4002- YILDIZ ييلديز : Güneş ve Aydan başka gökyüzünde görülen ışıklı cisimlerden herbiri. (Bak: Semavat)
4003- Bu mevzu hakkında pek çok ansiklopedi ve alâkalı kaynaklar daha çok maddi cephesiyle ele alarak malumat verirler. Biz ise burada mevzuu, o çeşit kaynaklarda pek temas edilmeyen manevi cephesi ile ve calib-i dikkat bazı hususları cihetiyle ele aldık ve fennî teferruata yer vermedik.
4004- Semavatta ışıksız olduğundan görünmeyen cisimler de vardır. «Küre-i Arzın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlukat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahluklar gözümüzün önünde olup göremiyoruz.» (M.9)
4005- «Melekler ve semekler gibi yıldızların dahi gayet muhtelif efradları vardır. Bir kısmı nihayet küçük, bir kısmı gayet büyüktür. Hatta gök yüzünde her parlıyana yıldız denilir. İşte bu yıldız cinsinden bir nev’i de, nazenin sema yüzünün murassa zinetleri ve o ağacın münevver meyveleri ve o denizin müsebbih balıkları hükmünde Fâtır-ı Zülcelal, Sani-i Zülcemal onları yaratmış ve meleklerine mesireler, binekler, menziller yapmıştır ve yıldızların küçük bir nev’ini de, şeyatînin recmine âlet etmiş.» (S.181)
4006- «Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) şöyle rivayet olunmuştur: Sema’ya uruç buyurdukları zaman kale burçları gibi bir mevkide bir takım melaike görmüştü. Bunlar birbirlerinin yüzüne doğru, mütekabilen yürüyüp gidiyorlardı. Bunlar nereye gidiyorlar diye Resul-i Ekrem (A.S.M.) Cebrail’e (A.S.) sordu. Cebrail: “Bilmiyorum. Ancak yaratıldığımdan beri ben bunları görürüm ve evvel gördüğümün bir tanesini bir daha görmem” dedi. Onlardan birine, ikisi birden: “Sen ne zaman halk olundun?” diye sordular. O da: “Bilmiyorum. Ancak Cenab-ı Hak, her dörtyüz bin senede bir yıldız halk eder. Ben yaratıldığımdan beri de dörtyüz bin yıldız halk etti” diye cevap verdi. Melaikenin kesretini ve kudret-i ezeliyenin vüs’at-i tecelliyatını anlamalı.» (E.T. 307)
4007- «Ecram-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki: O ulvi âlemlerin tabakatında muhalefet var. Meselâ: Nehr-üs sema ve kehkeşan namıyla maruf, Türkçe “Samanyolu” tabir olunan bulut şeklindeki daire-i azîmenin bulunduğu tabaka, elbette sevabit yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevabit yıldızları, yaz meyveleri gibi yetişmiş, ermişler. Ve o kehkeşandaki bulut şeklinde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden yeniye çıkıp ermeye başlıyorlar.» (L.67)
4008- «Bu saray-ı âlemdeki paklık, safilik, nuranilik, temizlik; mütemadiyen hikmetli bir tanziften, bir dikkatli tathirden ileri geliyor. Ve eğer o daimî tathir ve süpürmek ve dikkat ile bakmak olmasaydı, bir senede bütün hayvanların yüzbin milletleri Arzın yüzünde boğulacaklardı. Ve semavatın fezasında, tahribe ve mevte mazhar olan kürelerin ve peyklerin, belki yıldızların enkazları, başımızı ve diğer hayvanatın başlarını, belki Küre-i Arzın başını, belki dünyamızın başını kıracaklardı. Dağlar büyüklüğündeki taşları başımıza yağdıracaklardı. Ve bizi bu vatan-ı dünyevîmizden kaçıracaklardı. Halbuki eskidenberi o yukarı âlemlerdeki tahrib ve tamirden, medar-ı ibret olarak yalnız bir kaç semavi taşlar düşmüş ise de, kimsenin başını kırmamış.» (L.306)
Bir atıf notu:
- Rusya’ya düşen gök taşı, bak: 285.p.
4009- Yıldızların sukutu gibi çeşitli sebeblerle sema harabiyete gidiyor: Evet «Dünya hanesinin tavanı olan sema mekânı ise, ecramların harekâtıyla, kuyruklu yıldızların zuhuruyla, küsufat ve husufatın vuku bulmasıyla yıldızların sukut etmeleri gibi tagayyürat gösterir ki: Sema dahi sabit değil; ihtiyarlığa, harabiyete gidiyor. Onun tagayyüratı, haftalık saatte günleri sayan bir mil çendan ağır ve geç oluyor. Fakat her halde geçici ve zeval ve harabiyete karşı gittiğini gösterir.» (S.437)
4010- Yıldızlara Cehennem’den nar, Cennet’ten nur veriliyor:
«Evet bir Kadir-i Zülcelal ve emr-i Kün feyekûn’e malik bir Hakîm-i Zülkemal, gözümüzün önünde kemal-i hikmet ve intizam ile Kamer’i Arz’a bağlamış; azamet-i kudret ve intizam ile Arz’ı Güneş’e rabtetmiş ve Güneş’i seyyeratıyla beraber arzın sür’at-i seneviyesine yakın bir sür’at ile ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale göre Şems-üş Şümus tarafına bir hareket vermiş ve donanma elektrik lambaları gibi yıldızları, saltanat-ı rububiyetine nurani şahidler yapmış; onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini göstermiş ve Zat-ı Zülcelal’in kemal-i hikmetinden ve aza-met-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kübra’yı elektrik lambalarının fabrikasının kazanı hükmüne getirip âhirete bakan semanın yıldızlarını onunla iş’al etsin, hararet ve kuvvet versin. Yani âlem-i nur olan Cennet’ten yıldızlara nur verip, Cehennem’den nar ve hararet göndersin. Aynı halde o Cehennem’in bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes yapsın.» (M.9)
4011- «Yıldızları Konuşturan Bir Yıldızname
Dinle de yıldızları şu hutbe-i şirinine,
Name-i nurin-i hikmet, bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadir-i Zülcelal’in haşmet-i Sultanına
Birer bürhan-ı nur-efşadınız vücud-u Sania,
Hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan
Nazenin mu’cizatı çün melek seyranına;
Bu semanın Arz’a bakan,Cennet’e dikkat eden
Binler müdakkik gözleriz biz.1
Tuba-yı hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına
Bir Cemil-i Zülcelal’in dest-i hikmetiyle takılmış binler güzel meyveleriz biz.
Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvi aşiyane,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareleriz biz.» (S.228)
Bir atıf notu:
-İsm-i Kayyum’un cilvesi ile yıldızlar âlemindeki intizamat, bak: 1952, 1953. p.lar.
1 Yani Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu'cizat-ı kudret teşhir edildiğinden; semavat âlemindeki melaikeler o mu'cizatı, o hârikaları temaşa ettikleri gibi, ecram-ı semaviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melaikeler gibi zemin yüzündeki nazenin masnuatı gördükçe Cennet âlemine bakıyorlar. O muvakkat hârikaları bâki bir surette Cennet'te dahi müşahede ediyorlar gibi bir zemine, bir Cennet'e bakıyorlar. Yani o iki âleme nezaretleri var demektir.