1709- İRTİCA  ارتجاح   : Geri dönmek, Ric’at etmek. Eski hayat tarzına dönmek. (Bak: Mürteci)

“Menşeleri iki kanun-u esasiyeye istinad eden iki irtica var:

Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakiki irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok su-i istimale ve zulme medar olmuştur.

İkincisi: İrtica namı verilen hakiki bir terakki ve adaletin esasıdır.

......Beşerin vahşet ve bedevilik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedeviliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anudane particilik gibi bazı cereyanları aşılamağa başlaması gibi bir ihtilaf görülüyor. O kanun-u esasî de budur.

Bir taifeden; bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün ferdleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor.İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zir ü zeber ediyor.

Evet birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaiflendiği için millete ve memlekete ve vatana âdilane hizmete muvaffak olunamadığından maddi ve manevi bir nevi rüşvet vermeğe mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için... O gaddar, engizisyonane ve bedeviyane ve vahşiyane bu mezkûr kanun-u esasîye karşı; ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî (6:164) وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى nass-ı kat’îsiyle Kur’anın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi te’min eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki: Birisinin hatasıyla başkası mes’ul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevi günahkâr olup âhirette mes’ul olur; dünyada değil.

Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki harb-i umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle esfel-i safilîn olan o vahşi irticaa düşecek.

1710- İşte Kur’an’ın bu gibi kudsi kanun-u esasîsine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: “Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz’î zulümler nazara alınmaz” diye, bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle bin masumun hakkını nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamın kılınçtan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler masumu sıkıntıya verdirir. Ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde üçbin adamın caniyane siyaset hatalarıyla otuz milyon biçare nev’-i beşer aynı harbde mahvedildiği gibi, binler misaller var.

İşte bu vahşiyane irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur’an şakirdlerinin Kur’anın yüzer kanun-u esasîsinden وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى ( 6:164 ) âyetinin ders verdiği kanun-u esasîsi ile adalet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti te’min etmeğe çalışan ehl-i iman fedakârlarına “mürteci” namını verip onları müttehem etmek, mel’un Yezid’in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zalimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur’anın mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir. (E.L.II.82)

1711- İslâm Şeriatı, gelişen beşerî ve içtimaî hayatın seviye ve iktizasına göre her türlü terakki ve tekemmülün ve en ileri medeniyetin üstadı olmuş ve olacaktır. Bu hakikat, 1927 senesinde Lahey’de toplanan Dünya Hukuk Kongresi’nde te’yid edilmiştir. (Bak: 1360/1.p.)

İslâmiyete irtica diye dil uzatan, ya koyu cehaletini ilan eder veya dine muhalif cereyanı hesabına din aleyhinde propaganda yapmış olur ki; hiçbir müslüman buna değer vermez ve aldanmaz. Hatta böyle propagandalar karşısında dinine daha sarılır ve ona hizmet eder.

Elhasıl, irtica geriye dönüş olduğuna ve geri devrede ise, biri Asr-ı Cahiliye, diğeri Asr-ı Saadet olarak yalnız iki hayat şekli bulunduğuna göre, menfi ve müsbet iki irticadan söz edilebilir. Asrımızda asr-ı cahiliye hayatını yaşamak isteyenler, asr-ı cahiliye mürtecileri; diğer irtica ise: Asr-ı Saadet’teki en yüksek fazilete sahib olan sahabe hayatına uymak isteyenler demek olur.

Amma bazı cahil müslümanın hurafeli anlayış sahibi olanları varsa, o irtica değil, cehaletli taassubdur. İslâm ise, cehaleti kabul etmiyor.

1712- İslâmdan önceki cahiliye devrinde, sefaheti tahrik unsuru ve fitnenin büyük âmili olan hayasız kadınlar, erkekler arasında açık-saçık ve dikkati kendilerine çekecek süs ve eda ile gezerlerdi. Ezcümle Kur’an (7:26-28) âyetlerinin tefsirinden kısmen alınan izahlarda şu bilgi veriliyor:

يَا بَن۪ٓى اٰدَمَ Ey Âdem oğulları! قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَار۪ى سَوْاٰتِكُمْ Muhakkak ki biz üzerinize fena yerlerinizi örter, setr-i avret eder bir libas وَر۪يشً۠ا bir de rîş, yani cemal ve mefharet kisvesi yahut servet ü refah indirdik... Bu miyanda وَلِبَاسُ التَّقْوٰى Takva libas-ı hiss-i takva veya hiss-i takva ile giyim, yani hiss-i haya ve haşyetullah ile giyilen ve biiznillah maddi ve manevi ayıbdan, fenalıktan, zarar ve mehlekeden vikaye edecek olan korunmak elbisesi yok mu ذٰلِكَ bu خَيْرٌۜ hayr-ı mutlaktır...  يَا بَن۪ٓى اٰدَمَ   Ey Âdem oğulları! لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ Sakının Şeytan (bilhassa cahiliye devresinin hayatını isteyen hayasız insî şeytanlar) sizi meftun etmesin!

كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَۜا Ebeveyninizin, babanızın, ananızın sev’elerini- fena yerlerini, Mücahid’in tefsirine göre kendilerine fenalık veren ma’siyetlerini (nefsin günaha bil-kuvve olan meyl-i fıtrîsini tahrik ile bilfiile çıkarıp) kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak -üzerlerindeki libas-ı takvayı sıyırtarak Cennet’ten çıkmalarına sebeb olduğu gibi sizi de aldatıp fitne ve mihnete (irticaî ve çılgın sefahete) düşürmesin, sakının!

اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَب۪يلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْۜ Çünkü o ve o kabilden olanlar sizi, sizin onları görmiyeceğiniz cihetten görürler (zayıf damarlarınızdan ve mimsiz medeniyetin sefahetine tedricen alıştırarak gaflete düşürüp iğfal ederler) اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذ۪ينَ لاَ يُؤْمِنُونَ Muhakkak ki biz (insî ve cinnî) şeytanları iman şanından olmıyan imansızların evliyası (velileri, amirleri, iş başları, başlarına musallat karinleri, arkadaşları) kılmışızdır.

وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً O imansızlar (münafıklar) bir fahişe, bir edebsizlik yaptıkları zaman da قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَۜا Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize böyle emretti (sefahet ve ezvak-ı nefsiyeyi Allah halketti; biz de bunlara göre zevkleniyoruz) dediler. (Allah’ın yasaklarını inkâr ettiler)” (E.T.2145-2148 arasında telhisen alındı)

Görüldüğü gibi Kur’an lisanında hakiki irtica’ın mahiyeti böyledir.

Atıf notları:

-Avrupa hayat şekline uyan müslümanın, irtidada düşmek tehlikesi, bak: 2744.p.da bir âyet notu.

-Kadınların açık saçıklığı asr-ı cahiliyete bir irticadır, bak: 3788.p.

-Âhirzaman fitnesinde marufa irtica manasında bakılacağı, bak: 985.p.

1713- Böyle irticaî cemiyetlerde kaviler zayıfları ezer, merhametsizlik ve vahşet hükmeder. Mehmed Akif Ersoy “Safahat” adlı eserinde bu hakiki mürtecilere şiirle şu müskit cevabı veriyor:

«Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim.

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç, git diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zalimin hasmıyım ama, severim mazlumu.

İrtica’ın şu sizin lehçede manası bu mu!...»

Beşer dünyasında yer-yer ve zaman-zaman bu tarz vahşet hayatına dönerek medeniyet maskesi altında bir kısım mürteciler türerler ve münafıkane bir yol ile halkı iğfale ve idlale çalışırlar.

Bu vahşi mürtecilerin, müslüman ecdadı lanetlemek küstahlığına düşecekleri de rivayette bildirilir. (Bak: 2049.p.sonu)

1714- İrticaı takbih eden hadisler de vardır. Ezcümle: S.B.M. 12. cild. 2175. hadiste ve ibn-i Mace, Kitab-ül Fiten, 17. bab, 3994. hadiste : Ümmet-i İslâmiyenin kendilerine önceki cahiliye âdetlerine uyan milletlere her cihetle uymalarıyla düşecekleri dalaletleri tasvir edilir. (Ehl-i bid’aya hürmet etmemek, bak: 455.p.)

Kur’an (31:21) ve emsali bazı âyetlerde, İslâma uymak davetine karşı “Biz atalarımızın izinden gideriz” diyen mürtecilere işaret eder. (26:74) âyeti de putperestlik irticaını anlatır.

Avrupa memleketlerinden yayılan mimsiz (yani tedenni etmiş) medeniyette, vahşet ve cahiliyet devrelerinin âdetlerine çok rastlanır. (Bak: Medeniyet) Bilhassa nefsanî âdetlerine gösterdikleri taassub (Bak: Taassub) onları, irşad imkânından da mahrum ediyor.

Bir hadis-i şerifte de medeniyet maskesi altında saklanmak isteyen hakiki mürteciler şöyle tarif ediliyor: “مُبْتَغِ فِى الْاِسْلَامِ سُنَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ Yani: İslâm camiası içinde cahiliyet âdetini araştırıp, onu bulup yaşatmak isteyen mürteci” diye beyan ediliyor.1

1715- Mezkûr hakikatı Bediüzzaman Hazretleri, ikinci meşrutiyet devresinde yazdığı “Münazarat” adlı eserinde tenkid ettiği muhatablarının, hakikatta 30-40 sene sonra ortaya çıkan hakiki mürteciler olup o eseriyle bu mürtecilere hitab ettiğini şöyle ifade eder:

“Eski Said’in matbu eski eserlerinden birisi elime geçti. Merak ve dikkatle baktım. Bu gelen fıkra kalbe geldi. Münasibse Mektubat ahirinde yazılsın.

Evvela: Hürriyetin üçüncü senesinde aşairler arasında meşrutiyet-i meşruayı aşaire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuş aşairi içinde hususan Küdan ve Mamhuran’a verdiği ders ve 1329’da Matbaa-i Ebuzziya’da tab’edilen, kırkbir sene evvel tab’edilmiş fakat maatteessüf yirmi-otuz seneden beri arıyordum. bulamamıştım. Bu def’a birisi bir nüsha bulup bana göndermiş. Ben de Eski Said kafasını alıp ve Yeni Said’in sünuhatıyla dikkatle mütalaa ettim. Anladım ki Eski Said acib bir hiss-i kablelvuku ile otuz-kırk sene sonra şimdi vukua gelen vukuat-ı maddiye ve maneviyeyi hissetmiş. Ve bedevi Ekrad aşairi perdesi arkasında bu zamanın medeni perdesini kendilerine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altında dinsiz ve hakiki bedevi ve hakiki mürteci; yani bu milleti, İslâmiyet’ten evvelki âdetlerine sevk eden hainleri görmüş gibi onlarla konuşup başlarına vuruyor.” (E.L.II.110)

1716- Bu irtica yaygarası, 1909 siyasî dalgalanmalar devresinde de yapılıyordu. Kur’an (4:83) (33:60 âyetlerinde tenbih ve tehdid edilen ve bir kısım eracif ehli olan cerideler ve mevkuteler ortalığı karıştırmıştı. Yine Bediüzzaman Hazretleri bu müstebidlere de cevab vermiş ve hakikat-ı hali ortaya koymuştu. Bu beyanlardan birkaç kısa nümuneler verelim:

“Vakta ki hürriyet divanelikle yadolunurdu; zaif istibdad, tımarhaneyi bana mekteb eyledi. Vakta ki i’tidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu, meşrutiyette şiddetli istibdad, hapishaneyi mekteb eyledi.” (İ.M.Ş.9)

“Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise ve hilaf-ı şeriat hareket ise: اَنِّى مُرْتَجِعٌ2 Zira yalanlarla ittihad yalandır ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrutiyet fasiddir. Müsemma-yı meşrutiyet; hak, sıdk ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.” (İ.M.Ş.34)

“Bunu da derim ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar, kabahatını setr için başkasını irtica ile ve dinini, siyasete âlet yapmakla itham ederler. Şimdiki hafiyeler, eskisinden beterdirler.” (İ.M.Ş.12)

“Divan-ı Harb-i Örfî’de, mahkemedeki paşaların: “Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin” diye suallerine karşı idame beş para kıymet vermeyip, cevab en: Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın birtek mes’elesine ruhumu feda etmeğe hazırım.” (Ş.449)

1717- Bediüzzaman Hazretlerinin Afyon mahkemesinde de aynı mesele ileri sürülmüştü. Ezcümle ehl-i vukuf raporunda:

“Suçlarından diye: “Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve laikliğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması, şapka giyilmesi, tesettürün kaldırılması, latin harflerinin huruf-u Kur’aniye yerinde cebren kabulü, Türkçe ezan ve kamet okunması, mekteplerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve teaddüt-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılab hareketlerini bid’at, dalalet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur.” diye yazmışlar.

Ey insafsız hey’et! Eğer her asırda üçyüzelli  milyonun kudsi ve semavi rehberi ve bütün saadetlerinin programı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tesettür ve irsiyet ve teaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve te’vil kaldırmaz sarih çok ayat-ı Kur’aniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini, umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkün ise ve mürur-u zamanı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükümetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz.” (Ş.431) (Bak: 3841/1.p.)

Bir atıf notu:

-M.Kemal’in inkılab hareketlerini önceden gizli tuttuğuna dair bir hatıra, bak: 2194/1.p.

1718- “Eğer dinsizliği küfrü kendine meslek ittihaz eden bedbaht bir kısım adamlar, bir maksad-ı siyasînin perdesi altında hükümetin bazı erkânına hulul edip iğfal etseler veya memuriyet mesleğine girseler ve Risale-i Nur’u desiselerle imha ve beni tehdidleriyle susturmak için deseler: “Taassub zamanı geçti. Maziyi unutmak ve istikbale bütün kuvvetimizle müteveccih olmak lâzım gelirken, senin irticakârane bir surette dini ve imanı kuvvetli ders vermen işimize gelmez.!..”

Elcevab: Evvela o mazi zannedilen zaman ise, istikbale inkılab etmiş ve hakiki istikbal odur ve oraya gideceğiz.

Saniyen: Risale-i Nur, tefsir olduğu haysiyetiyle, Kur’an-ı Hakim ile bağlanmış. Kur’an ise, Küre-i Arzı Arş’a bağlayan cazibe-i umumiye gibi bir hakikat-ı cazibedardır. Asya’da hükmedenler; Kur’anın Risale-i Nur gibi tefsirleriyle mübareze edemezler. Belki müsalaha ederler, ondan istifade ederler ve himaye ederler.” (T.H.235)

1719- “Müdafaatımın bütün safahatında gizli ve müdhiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini gösteren tarz-ı ifademdeki maksadım şudur:

Nasılki Hükümet-i Cumhuriye “Dini dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak” prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da, dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır. Öyle de; ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen Hükümet-i Cumhuriyeyi, dinsizliğe tarafdar ve entirikaları çeviren ve hükümetin me’murlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik edilip, hükümetin onlardan uzak olmasını istiyorum; o entrikacılarla mübareze ediyorum. O komitelerden, tesadüfle hükümetin me’muriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükümeti iğfale çalışıyorlar. O iki kulpun birisi. O mülhidlerin, dinsizliğe temayül göstermemek manasıyla “irtica” kulpunu takıyor. Diğeri: Haşa ve haşa! dinsizliği, bu Hükümet-i İslâmiyetin ayn-ı siyaseti telakki etmediğimiz manasında “Dini siyasete âlet etmek” kulpu ile lekelemek istiyorlar.3

Evet Hükümet-i Cumhuriye, o gizli müfsidlerin vatana ve millete muzır efkârlarını elbette terviç etmez ve tarafdar olamaz. Menetmek, Cumhuriyetin kanunlarının muktezasıdır. Ve öyle müfsidlere tarafdarlık ile, Cumhuriyetin esaslı prensiplerine zıddı zıddına gidemez. Hükümet-i Cumhuriye, bizim ile o müfsidler mabeyninde hakem hükmünü alsın. Hangimiz zalim ise tecavüz ve ediyorsa; o vakit hakem hükmünü versin ve hakimlik noktasında hükmünü icra etsin.

1720- Evet inkâr edilmez ki; kâinatta, dinsizlik ve dindarlık, Âdem zamanından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir. Bu mes’elemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun, doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar. Ekser-i hükemanın Garbda ve Avrupa’da zuhuru; ve agleb-i Enbiyanın Şarkta ve Asya’da tulu’ları kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki; Asya’da hâkim, galib, din cereyanıdır. Elbette Asya’nın ileri kumandanı olan bu Hükümet-i Cumhuriye, Asya’nın bu fıtrî hasiyetinden ve madeninden istifade edecek. Ve bîtarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tarafına temayül ettirecektir.” (T.H. 240)

 

1 S.B.M. hadis 2097

2 (Haşiye): Yani: Bütün dünya, cinn ve ins şahid olsun ki, ben mürteciyim.

3 (Haşiye): Yani "Hükûmet bir siyaset takib etmiyor, hâşâ sümme hâşâ hükûmetin siyaseti dinsizliktir." diye tevehhüm eden o mülhidlerin nazarında, benim Kur'an-ı Hakîm'in nusus-u kat'iyyesinden tereşşuh eden Risale-i Nur ile takib ettiğim hakaik-i imaniyeye hizmetimi, muhalif bir siyaset demekle, dünyada en şeni' bir iftirayı eder.

Yukarı Çık