3617- TAASSUB تعصّب : (Fr. Fanatisme: Fanatizm) Bir fikir, inanç ve cereyan gibi mevzularda cahilane, hissî ve aşırı taraftarlık ve bağlılılk. Muhalif fikirlere tahammülsüzlük.
Taassub yalnız dinde değil, siyasette, dinsizlikte ve ideolojik cereyanlarda da vardır. Hatta en şiddetli taassub, dinsizlikte görülür.
Dinde, ilim ve mantıkla hakkaniyeti isbat olunmuş bir hakikatın müdafaası ve o yolda gösterilen ısrar ve tarafgirlik, salabet-i diniyedir, asla taassub değildir. Eğer buna taassub denilecekse, müsbet taassub demek gerektir. Kur’an (2:170) âyetinde ve diğer mümasil âyetlerde bildirilen yani “atalardan kalma” dedikleri irticaî inançlara ve -bu âyetten önceki âyetlerden de anlaşıldığı gibi- dalalet öncüleri olan müstebid başların nefsanî zevkler yolunda uydurdukları hayat şekline ve âdetlerine gösterdikleri ısrar ve hakka muhalefette inad, irticaî ve nefsanî bir taassubdur. (Bak: İrtica)
3618- İşte bu tarz taassubu bulunan «ehl-i bid’a diyorlar ki: “Bu taassub-u dinî, bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak, taassubu bırakmakla olur. Avrupa, taassubu bıraktıktan sonra terakki etti?..”
Elcevab: Yanlışsınız ve aldanmışsınız veya aldatıyorsunuz. Çünki Avrupa dinine mutaassıptır. Hatta bir adi Bulgar’a veya bir nefer-i İngiliz’e veya bir serseri Fransız’a “Sarık sar. Sarmazsan hapse atılacaksın” denilse, taassupları muktezasınca diyecek: “Hapse değil, öldürseniz bile dinime ve milliyetime bu hakareti yapmayacağım!..!
3619- Hem tarih şahiddir ki; ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmiş ise, o zamana nisbeten terakki etmiş. Ne vakit salabeti terketmişse, tedenni etmiş. Hristiyanlık ise bil’akistir. Bu da, mühim bir fark-ı esasîden neş’et etmiş.
3620- Hem İslâmiyet, sair dinlere kıyas edilmez. Bir müslüman, İslâmiyetten çıksa ve dinini terketse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez: belki Cenab-ı Hakk’ı dahi ikrar edemez ve belki hiçbir mukaddes şeyi tanımaz; belki kendinde kemalâta medar olacak bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder. Onun için İslâmiyet nazarında, harbî kâfirin hakk-ı hayatı var. Hariçte olsa müsalaha etse, dahilde olsa cizye verse; İslâmiyetçe hayatı mahfuzdur. Fakat mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Çünki vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir hükmüne geçer. Halbuki Hristiyanın bir dinsizi, yine hayat-ı içtimaiyeye nâfi’ bir vaziyette kalabilir. Bazı mukaddesatı kabul eder ve bazı peygamberlere inanabilir ve Cenab-ı Hakk’ı bir cihette tasdik edebi-lir.
3621- Acaba bu ehl-i bid’a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar? Eğer idare ve asayişi düşünüyorlarsa; Allah’ı bilmeyen dinsiz on serserinin idaresi ve şerlerini def’etmesi, bin ehl-i diyanetin idaresinden daha müşküldür. Eğer terakkiyi düşünüyorlarsa; öyle dinsizler idare-i hükümete muzır oldukları gibi terakkiye dahi mani’dirler. Terakki ve ticaretin esası olan emniyet ve asayişi kırıyorlar. Doğrusu onlar, meslekçe tahribatçıdırlar. Dünyada en büyük ahmak odur ki, böyle dinsiz serserilerden terakki ve saadet-i hayatiyeyi beklesin. Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: “Biz, Allah Allah diye diye geri kaldık. Avrupa, top tüfek diye diye ileri gitti.”
“Cevab-ül ahmak-es sükût” kaidesince, böylelere karşı cevab, sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht âkıller bulunduğundan deriz ki:
Ey biçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuzbin şahid, cenazeleriyle “El-mevtü hak” hükmünü imza ediyorlar ve o davaya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahidleri tekzib edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine, hangi topunuz, hangi tüfeğiniz zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye’s-i mutlakını ümit-i mutlaka çevirebilir?.. Madem ölüm var, kabre girilecek, bu hayat gidiyor, baki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse; bin def’a Allah Allah demek lâzım gelir.
Hem Allah yolunda olsa; tüfek de Allah der, top da Allahü Ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder.» (M. 437-439)
3622- «Evet İslâmiyetin şe’ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salabet-i diniyedir. Yoksa cehilden, adem-i muhakemeden neş’et eden taassub değildir. Bence taassubun en dehşetlisi, bazı Avrupa mukallidllerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî şüphelerinde muannidane israr gösteriyorlar. Bürhan ile temessük eden ülemanın şanı değildir.» (Mün.81)