3636- TAHİYYAT تحيات : Selâmlar. Dualar. *Manevi hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. *Malikiyet, beka ve mülk.
Canlılık manasındaki (Hayy) kökünden gelen, «Tahiyye; sağ olasınız, Allah sağlık versin, Allah ömürler versin gibi hayat duası, selâm ve selâmet duasıdır.» (E.T. 3616)
Kur’an (4:86) (24:61) âyetlerinde, selâmlaşmak manasında; (10:10) (14:23) (25:75) (33:44) âyetlerinde de, mü’minlerin (ebedî selâmetli hayat neş’esiyle) tahiyye selâmları manasındadır. (Bak: Selâm)
3637- Bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyurulur:
«İbn-i Abbas (R.A.) şöyle dedi: Resulullah (A.S.M.) bize Kur’andan bir sure öğretir gibi teşehhüdü öğretirdi. Teşehhüdü şu lafızlarla söyler idi:
اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ ﴿﴾السَّلامُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ ﴿﴾ السَّلامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ ﴿﴾ أَشْهَدُ أَنْ لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ ﴿﴾ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ الله1
Bu hadisin ravilerinden İbn-i Rumh’un rivayetinde “Bize Kur’an öğretir gibi” ibaresi vardır.» (S.M. cild.2, 60. hadis, sh:38)
«...İmamların herbirinin kendilerine göre hüccetleri ve tercih sebebleri varsa da İbn-i Mes’ud rivayetinin hepsinden daha kuvvetli olduğu muhakkaktır. Bununla beraber rivayet edilen teşehhüd lafızlarının hangisiyle olursa olsun namaz kılmanın cevazında yine cümlesi ittifak etmişlerdir.» (S.M. cild. 2, sh::38)
3638- «Namazdaki teşehhüdde bulunan اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ ila âhirenin iki noktasına gelen iki suale, iki cevaptır.
3639- Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimatı, Mi’rac gecesinde Cenab-ı Hak ile Resulünün bir mükâlemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?
Elcevab: Her mü’minin namazı, onun bir nevi Mi’racı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise: Mi’rac-ı Ekber-i Muhammed (Aleyhissalatü Vesselâm) da söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle, o kudsi sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüz’iyetten külliyete çıkar ve o kudsi ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teali edip genişlenir.
Meselâ: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, o gecede Cenab-ı Hakk’a karşı selâm yerinde. “Ettahiyyatü lillahi” demiş. Yani: “Bütün zihayatların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sani’lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler, ey Rabbim sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla sana takdim ediyorum.”
Evet nasılki Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, “Ettahiyyatü” kelimesiyle, bütün zihayatın ibadat-ı fıtriyelerini niyet edip takdim ediyor. Öyle de: Tahiyyatın hülasası olan “El-mübarekâtü” kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve bârekallah dediren ve “mübarek” denilen ve hayatın ve zihayatın hülasası olan mahluklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, da-nelerin, yumurtaların fıtrî mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mana ile söylüyor.
Ve “El-mübarekâtü”nün hülasası olan “Essalavatü” kelimesiyle de zihayatın hülasası olan bütün ziruhun ibadat-ı mahsusalarını tasavvur edip dergâh-ı İlahîye o ihatalı manasıyla arzediyor. (Bak: 3282.p.) Ve “Et-tayyibatü” kelimesiyle de, ziruhun hülasaları olan kâmil insanların ve melaike-i mukarrebînin, salavatın hülasası olan “Et-tayyibatü” ile nurani ve yüksek ibadetlerini irade ederek Mabuduna tahsis ve takdim eder.
3640- Hem nasılki o gecede Cenab-ı Hak tarafından “Esselâmü aleyke ya eyyühennebiyyü” demesi, istikbalde yüzer milyon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on def’a “Esselâmü aleyke ya eyyühennebiyyü” demelerini âmirane iş’ar eder. Ve o selâm-ı İlahî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mana verir. Öyle de:
Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın, o selâma mukabil: “Essellâmü aleyna ve ala ibadillahissalihîn” demesi, istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri, selâm-ı İlahîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umumi bir şiarı olan mü’minler ortasındaki “Esselâmü aleyke ve aleykesselâm” umum ümmet demesini raciyane, daiyane Hâlikından istediğini ifade eder ve ihtar eder. Ve o sohbette hissedar olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlahî ile o gece “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Resulullah” demesi bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirane haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile, kelimelerin manaları parlar, genişler.
3641- Bu mezkûr hakikatın inkişafında bana yardım eden garib bir halet-i ruhiyedir:
Bir zaman karanlıklı bir gurbette karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde hal-i hazırda olan bu koca kâinat; hayalime camid, ruhsuz, meyyit, boş, halî, müthiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müthiş tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hudutsuz zaman, karanlıklı ve vahşetgâh suretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüdde “Ettahiyyatü” dediğim zaman; birden kâinat canlandı.. hayatdar, nurani bir şekil aldı, dirildi. Hayy-ı Kayyum’un parlak bir ayinesi oldu. Bütün hayatdar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedaya-yı hayatiyelerini daimî bir surette Zat-ı Hayy-ı Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm.
Sonra “Esselâmü aleyke ya eyyühennebiyyü” dediğim vakit, o hudutsuz ve halî zaman; birden Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın riyaseti al-tında, zihayat ruhlar ile vahşetzar suretinden, ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılab etti.
3642- İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ اِبْرَاهِيمَ deki, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünki Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâm’dan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salavatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir?
Cevab: “Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’a yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’ın âli, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. Âl hakkında olan bu duanın parlak bir surette kabul olduğuna delil şudur ki:
Üçyüzelli milyon içinde Âl-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’dan yalnız iki zatın; yani Hasan (R.A.) Hüseyin’in (R.A.) neslinden gelen evliya, -ekser-i mutlak- hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pirleri ve mürşidleri onlar olmaları,
2 عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائيِلَ hadisinden mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık (R.A.) ve Gavs-ı Azam (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı azamını tarik-ı hakikata ve hakikat-ı İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkında ki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.
3643- Bu tarzdaki salavatın namaza tahsisi hikmeti ise:
Meşahir-i insaniyenin en nurani, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kafile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icma’ ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-i uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahattur ile, şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyiden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, O’nun düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem’den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.
Evet Kavm-i Nuh ve Semud ve Âd ve Fir’avun ve Nemrud gibi bütün muarızlar gadab-ı İlahîyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybî tokatlar yedikleri gibi.. kafile-i kübranın Nuh Aleyhisselâm, İbrahim Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm gibi bütün kudsi kahramanları dahi, hârika ve mu’cizane ve gaybî bir surette mu’cizelere ve ihsanat-ı Rabbaniyeye mazhar olmuşlar. Birtek tokat, hiddeti; bir tek ikram, muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kafileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zahir bir tarzda o kafilenin hakkaniyetine ve sırat-ı müstakimde gittiğine şehadet ve delalet eder. Fatiha’da صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ o kafileye ve غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَ الضَّالِّينَ muarızlarına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise, Fatiha’nın âhirinde daha zahirdir.» (Ş.92-96)