3385- SIRAT-I MÜSTAKİM صراطِ مستقيم : En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah’ın razı olduğu en doğru yol. Peygamberlerin, evliya ve salihlerin, sıddıkînlerin gittikleri meslek.

İnsandaki kuva, kabiliyet ve hislerin (meselâ merak gibi bir hissin) ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri vardır. (Bak: Merak maddesinde 2344/1. p.)

Ve keza sırat-ı müstakim, şeriat yolu olduğundan mü’min, düşünce, his ve hareketlerinde şeriatın gösterdiği ölçülere bağlı kalmaya çalışmalıdır. Meselâ tekâmül sahasının bir nev’i olan mübareze kanunu sahasında mü’min, (Bak: 1292.p.) mütecaviz düşmana karşı fikren hissen ve lüzumunda fiilen hakkı koruma gayretinde tarafgir iken (Bak: 571.p.) mü’minler arasında çok kere bîtaraf ve hakikatı izhar etmek makamında yumuşak ve sulhçu davranır. İşte bu düstura göre şerirlerin şerleri karşısında mü’minin alâkasız kalması, tefrit; bütün kin ve gayz ile ölçüsüz tecavüzü, ifrat; şer’î kıstaslara göre hareketi ise vasattır.

3386- “Sırat-ı müstakim; şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülasasından hasıl olan adl ve adalete işarettir. Şöyle ki: Tagayyür, inkılab ve felaketlere ma’ruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri cezb ve celb için kuvve-i şeheviye-i behimiye. İkincisi: Zararlı şeyleri def’ için kuvve-i sebuiye-i gadabiye. Üçüncüsü: Nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir. Lakin insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan bu kuvvetlerin herbirisi tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar. Meselâ: Kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helale ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki; namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur.

İhtar: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuttur.

3387- Ve keza kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddi ve ne manevi hiç bir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattır ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz. (Bak: Cesaret-i Medeniye)

İhtar: Bu kuvve-i gadabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.

3388- Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi, gabavettir ki, hiç bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur. Vasat mertebesi ise; hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinab eder. (2:269)

وَ مَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثِيرًا

3389- İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi; füruatı da, o üç mertebeyi havidir. Meselâ: Halk-ı ef’al mes’elesinde Cebr mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İ’tizal mezhebi de tefrittir ki, te’siri insana verir. ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezheb beynebeynedir ki; o fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza itikadda da ta’til ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.

Hülasa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad şu üç mertebedir.” (İ.İ. 23)

3390- Nev’-i beşerde, sırat-ı müstakimde giden kafilenin en mümtazlarına işaret eden Fatiha’daki (1:6) اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ cümlesi, çok geniş bir manayı ifade eder.

“Evet nasıl bir yerden bir yere giden yolların ve bir noktadan uzak bir noktaya çekilen hatların en kısası ise, en doğrusudur ve müstakimidir. Aynen öyle de; maneviyatta ve manevi yollarda ve kalbî mesleklerde en doğrusu, en müstakimi ise en kısa ve en kolayıdır. Meselâ: Risale-i Nur’da bütün müvazeneler ve küfür ve iman yollarının mukayeseleri kat’i gösteriyorlar ki; iman ve tevhid yolu, gayet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır. Ve küfür ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkilatlı ve tehlikelidir. Demek bu istikametli ve hikmetli ve herşeyde en kısa ve kolay yolda sevkedilen bu kâinatta, elbette şirk ve küfrün hakikatları olamaz ve iman ve tevhidin hakikatları, bu kâinata güneş gibi lâzım ve vacibdir. Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde, istikamettedir. Meselâ: Kuvve-i akliye, hadd-i vasat olan hikmeti ve kolay, faydalı istikameti kaybetse, ifrat ve tefritle muzır bir cerbezeye ve belalı bir belahete düşer, uzun yollarında tehlikeleri çeker. Ve kuvve-i gadabiye, hadd-i istikamet olan şecaati takip etmezse; ifratla çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve tecebbüre ve tefritle çok zilletli ve elemli cebanet ve korkaklığa düşer.. istikameti kaybetmesinin, hatasının cezası olarak daimi,  vicdanî bir azabı çeker. Ve insandaki kuvve-i şeheviye, selâmetli istikameti ve iffeti zayi etse; ifratla musibetli, rezaletli fücura, fuhşa ve tefritle humuda, yani ni’metlerdeki zevk ve lezzetten mahrumiyete düşer ve o manevi hastalığın azabını çeker.

İşte bunlara kıyasen, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin bütün yollarında, istikamet en faydalı ve kolay ve kısadır. Ve sırat-ı müstakim kaybedilse, o yollar pek belalı ve uzun ve zararlı olur. Demek اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ pek çok cami ve geniş bir dua, bir ubudiyet olduğu gibi bir hüccet-i tevhide bir ders-i hikmete ve bir talim-i ahlâka işaret eder.” (Ş. 615)

3391- “Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenatı, itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi kat’i bir surette gösterir ki: Her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş. İfrat ve tefritten içtinab etmiştir. Evet Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ ( 11:112 ) emrini tamamıyla imtisal ettiği için, bütün ef’al ve akval ve ahvalinde istikamet, kat’i bir surette görünüyor.

Meselâ kuvve-i akliyenin fesad ve zulmeti hükmündeki ifrat ve tefriti olan gabavet ve cerbezeden müberra olarak hadd-i vasat ve medar-ı istikamet olan hikmet noktasında kuvve-i akliyesi daima hareket ettiği gibi; kuvve-i gadabiyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan korkaklık ve tehevvürden münezzeh olarak, kuvve-i gadabiyenin medar-ı istikameti ve hadd-i vasatı olan şecaat-i kudsiye ile kuvve-i gadabiyesi hareket etmekle beraber; kuvve-i şeheviyenin fesadı ve ifrat ve tefriti olan humud ve fücurdan musaffa olarak, o kuvvenin medar-ı istikameti olan iffette, kuvve-i şeheviyesi daima iffeti, azami masumiyet derecesinde rehber ittihaz etmiştir. Ve hakeza... Bütün Sünen-i Seniyyesinde, ahval-i fıtriyesinde ve ahkâm-ı şer’iyesinde, hadd-i istikameti ihtiyar edip zulüm ve zulümat olan ifrat ve tefritten, israf ve tebzirden içtinab etmiştir. Hatta tekellümünde ve ekl ve şürbünde, iktisadı rehber ve israftan kat’iyen içtinab etmiştir. Bu hakikatın tafsilatına dair binler cild kitab te’lif edilmiştir. اَلْعَارِفُ تَكْفِيهِ اْلاِشَارَةُ sırrınca, bu denizden bu katre ile iktifa edip, kıssayı kısa keseriz.”  (L.60)

Sırat-ı müstakim, yani vasat yol, “Hayr-ul umûri evsatühâ” (K.H. 1247) hadisiyle tavsiye edilir. Aynı eser, mezkûr hadisin beraberinde (17:29) (25:67) (17:110) (2:68) âyetlerini de zikreder.

3392- Sırat-ı müstakimle alâkalı âyetlerden birkaç not:

-Allah tarafından emrolunduğu gibi istikamette olmak: (11:112) (42:15 ve 22:67 âyeti de alâkalıdır)

-Kur’an istikamette gitmek isteyenlere tezkirdir: (81:27, 28)

-Sırat-ı müstakime liyakat şartları: (4:66, 67, 68, 174, 175)

-Sırat-ı müstakimin hususiyetleri ve ondan başka bir yola sapmamak: (6:151, 152, 153)

-Sırat-ı müstakim, bütün zihayatın tasarrufuna sahib olan Allah’ın gönderdiği hidayet yoludur: (11:56)

-Rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyet, sırat-ı müstakimdir: (19:36) (36:61)

-Allah, Kur’anın hakkıyetini bilip ona hürmet eden ehl-i ilmi, sırat-ı müstakime götürür: (22: 54)

-Allah dilediğini (lâyık olanları) sırat-ı müstakime götürür: (24: 46)

-Tarik-ı müstakim ifadesi, (46:30) âyetinde geçer.

Yukarı Çık