasına gelir. “Bu karar haktır” denilmesi gibi.
1134- Hak: Hall ü fasl edilmiş. hükmü verilmiş olan herhangi bir işe denir. “Emr-i hak” denilir ki, kazaya iktiran etmiş hâdise demektir.
Hak: Adalet manasına gelir. “Hak yerini buldu” denilmesi gibi. Bu cihetle adalet sahiblerine “ehl-i hak” denir. Bu manada “hakkaniyet” tabiri de müstameldir.
Hak: Vâcib ve lâzım olmak manasına gelir. “Şöyle yapılması bir haktır” denilir ki, bir vecibedir demek olur.
Hak: Bir şeyi sâbit, vâcib kılmak manasına gelir. “Filan davasını hak etti”. denilmesi gibi.
Hak. Mal ve mülke ıtlak olunur. “Şu filanın hakkıdır” denilmesi gibi.
Hak: Bir kimseye nâfi’, ondan zararı dâfi olan şey manasına gelir.
Hak: Bir akarın merafıkına, meselâ bir hanenin tevabiinden olup, ondan ayrılmayacak olan şeye ıtlak olunur. Hakk-ı tarik, hakk-ı mesil gibi.
Hak: Bir kimseye muhdes olan manevi bir kudrettir ki, bununla tasarruf salahiyetini veya mâlikiyet vasfını hâiz olur. Başka bir tabir ile hak; bir iktidar-ı şer’îdir ki, insanlar bununla bazı şeyleri icra ve mütalebeye salahiyettar olurlar. Cem’i: Hukuktur. Bu haklardan bahseden ilme de “İlm-i Hukuk” denilir.” (H.İ.ci.l, sh: 18)
Birkaç atıf notu:
-Fâilin gayesini bildirmesiyle hak bilinebilir, bak: 1304/1.p.
-Bir ilim ve hükmün hak olabilmesinin şartı, bak: 1559,2892.plar.
-Beşerî anlayışlar, ilahiyatta hak ifade etmez. bak: 4037.p.
1135- Kur’an (4:105) âyeti, hak olarak gelen Kur’anla hükmetmeyi emreder.
Bir âyette de şöyle buyurulur: “(10.5) مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلاَّ بِالْحَقِّۜ Bu âyetteki اِلاَّ بِالْحَقِّۜ yı, ibn-i Cerir gibi bazı müfessirîn, Allah Teala’nın isimlerinden olan الْحَقِّۜ ism-i şerifiyle tefsir etmiştir ki, bu surette ba-i sebebiye olmak zâhirdir. Ekser müfessirîn ise رَبَّنَا مَاخَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاًۚ ( 3:191 ) ve وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَاْلاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لاَعِب۪ينَ ( 21:16 ) âyetleri delâlatıyla boş, abes ve oyuncak olmamak ya’ni Hak Teala’nın muradına mutabık bir çok mesalih ve menafi-i mühimme terettüb etmek ma’nasına, ilim ve iradeyi cami hikmet-i bâliga ile tefsir etmişlerdir ki, hak ligayrihi manasındadır ve ba-i mülâbesedir.” (E.T. 2677)
Kur’an (28:75) âyeti, hakkın tek sahibi ancak Allah olduğunu bildirir.
1136- Bir hadis-i şerifte de اَلْحَقُّ يَعْلُو وَ لَا يُعْلَى عَلَيْهِ1 denilmiştir. Bu hadisin hakikatı, nim-manzum bir tarzda şöyle tefsir ve izah ediliyor:
“El Hakku Ya’lu” bizzat, hem âkıbet muraddır:
Bir zaman bir sail dedi: “Madem El-Hakku Ya’lu haktır. Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?”
Dedim: Dört noktaya bak! bu müşkil de hallolur. Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir.
Öyle de, her bâtılın her vesilesi bâtıl olması, yine lâzım değildir. Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye galibdir.
Dolayısiyle, bir hak bir bâtıla mağlubdur. Muvakkaten, bilvasıta olmuştur. Yoksa bizzat, hem daima değildir.
Lâkin âkıbet-ül âkıbe, her dem yine hakkındır. Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var. İkinci nokta şudur:
Her müslimin her vasfı müslim olmak vâcib iken, hâricen her dem vaki, sâbit değildir.
Öyle de: Her kâfirin her vasfı kâfir olmak, küfründen neş’et etmek yine lâzım değildir.
Her fâsıkın her vasfı fâsık olmak, fıskından neş’et etmek, öyle de her dem sâbit değildir.
Demek bir kâfirin müslim olan bir vasfi, müslimdeki lâmeşru’ vasfına galib olur. Bilvasıta, o kâfir dahi ona galibdir.
Hem dünyada, hayatın hakkı şâmil ve âmmdır. O rahmet-i ammenin bir cilve-i manidar, onun sırr-ı hikmeti var; küfür mani değildir.
Üçüncü nokta şudur: O Zat-ı Zülcelal’in iki vasf-ı kemalden iki Şer’i tecelli; vasf-ı iradeden gelen meşietle takdirdir,
O da Şer’-i tekvinî.. Vasf-ı Kelâm’dan gelen Şeriat-ı meşhure, Teşriî evamire karşı itaat, isyan nasıl olur. Öyle de tekvinî evamire itaat ve isyan olur. Birincisi galiba dar-ı uhrada görür,
Mücazatı, sevabı. İkincisi ağleba dar-ı dünyada çeker, mükâfat ve ikabı. Meselâ: Nasıl sabrın mükâfatı zaferdir;
Ataletin mücazatı sefalet. öyle de, sa’yin sevabı olur servet. Sebatta da galebedir mükâfat. Zehirin ikabı bir maraz, panzehirin sevabı bir sıhhattır.
Bazan iki şeriat evamiri, bir şeyde beraber müctemi’dir. Her birine bir cihet... Demek tekvinî emre itaat ki bir haktır.
İtaat galib olur, o emrin isyanına ki bir tavr-ı bâtıldır. Bir bâtıla vesile olmuş olursa bir hak, vaktaki galib olsa
Bir bâtıla ki, olmuş o da vesile-i hak. Bilvasıta bir hakkın bir bâtıla mağlubdur. Fakat bizzat değildir.
Demek “El-hakku ya’lu” bizzat demektir. Hem akıbet muraddır, kayd-ı haysiyyet maksuddur. Dördüncü nokta şudur:
Bir hak bilkuvve kalmış, yahut kuvvetsiz kalmış, ya mahluttur, hem mahşuş. Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelmiştir.
Mühezzeb ve müzehheb yapmak için, muvakkat bâtıl ona musallat, tâki sebike-i hak ne miktar lüzum vardır.
Tâ mahz ve hâlis çıksın. Mebadide, dünyada bâtıl etse galebe, fakat kazanmaz harbi. “Akibet-ül müttakîn” ona vurur bir darbe!
İşte Bâtıl mağlubdur. “El-hakku ya’lu” sırrı onu çarpar ikaba; işte hak da galibdir.” (S.725)
1136/1- Hak hakkında âyetlerden bir kaç not:
-Hakkı bâtıl ile karıştırıp (temayülat-ı nefsiyenin te’vilat-ı fâsidesiyle vaya decliyet ve deccaliyetle) hakkı gizlemek: (2:42) (9: 102)
-Peygamber ve Kur’anla âlem-i beşeriyete hakkı Allah göndermiştir. (10:108)
-Hak geldi ve bâtıl kayboldu ve daha geri dönmez: (34:49)
-Hak geldi bâtıl yok oldu: (17:81)
-Asıl hak Allah’tır: (22.62)
-Allah hak Rabbinizdir ve haktan başkası bâtıldır: (10.32)
-Hak bâtılı yok eder: (21.18)
-Hakkın sübutiyeti karşısında bâtılın za’fiyetine misal: (13.17)
1 H.G.hadis: 70 ve K.H. hadis: 362