3909- ÜZEYR (A.S.) عزير : Kur’an-ı Kerim Hz. Üzeyr’e dair malumat vermektedir. Fakat Peygamber olup olmadığını sarihan beyan etmemiş olduğundan nübüvveti hakkında ülemanın ittifakları yoktur.
İslâm Ansiklopedisi’nin nakline göre, müfessirler, 2:259 âyetinde geçen şahsın Üzeyr (A.S.) olabileceğini kaydederler. Taberî, bu şahsın Üzeyr (A.S.) olduğunu belirten dokuz rivayet ve Yeremya olduğunu dair de altı rivayet nakleder. (Tefsir-i Taberî, ci:5, sh:439 ve Tefsir-i Kurtubî, ci:2, sh:288 ve Bahr-ı Muhit, ci:2,sh:290)
3910- - Hz. Üzeyr’e atfen bir âyet-i kerime şöyle tefsir ediliyor:(2:259)
«اَوْ كَالَّذ۪ى Yahud o şahıs gibisine baksana!... مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ O şahıs bir karyeye, bir şehre uğramıştı. وَهِىَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَۚا O sırada bu karye damlarının üzerine çökmüş, o mamur binaların tavanları çöküp inmiş, altındaki duvarlar onların üzerlerine yıkılmış alt-üst olmuş veya bağlarına bahçelerine rağmen harab, bomboş, kimsesiz, ağlanacak bir halde idi. Arş, esasen tavan demek olup, müsakkafata ve her tarafına gölge veren şeylere de ıtlak olunduğundan burada birkaç tasvir, mümkindir. Hazret-i Ali, İbn-i Abbas, İkrime, Ebu-l Aliye, Said İbn-i Cübeyr, Katade, Rebi, Dahhak, Suddi, Mukatil, Süleyman İbn-i Büreyde, Naciyet İbn-i Kâ’b, Salim-il Havas demişlerdir ki: Bu şahıs, Hazret-i Üzeyr idi. Fakat Vehb, Mücahid, Abdullah İbn-i Ubeyd İbn-i Umeyr, Bekr İbn-i Muzar: Hazret-i Ermiya idi demişler. İbn-i İshak da, Ermiyanın Hızır olduğunu söylemiştir. Bunlardan başka Lut Aleyhisselâm’ın kölesi veya Şa’ya dahi denilmiş, bidayeten bir şahs-i kâfir ve fakat ba’d-el ihya mü’min olduğu da söylenmiştir. Bunların içinde en meşhuru, şahsın Hazret-i Üzeyr İbn-i Şerhiya, karyenin de Benî İsrail devletinin makarrı olan Kudüs şehri olmasıdır ki, Buhtünnassar’ın harbiyle istila ve tamamen tahrib edilmiş ve bütün Benî İsrail üç kısma tefrik olunup bir kısmı baştan başa katl-i âmm edilmiş ve bir kısmı Şam’da iskân olunmuş, bir kısmı da esir edilip götürülmüş idi. Üzeyr, bu esirler miyanında olup bilahare kurtulmuş ve bir gün merkebiyle Kudüs’e uğrayıp bu halde görmüş idi. İbn-i Abbas’dan sebeb-i nüzulün bu olduğu bittafsil mervidir...
3911- Demek olur ki, ismi lâzım değil o şahıs uğradığı karyenin bu acıklı halini görünce (2:259) قَالَ اَنّٰى يُحْي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَۚا bu müthiş ölümünden sonra Allah bu memleketi nereden ihya edecek diyordu...
Binaenaleyh فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِاءَةَ عَامٍ Allah hemen o şahsa yüz sene süren medid bir ölüm verdi. Bu müddette hayat namına bir şey tattırmadı. Rivayete nazaran bir uykuya dalmış, o uykusunda öyle kalmış idi ve henüz genç idi. ثُمَّ بَعَثَهُۜ sonra da o ölüyü tekrar hayata salıverdi. Evvelki gibi hayy, âkıl, fehimli, maarif-i İlahiyede nazar ü istidlale müstaid bir ruh ile ba’s ba’delmevte mazhar etti.
Bazı rivayete göre bu yüz senenin yetmişinci senesi (Yuşek) namında bir Fars hükümdarı tarafından külliyetli bir askerle Arz-ı Mukaddes fethedilmiş, Buhtünnassar helâk olmuş, Benî İsrail’in bakayası yine Beytülmakdis ve civarına yerleştirilmiş. Otuz sene zarfında Kudüs yeniden i’mar olunmuş ve işte اَنّٰى يُحْي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَۚا diyen Hazret-i Üzeyr’i de Allah bu sırada o karye gibi ba’sü ba’delmevte mazhar etmiş, edince قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ Ne kadar kaldın diye sordu. O da bir uykudan uyanırcasına قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ bir gün veya bir günün bir kısmı kaldım dedi... Bu müttekiyane itiraf üzerine قَالَ Allah hakikatı anlatıp buyurdu ki: بَلْ لَبِثْتَ مِاءَةَ عَامٍ Hayır, yüz sene kaldın.فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ şimdi yiyeceğine ve içeceğine bak, Allah’ın kudretini seyret ki, لَمْ يَتَسَنَّهْۜ hiç biri yıllanmamış yani bozulmamış, hep eskisi gibi tazece duruyor. وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ Merkebine de bak, onu da öyle bulacaksın. وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ Ve seni ecelin geldiği için değil, mahza bir ibret için, seni nâsa bir âyet, Hakk’ın meşhud bir bürhan-ı kudreti kılmak için böyle öldürüp ba’settik, bu hârikaları yaptık. Sana bu kadar mevt-i medidden sonra insanî, nebatî, hayvanî, şahsî, nev’î, ruhanî, cismanî hayatların hepsinde ba’s ü ihyayı bilfiil gösterdik ki, zevk-i yakîne ayanen eresin de insanlara nübüvvet veya velayetle bir şahid-i Hak olasın.» (E.T. 880-885) (Bak: 287 ve 4028.p. lar)
3911/1- Teşbihen küllî bir hakikatı ifade eden mezkûr kıssanın, her asra bakan vecihleri bulunacağı nazar-ı itibara alınırsa, nev’-i beşerde zaman zaman vuku’ bulan inkılabat ve tahribatlara, müteakiben inayet-i İlahiye ile gelen manevi ihya ve yeniden ıslahatlara da işareti bulunacağı anlaşılır. Hem her tahribatın bir tahribcisi ve cereyanı olduğu gibi, onun karşısında da bir tamirci, bir müceddid, bir sahib-i zaman ve onun şahs-ı manevisi bulunur.
Buna göre asrımızda halkın ekseriyetle hakaik-ı Kur’aniyeden uzaklaştırılması, milletin manevi istinadgahları olan şeair-i İslâmiyenin bozulması ile unutturulması, tamiri belki bir asırda mümkün manevi tahribatların yapılması, asrımızın manen adeta ölümü ve yeniden ihyası için de taraf-ı İlahîden manen vazifeli zatın ve onun şahs-ı manevisinin bir asır kadar müddetle şer cereyanlarca tahakküm altında tutulmaya çalışılması ve bütün bu ümit kırıcı şartlara rağmen netice olarak bir asır sonra İslâm iktidarının kuvvetiyle geniş dairede dinî hayatın yeniden ihyası gibi manaları, mezkûr âyetin küllî manasının bu asra bakan bir ferdi olarak anlamak mümkündür.
3912- Üzeyr (A.S.)’ın hüviyetinin Yahudilerce yanlış telakkisine dair bir âyet de şöyledir:
(9:30) «وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ۨابْنُ اللّٰهِ Yehud “Üzeyr, Allah’ın oğlu” dediler. Yehudlardan böyle söyleyenler olmuştu... Bunun sebebi Yehud, Tevrat ile ameli terketmişler, peygamberleri katle başlamışlar, Tevrat’ı bilen kalmamış, kimi ölmüş, öldürülmüş, kimi de unutmuş, Allah Teala kalblerinden silmiş, nihayet Tevrat ve Tabut ref’ olunmuş, bilahare Üzeyr Aleyhisselâm yüz sene ölümden sonra Allah’a tazarru ve niyaz etmiş Tevrat’ın hıfzı kendisine ihsan olunarak genç yaşında Benî İsrail’e gelmiş, Tevrat’ı ezberden imla etmiş ve işte o vakit “Bu başka türlü olmaz, muhakkak bu Allah’ın oğlu” demişler ve Nasara’nın “Mesih İbnullah” sözüne bir kapı açmışlar. Bu âyet nazil olduğu zaman Yahudiler “Biz böyle bir şey söylemeyiz, bunun aslı yoktur” diye hiç bir itiraz ve inkârda bulunamamışlardır. Ve fakat bu mes’elede olsun üzerlerine İslâm’ın harb tehlikesinin büyük bir tesiri olmuş ki, sonraki Yahudilerden bu söz işitilmez olmuştur.» (E.T. 2509)