3334- SEMAVAT سموات : (Sema c.) Gökler. Her şeyin sakfı. Gölgelik. Bulut ve emsali örtü. (Bak: Burc, Ebvab-ı Sema, Kâinat, Yıldız) (Bu mevzuda fennî malumatın verilmemesinin sebebi, 4003.p.da belirtilmiştir, oraya bakınız)

“Gök kelimesinden de yükseklik anlar isek de, bu kelimenin iştikakı renk manasına olan göklükle alâkadar olduğu ve sema ise mutlak yükseklik manasına olan sümüv’den müştak bulunduğu için gök tabirinde tecsim, sema tabirinde yükseklik manaları daha bariz olduğundan, gök demek her zaman sema demenin yerini tutmaz.” (E.T. 5234)

3335- Semavatta herbiri birer ayrı âlemin arşı olan sema tabakaları vardır. “Evet en küçük tabakat-ı mahlukattan olan zerrattan; ta semavata ve semavatın birinci tabakasından, ta arş-ı azama kadar birbiri üstünde teşkilat var. Her bir sema, bir ayrı âlemin damı ve rububiyet için bir arş ve tasarrufat-ı İlahiye için bir merkez hükmündedir.

O dairelerde ve o tabakatta çendan ehadiyet itibariyle bütün esma bulunabilir. Bütün ünvanlarla tecelli eder. Fakat nasılki adliyede hâkim-i âdil ünvanı asıldır, hâkimdir. Sair ünvanlar orada onun emrine bakar, ona tabidir.

Öyle de herbir tabakat-ı mahlukatta, herbir semada bir isim, bir ünvan-ı İlahî hâkimdir. Sair ünvanlar  da onun zımnındadır. Meselâ: İsm-i Kadir’e mazhar Hazret-i İsa Aleyhisselâm, hangi semada Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm ile görüştü ise; işte o sema dairesinde Cenab-ı Hak Kadir ünvanıyla bizzat orada mütecellidir. Meselâ: Hazret-i Musa Aleyhisselâm’ın makamı olan sema dairesinde en ziyade hükümferma, Hazret-i Musa Aleyhisselâm’ın mazhar olduğu “Mütekellim” ünvanıdır ve hakeza.” (S.564)

3336- Ve keza “feza-yı ulvi, bilittifak “esir”ile doludur. Ziya, elektrik hararet gibi sair seyyalat-ı latife, o fezayı dolduran bir maddenin vücuduna delalet eder. Meyveler ağacını, çiçekler çimenlerini, sünbüller tarlalarını, balıklar denizini bilbedehahe gösterdiği gibi; şu yıldızlar dahi bizzarure menşe’lerini, tarlasını, denizini, çimengâhının vücudunu, aklın gözüne sokuyorlar. Madem âlem-i ulvide muhtelif teşkilat var. Muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkâmlar görünüyor. Öyle ise, o ahkâmların menşe’leri olan semavat, muhteliftir. İnsanda cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayat hafıza gibi menavi vücutlarda var. Elbette insanı Ekber olan alemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta âlem-i cismaniyetten başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, ta Cennet âlemine kadar herbir âlemin, birer seması vardır.” (S.569)

3337- “Elhasıl: Esirden yapılmış elektrik, ziya, hararet, cazibe gibi  seyyalat-ı latifenin medarı olmuş ve hadiste اَلسَّمَاءُ مَوْجٌ مَكْفُوفٌ 1 işaretiyle, seyyarat ve nücumun harekâtına müsaid olmuş ve Samanyolu denilen "Mecerret-üs Sema"dan ta en yakın seyyareye kadar, muhtelif vaziyet ve teşekkülde yedi tabaka, herbir tabaka âlem-i Arz’dan, ta âlem-i berzaha, âlem-i misale; ta âlem-i âhirete kadar birer âlemin damı hükmünde birer semanın bulunması, hikmeten, aklen iktiza eder.” (S.569)

3338- Semavatın sekenelerinden “melaike için deriz ki: Seyyarat içinde mutavassıt ve yıldızlar içinde küçük ve kesif olan küre-i arz, mevcudat içinde en kıymetdar ve nurani olan hayat ve şuur, hesabsız bir surette onda bulunuyorlar Elbette karanlık bir hane hükmünde olan şu arza nisbeten müzeyyen kasırlar, mükemmel saraylar hükmünde olan yıldızlar ve yıldızların denizleri olan gökler; zişuur ve zihayat ve pek kesretli ve muhtelif-ül ecnas olan melaike ve ruhanilerin meskenleridir.” (S. 569)

3339- Ve keza, yeryüzündeki mahlukat ve masnuatın manevi tezgahları ve küllî kanunları, ulvi âlemler olan semavatta olduğu gibi; netaic ve semeratının mahzenleri de oradadır. (Bak: 548.p.)

3340- “Seb’a semavat” hakkında âyetlerden birkaç not:

-“Seb’a semavat” ifadesi, yani semavatın yedi tabaka olarak yaratılmış olduğu: (2:29) (67:3) (71:15)

-Yedi sema ve yer ve içindekilerin Allah’ı tesbih etmeleri: (17:44)

-“Rabb-üs Semavat-is Seb’i” ifadesi: (23:86) سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ى يَوْمَيْنِ ifadesi: (41:12)

-Yedi tabaka, yedi yol, yedi sistem (manzume, meslek) manalarında سَبْعَ طَرَٓائِقَۗ tabiri: (23:17)

3341- “Semavatın dokuz tabakadan ibaret olduğu, eski hikmetin hurafelerinden biridir. Onların o hurafevari fikirleri, efkâr-ı ammeyi istila etmişti. Hatta bazı müfessirler, bazı âyetlerin zahirini onların mezheblerine meylettirmişlerdir. Hikmet-i cedide ise, feza denilen şu boşlukta yalnız yıldızların muallak bir vaziyette durmakta olduklarına kaildir. Bunların mezhebinden semavatın inkârı çıkıyor. Ve bu iki hikmetin birisi ifrata varmışsa da ötekisi tefritte kalmıştır. Şeriat ise, Cenab-ı Hakk’ın yedi tabakadan ibaret semavatı halketmiş olduğuna hâkimdir ve yıldızların da balık gibi o semalar denizlerinde yüzmekte olduklarına kaildir. Hadis ise semanın مَوْجٌ مَكْفُوفٌ 2 den ibaret bulunduğunu emrediyor. Şu hak olan mezhebin, “Altı Mukaddeme” ile tahkikatını yapacağız:

3342- Birinci Mukaddeme: Şu geniş boşluğun “esir” ile dolu olduğu, fennen ve hikmetten sabittir.

İkinci Mukaddeme: Ecram-ı ulviyenin kanunlarını rabteden ve ziya ve hararetin emsalini neşr ve nakleden fezayı doldurmuş bir madde mevcuddur.

Üçüncü Mukaddeme: Madde-i esiriyenin, yine esir olarak kalmak şartıyla, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülatı ve ayrı ayrı nevi’leri vardır. Buhar ile su ve buzun teşekkülatları gibi

3343- Dördüncü Mukaddeme: Ecram-ı ulviyeye dikkat edilirse, tabakaları arasında muhalefet görünür. Evet yeni teşekküle ve in’ikada başlamış milyarlarca yıldızlardan ibaret Kehkeşan ile anılan tabaka-i esiriye, sabit yıldızların tabakasına muhaliftir. Bu da, manzume-i şemsiyenin tabakasına ve hakeza yedi tabakaya kadar birbirine muhalif tabakalar vardır.

3344- Beşinci Mukaddeme: Araştırmalar neticesinde sabit olmuştur ki: Bir maddede teşkil, tanzim, tesviyeler vaki olursa, birbirine muhalif tabakalar husule gelir. Bir madenden, kül, kömür, elmas meydana gelir; ateşten alev, duman husule gelir. Müvellidülma’ ile müvellidülhumuzanın imtizacından su, buz, buhar tevellüd eder.

Altıncı Mukaddeme: Şu müteaddid emarelerden anlaşıldı ki; semavat, müteaddiddir, şeriat sahibi de, yedidir demiştir; öyle ise yedidir. Maahaza yedi, yetmiş, yediyüz sayıları Arab üslublarında kesret için kullanılır.

3345- Arkadaş! Pek geniş bulunan Kur’an-ı Kerim’in hitablarına, manalarına, işaretlerine dikkat edilmekle bir amiden tut bir veliye kadar bütün tabakat-ı nâsa ve umum efkâr-ı ammeye olan müraatları, okşamaları fevkalâde hayrete, taaccübe mucibdir.

Meselâ: سَبْعَ سَمٰوَاتٍ kelimesinden bazı insanlar hava-i nesimiyenin tabakalarını fehmetmiştir; öbür bazı da, arzımız ile arkadaşları olan hayattar küreleri ihata eden nesimî küreleri fehmetmiştir; bir kısmı da, seyyarat-ı seb’ayı fehmetmiştir; bir kısım da manzume-i şemsiye içinde esirin yedi tabakasını fehmetmiştir. Bir kısmıda  şu bildiğimiz manzume-i şemsiye ile beraber altı tane daha manzume-i şemsiyeyi fehmetmiştir; bir kısım da esirin teşekkülatı yedi tabakaya inkısam ettiğini fehmetmiştir.

Hülasa: Herbir kısım insanlar, istidadlarına göre feyz-i Kur’andan hisselerini almışlardır. Evet Kur’an-ı Kerim bütün şu mefhumlara şamildir diyebiliriz.” (İ.İ.189)

3346- Mevzumuzla alâkalı diğer bir mesele: “Semavat gibi Arz’ın da yedi tabaka olmasıdır. Şu mes’ele, yeni zamanın feylesoflarına hakikatsız görünüyor. Onların arza ve semavata dair olan fenleri kabul etmiyor. Bunu vasıta ederek bazı hakaik-ı Kur’aniyeye itiraz ediyorlar. Buna dair muhtasaran bir kaç işaret yazacağız.

Birincisi: Evvela: Âyetin manası ayrıdır ve o manaların efradı ve masadakları ayrıdır. İşte o külli mananın müteaddit efradından bir ferdi bulunmazsa, o mana inkâr edilmez. Semavatın yedi tabakasına ve arzın yedi katına dair mana-yı küllisinin çok efradından yedi masadak zahiren görünüyor. Saniyen: Âyetin sarahatında “yedi kat arz” dememiş.

(65:12) اَللّٰهُ الَّذِى خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ اْلاَرْضِ مِثْلَهُنَّ ilâahir. Âyetin zahiri diyor ki: “Arzı da o seb’a semavat gibi halketmiş ve mahlukatına mesken ittihaz etmiş.” Yedi tabaka olarak halkettim, demiyor. Misliyet ise, mahlukıyet ve mahlukata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir.

3347- İkincisi: Küre-i Arz her ne kadar semavata nisbeten çok küçüktür, fakat hadsiz masnuat-ı İlahiyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan; kalb cesede mukabil geldiği gibi, Küre-i Arz dahi, koca hadsiz semavata karşı bir kalb ve manevi bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir. Onun için zeminin küçük mikyasta eskidenberi yedi iklimi; hem Avrupa, Afrika, Okyanusya, İki Asya, iki Amerika namlarıyla maruf yedi kıt’ası; hem denizle beraber Şark, Garb, Şimal, Cenub, bu yüzdeki ve Yeni Dünya yüzündeki malum yedi kıt’ası; hem merkezinden ta kışr-ı zahirîye kadar hikmeten, fennen sabit olan muttasıl ve mütenevvi yedi tabakası, hem zihayat için medar-ı hayat olmuş yetmiş basit ve cüz’î unsurları tazammun edip ve “yedi kat” tabir edilen meşhur yedi nevi külli unsuru; hem dört unsur denilen su,  hava nar, toprak (türab) ile beraber, “mevalid-i selase” denilen maadin, nebatat ve hayvanatın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri; hem cin ve ifrit vesair muhtelif zişuur ve zihayat mahlukların âlemleri ve meskenleri olduğu çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri (Bak:211.P.) hem Küre-i Arzımıza benziyen yedi küre-i uhra dahi bulunmasına, zihayata makarr ve mesken olmasına işareten yedi tabaka, yani yedi küre-i arziye bulunmasına işareten Küre-i Arz dahi, yedi tabaka âyat-ı Kur’aniyeden fehmedilmiştir.3 (Bak: 267, 3351. P.lar)

İşte yedi nevi ile yedi tarzda Arz’ın yedi tabakası mevcud olduğu tahakkuk ediyor. Sekizincisi olan âhirki mana, başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir. O yedide dahil değildir.

3348- Üçüncüsü: Madem Hakîm-i Mutlak israf etmiyor, abes şeyleri yaratmıyor. Ve madem mahlukatın vücudları zişuur içindir ve zişuurla kemalini bulur ve zişuurla şenlenir ve zişuurla abesiyetten kurtulur. Ve madem bilmüşahede o Hakîm-i Mutlak, o Kadir-i Zülcelal, hava unsurunu, su âlemini, toprak tabakasını hadsiz zihayatlarla şenlendiriyor. Ve madem hava ve su, hayvanatın cevelanına mani olmadığı gibi, toprak, taş gibi kesif maddeler, elektrik ve röntgen gibi maddelerin seyrine mani olmuyorlar. Elbette o Hakîm-i Zülkemal, o Sani-i Bîzeval, Küre-i arzımızın merkezinden tut, ta meskenimiz  ve merkezimiz olan bu kışr-ı zahirîye kadar birbirine muttasıl yedi küllî tabakayı ve geniş meydanlarını ve âlemlerini ve mağaralarını boş ve halî bırakmaz. Elbette onları şenlendirmiş. O âlemlerin şenlenmesine münasib ve muvafık zişuur mahlukları halkedip orada iskan etmiştir.

O zişuur mahluklar, mademki melaike ecnasından ve ruhanî envalarından olmak lâzım gelir. Elbette en kesif ve en sert tabaka, onlara nisbeten, balığa nisbeten deniz ve kuşa nisbeten hava gibidir. Hatta zeminin merkezindeki müdhiş ateş dahi, o zişuur mahluklara nisbeti, bizlere nisbeten Güneşin harareti gibi olmak iktiza eder. O zişuur ruhanîler nurdan oldukları için, nar onlara nur gibi olur.

3349- Dördüncüsü: Onsekizinci Mektub’da tabakat-ı Arzın acaibine dair ehl-i keşfin tavr-ı akıl haricinde beyan ettikleri tasvirata dair bir temsil zikredilmiştir. Hülasası şudur ki: Küre-i Arz, âlem-i şehadette bir çekirdektir; âlem-i misaliye ve berzahiyede bir büyük ağaç gibi, semavata omuz omuza vuracak bir azamettedir. Ehl-i keşfin Küre-i Arzda ifritlere mahsus tabakasını bin senelik bir mesafe görmeleri, alem-i Şehadete ait küre-i arzın çekirdeğin de değil belki alem-i misalîdeki dallarının ve tabakalarının tezahürüdür. Madem Küre-i Arzın zahiren ehemmiyetsiz bir tabakasının böyle başka âlemde azametli tezahüratı var; elbette yedi kat semavata mukabil yedi kat denilebilir ve mezkûr noktaları ihtar için îcaz ile i’cazkârane bir tarzda âyat-ı Kur’aniye, semavatın yedi tabakasına karşı bu küçücük arzı mukabil göstermekle işaret ediyor.” (L.64-66)

Bir atıf notu:

-Arzın insanla kazandığı manevi değer, bak:274. P.

3350- “Eski hikmet, semavatı dokuz tasavvur edip, lisan-ı şer’îde Arş ve Kürsi, yedi semavat ile beraber kabul edip acib bir suretle semavatı tasvir etmiştiler. O eski hikmetin dâhî hükemasının şa’şaalı ifadeleri, nev’-i beşeri çok asırlar müddetince tahakkümleri altında tutmuşlar. Hatta çok ehl-i tefsir âyatın zahirlerini onların mezhebine göre tevfik etmeye mecbur kalmışlar. O suretle Kur’an-ı Hakîm’in i’cazına bir derece perde çekilmişti. Ve hikmet-i cedide namı verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur ve ubura ve hark ve iltiyama kabil olmıyan semavat hakkındaki ifratına mukabil tefrit edip, semavatın vücudunu âdeta inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakikatı tamamıyla gösterememişler. Kur’an-ı Hakîm’in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti bırakıp, hadd-i vasatı ihtiyar edip der ki: Sani-i Zülcelal, yedi kad semavatı halketmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi sema içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadiste اَلسَّمَاءُ مَوْجٌ مَكْفُوفٌ 4  denilmiş. Yani: “Sema, emvacı karardade olmuş bir denizdir.”  (L.66)

3351- Akıl sahibi olan şahsı bildiren مَنْ zamirinin ve göklerde ve yerde kimler varsa mealindeki cümlelerin geçtiği âyetler:

-(3:83) (10:66) (13:15) (19:93) (21:19)  (22:18)  (24:41) (27:65, 87) (30:26) (39:68) (55:29)

-Semavatta dabbe: (42:29) “Bu ayetin zahirine göre göklerde de hayvanat vardır. Mücahit de buna kail olmuştur. Diğer bazıları ise semevattaki dabbeden murad havada uçuşan hayvanat olduğuna zâhib olmuşlarsa da böyle bir te’vile zaruret yoktur.” (E.T. 4242)

-Kur’an (21:32) âyetinde: Sakf-ı mahfuz ve bir levha-i ibret olarak yaratılan semayı tefekkür etmekten i’raz edenler takbih edilir.

3352- Kur’anda zikredilen sema-i dünya hakkında şu bilgi veriliyor:

“Sema-i dünya terkibini dünyanın seması demek gibi izafet terkibi zannederek yanlış anlamağa alışmış olanlar, bizim buna dünya sema dememizi tuhaf bulurlarsa da, biz bunun doğrusu “dünya” sıfat, “sema” mevsuf olarak sıfat terkibi olduğunu anlatmak için yukarıdan beri dünya sema demeyi tercih eyledik ki; hayat-ı dünyaya dünya hayat dememiz de böyledir. Gerçi dünya lafzı lisanımızda olduğu gibi sıfat-ı galibe kabilinden isim olarak dahi isti’mal olunursa da, Kur’anda hep sıfat olarak zikredilmiş olduğundan o mazmunu muhafaza lâzımdır.

Dünya, ednanın müennesi ism-i tafdil olup denaet yahud dünüvvden müştak olmasına nazaran, en aşağı yahud en yakın sema demek olur.”  (E.T.5188)

3353- Hem (67:5) “وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا âyetinde, semayı dünyaya izafe ile tavsif etmesi ve dünyanın âhiret ile mukabil tutulması ile işaret eder ki; sema-i dünyadan başka altı tabaka semavat-ı âherler; berzahtan ta Cennet’e kadar olan başka âlemlere bakıyorlar ve şu görünen gökyüzü, bütün yıldızlarıyla ve tabakatıyla - Alluh’u a’lem- yalnız bu dünyanın seması olsa gerektir.” (M.Nu. 272)

3354- “Sema-i dünya” ifadesi Kur’anda (37:6) ve (41:12) âyetlerinde de geçer.

3355- Beşerin teknik terakki ile semaya teveccühü hakkında Kur’an ve ehadiste bazı gizli  remizler vardır. Ezcümle Kur’an (38:10, 11) âyetleri, tekniğine güvenerek gururlanan ve Malik-i Semavat’ın saltanatından gafil olan beşerin semaya teveccüh edeceğine ve o devirdeki birbirine zıd siyası hizibleriyle hezimete mahkûm iktidarlarına ve dünyevi menfaat için birleşen devletlerine (Kur’anın her asra bakan mana külliyeti kaidesine binaen) remzeder. Aynı surenin 14. Âyetine kadar olan devamında, bu hiziblerin geçmişteki azgın emsallerinin devamı olduklarını da ihtar ediyor.

Aynı surenin 10. Âyetinde geçen: فَلْيَرْتَقُوا فِى اْلاَسْبَابِ ifadesi semavatta Allah’ın koyduğu sebeb ve kanunlara ve semada vaz’olunan mizana (Bak: Kur’an 55:7) yapışarak ve içine girerek göğe yükselmekle alâkalı müteşabih nev’inden bazı rivayetler de vardır. Meselâ Sahih-i Müslim’de nakledilen hadisin bir kısmı olan şu ifade gayet manidardır:

هَلُمَّ فَلْنَقْتَلْ مَنْ فِى السَّمَاءِ فَيَرْمُونَ بِنُشَّابهِمْ اِلَى السَّمَاءِ فَيَرُدُّ اللَّهُ عَلَيْهِمْ مَخْضُوبَةً دَمًا

“Yani: Şimdi gelin de gökte bulunanları öldürelim (derler) ve oklarını gökyüzüne doğru atarlar. Allah onların oklarını bir kan ile boyanmış olarak kendilerine döndürür.” (S.M. ci.8, sh: 481, hadis no:111)

Hadiste geçen (nüşşab), uzak menzile atılan ve ucuna maden geçirilen temrenli oktur ki, teknik dünyanın fezaya fırlattıkları oklarına (füze v.s. âlet ve cihazatlarına) da telmih vardır. Hadiste adı geçen ok’un akıllı imiş gibi sahiblerine geri döndürülmesi, bu makamda çok manidar düşmüştür.

Yaş ve kuru herşey içinde bulunan Kur’an, (Bak: 6:59) beşerin teknik terakkisine de gizli işaretlerle elbette temas edecektir. Evet (15:14, 15)  (40:36, 37)  (55:33)  (84:18, 19) ve emsali âyetler, teknik terakkiyata da ince remizlerle baktığı düşünülebilir.

3356- Hem “arzın semavatla alâkası, muamelesi olup aralarında çok büyük irtibat vardır. Evet arza gelen ziya, hararet, bereket vesaire, semavattan geliyor. Arzdan da semaya dualar, ibadetler, ruhlar gidiyor. Demek aralarında cereyan eden ticarî muameleden anlaşılıyor ki; arzın sakinleri için semaya çıkmaya bir yol vardır ki, enbiya, evliya, ervah cesedlerinden tecerrüd ile semavata uruc ederler.” (M.N. 204)

3357- Ve keza “bu güzel âlemin bir maliki bulunmaması muhal olduğu gibi, kendisini insanlara bildirip tarif etmemesi de muhaldir. Çünki insan malikin kemalatına delalet eden âlemin hüsnünü görüyor; ve kendisine beşik olarak yaratılan Küre-i Arzda istediği gibi tasarruf eden bir halifedir. Hatta sema-i dünyada dahi aklıyla çalışıyor ve küçüklüğüyle, zaafiyetiyle beraber hârika tasarrufat-ı acibesiyle eşref-i mahlukat ünvanını almıştır.”  (M.N.138)

Bir atıf notu:

-Semavat âlemi, yalnız âlem-i cismanîye bakmıyor, bak: 1018. P.

1 Tirmizi tefsir-i sure/57, l ve Ahmed Bin Hanbel 2/270

2 Tirmizi tefsir-i sure/57, l ve Ahmed Bin Hanbel 2/270

3 Mezkûr yedi dünya, Keşf-ül Hafa 316. Hadiste izahatıyla zikredilir. Sahih-i Buhari 96. Kitab-üt Tevhid, 34. Babında: "ard-us sâbia" şeklinde ifade edilir. Bu arzlarda insanın bulunup bulunmaması hususunda, Elmalılı Hamdi Efendi E.T. 5078'de "Allah Bilir" der. Yedi arz ve semavatın sıfatı: Tirmizi 44. Kitab, sure: 57, 69 hadis: 1 ve İbn-i Hanbel, Evvel/sh: 206, Sani/sh: 370. (Hazırlayanlar)

4 Tirmizi tefsir-i sure/57, l ve Ahmed Bin Hanbel 2/270

Yukarı Çık