DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

AİLE

Aile, cemiyetin temelidir. Ailenin huzur ve saa­detinin en birinci vesilesinin, kalbde ve vicdanî hislerde şuurlu olarak yerleşen ahiret imanı olduğunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

“Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevi saadet için bir cennet, bir melce, bir tahassüngah ise; aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile ha­yatının hayatı ve saadeti ise; samimi ve ciddi ve vefadarane hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise; ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederane, ferzendane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir. Meselâ der: Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünki ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım diyerek o ihtiyar karısına, güzel bir huri gibi muhabbetle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık bir iki saat suri bir refakattan sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık; elbette gayet suri ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye mânasında ve bir mecazi mer­hamet ve sun’i bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi başka menfaatlar ve sair galib hisler, o hürmet ve merhameti mağlûb edip o dünya cennetini, cehenneme çevirir.1 S: 97

 “Bu zamanda aile hayatının ve dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadın­larda ulvi seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.2 Şimdi aile hayatında en mühim nokta budur ki; kadın, koca­sında fenalık ve sadakatsızlık görse, o da kocasının inadına kadının vazife-i ai­levîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa, aynen askerîdeki itaatın bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zir ü zeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar ko­casının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. Yoksa o da, kendini açıklık ve saçıklıkla başkalara göstermeğe ve sevdirmeğe çalışsa her ci­hetle zarar eder. Çünki hakiki sadakatı bırakan dünyada da cezasını görür..” L: 202

Evet, “Bedbaht­tır o adam ki; sefahete girmiş zevcesine ittiba eder, vaz geçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki; zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.

L: 202

Dünyada iki kere evlenen bir kadının âhirette hangi kocasıyla beraber ola­cağını soran sahabeye Peygamberimiz (A.S.M.), “Güzel ahlâklısı kocası olur.” cevabını verdi. (Diyanet İ.B. Yayınlarından Seçme Hadisler 1.Kitap, 10. Hadis) Bu rivayetten anlaşılıyor ki, diyanetçe küfüv olanlar âhirette beraberdirler.

“Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfarakata maruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.” L: 201

Halbuki “İnsanın, hususan müslümanın tahassüngahı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim, sebebini ara­dım. Bildim ki: Nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısiyle Din-i İs­lâm’a zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefa­hate sevketmek için bir-iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçare nisa tai­fesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir-iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki; bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan manevi evlatlarıma kat’iyyen beyan ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvi seciyeri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yeganesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!...3 L: 201

Aile hayatında maneviyat hislerini tahrib eden bidatlardan kaçıp İslâmî hayat ve terbiye takib edilirse, bunun mükâfatının, dünyada olduğu gibi âhirette de daha ulvi olacağını müjdeleyen Bediüzzaman hazretleri şu ikazı yapar:

Evet, “Refika-i hayatına meşru dairesinde, yani latif şefkatine, güzel hasletine, hüsn-ü siretine binaen samimi muhabbet ile, refika-i hayatını da nâşizelikten sair gü­nahlardan muhafaza etmenin netice-i uhreviyesi ise: Rahim-i Mutlak, o refika-i hayatı hurilerden daha güzel bir surette ve daha zinetli bir tarzda, daha cazibedar bir şekilde, ona dar-ı saadette ebedî bir refika-i hayatı ve dünyadaki eski maceraları birbirine mütelezzizane nakletmek ve eski hatıratı birbirine ta­hattur ettirecek enis, latif, ebedî bir arkadaş, bir muhib ve mahbub olarak verile­ceğini vadetmiştir. Elbette vadettiği şeyi kat’i verecektir.4 S: 648

Ebeveyn ve evlad arasındaki münasebetlerin de, aynı İslâmî ruh ve terbiye içinde cereyan etmesi gerektiğini anlatan Hz. Üstad, şu bilgiyi verir:

“...bir çocuk küçüklüğünde kuv­vetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti ka­bul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade ya­banilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde is­tiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarma­dınız!..5 E: 41

İlmi küçüklükte öğrenmeye dair bir hadis şöyledir:

“İlmi6 küçüklüğünde öğrenmenin misali, taş üzerine yazılan nakış gibidir. İhtiyarlığında ilim öğrenmenin misali, su üzerine yazı yazmak gibidir.” Ramuz-ül Ehadis: sh: 391

Şimdi ise dünya menfaatı için aileler resmiyetle birleşerek, zararlı telkinleri çocukların kafalarına aşılıyor. Mesele ile alakalı Hz. Üstada sorulan bir sual:

“Sual: Neden fedakâr, yüksek bir şefkati taşıyan vâlide; bu zamanda veledi­nin malından irsiyet almasından mahrum edildi? Kader müsaade eyledi?

Gelen cevab şu: Valideler bu asırda, bir aşılama suretinde şefkatlerini yanlış bir tarzda sarfetmeleridir ki; evladım şan, şeref, rütbe, memuriyet kazansın diye, bütün kuvvetleriyle evladlarını dünyaya, mekteblere sevkediyorlar. Hatta müte­deyyin de olsa, Kur’anî ilimlerin okumasından çekip dünya ile bağlarlar. İşte bu şefkatin bu yanlışından, kader bu mahrumiyete mahkûm etti.” K: 264

Ahirzaman fitnesinde çocuk terbiyesinin zorluğu hakkında Hazret-i Üstad der ki:

Şimdi ise, terbiye-i İslâmiye yerine mimsiz medeniyet terbiyesi yüzünden ondan belki yirmiden belki kırktan bir çocuk ancak peder ve vâlidesinin çok ehemmiyetli hizmet ve şefkatlerine mukabil, mezkûr vaziyet-i ferzendaneyi gösterir. Mütebakisi endişelerle, şefkatlerini daima rencide ederek; o hakiki ve sadık dostlar olan peder ve vâlidesine vicdan azabı çektirir. Ve âhirette de da­vacı olur. “Neden beni imanla terbiye ettirmediniz?” Şefaat yerinde şekvacı olur.” K: 252

“O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, isti­fade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir. Bu mü­nasebetle ben kendi şahsımda kat’i ve daima hissettiğim bu mânayı beyan edi­yorum:

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, ka­sem ediyorum ki; en esaslı ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâli­demden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddi vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekir­dekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatlar içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyo­rum.” L: 199

Mimsiz medeniyetcilerin mekteblerde tabiatçı dersleriyle çocuklar üzerindeki menfi tesirlerini anlatan bir derste şöyle denilmektedir:

“Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet is­terler, şefkat beklerler. Bunlar da za’f ve acz ve iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlikı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidadları mes’udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvale karşı ge­lebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddi felsefî düsturların taliminde midir? Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvak­katen eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu frengî usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve kü­çük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek. Madem hakikat böyledir, onlara şefkatın muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bu­nunla olur. Yoksa divane bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşuluğuyla, o biçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev’inden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür.7 M: 421

Devr-i câhiliyette çocukların ebeveynleri tarafından diri diri gömülerek öl­dürülmelerini takbih ve tehdid eden (6:137) âyetinin ve benzeri ayetlerin bu asra bakan mâna vecihlerinden biri; yukarıda bahsedildiği gibi, çocukların ebeveynleri tarafından âhirzaman fitnesinin ifsad cereyanı içine itilip, ebedi ölümlerine sebebiyet verilmesidir. Asrımızın bu neviden olan cinayetleri, câhiliye devrindeki cinayetten nihayetsiz derecede daha zâlimanedir. Zira devr-i câhiliyette mazlûmen öldürülen çocukların fâni hayatlarına mukabil ebedî Cen­net hayatları vardır. Asrımızda ise imanlarının ve mâneviyatlarının tahribi ile, ebedî idam ediliyorlar.

Bir hadis-i şerif mealen şöyledir:

“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, şeytanlar onların evladlarına ortak ola­caklar. Denildi ki: Bu da olacak mı yâ Resulallah? Buyurdu ki: Evet.

Dediler ki: Bizim evladlarımızı, onların evladlarından nasıl ayırd edeceğiz?

Buyurdu ki: Haya ve merhamet azlığından anlaşılacak.8 (Ramuz-ul ehadis, sh: 504)

“Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğu namaz gibi farzlara peder ve vâ­lideleri onları alıştırmak için teşvikkârane emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var.” Em: 66

Büluğ öncesi çocukların küçük yaşta oluşları düşün­cesiyle ve moda namı altında dar veya kısa pantolon gibi giyimler, haya hissinin gelişme­sine manidir. Peygamberimiz (A.S.M.) bir hadis-i şeriflerinde:

 “Çocuğun avretine riayet edin ve onu örtün. Zira onun avreti de büyüğün av­reti gibidir. Allah, avretini açana rahmet nazarı ile bakmaz.” buyurdu. (Ramuz-ul ehadis: 321)

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Aile maddesi)

 

1 Zamanın felaketli halini ibretlik anlatıyor. Bazı cüz’i istisnalar hariç, dindar aile durumları da fazla farklı değil.

2   Yani, İslâm dairesinde adab-ı şer’iat yoksa ki, anlayış ve yaşayışta adat-ı ecanib istila etti. Ailede hakiki huzur olmaz.

3   Yani, bu zamanda münafıkların, çılgın bir sefahet hayatına medeni yaşayış diyerek yaptıkları telkinlerle aşılanıp yaygınlaşan bu bid’atlara karşı, kalben nefret edip uzak durmak, müslüman aileler için şarttır. Bu ifsad telkinleri ise, daha çok televizyon ve matbuat vastalariyle yapılmaktadır. Bu bid’atlı yaşayışı normal görenler, fasık-ı mütecahir olmak felâketine düşmek yolunu açarlar.

4 Yukarıda geçen naşizelik: Dinde temel teşkil eden kitablardaki hükümlere bağlı olan koca’nın ailedeki idaresine itaat etmeyip, kendi sözünün geçerli olmasını isteyen kadın manasında olup, Kur’an (4:34) ayetinde geçer. Bu naşizelik, aile hayatının şer’î nizamını temelinden bozduğu için, kavvam olan erkeğe, Kur’an meşru şekliyle olmak şartiyle dövme hakkını verir.

5 Şimdi ortaya çıkan mevcud ictimaî durumun menfiliği cihetiyle, aile efradının mesuliyeti umumî hukuka dokunuyor ve şahsî kusur ve günahlar çok fazla mesuliyet getiriyor. Zira şer cereyanına fiilen ve yaşayış tarzı ile Kur’anın kat’î hükümlerine aykırı hareket mecburiyetleri oluyor. Bu bedihi meselenin izahı şimdi olmaz. Bk. L: 200 parağraf 3-4

6 Yani, ilm-i dinî ve terbiyeyi

7 Hayvanlık mertebesine işarettir. Bu cereyan insanları hayvan derecesinde durdurmak ister.

8 Yani, şer cereyanının Avrupaî terbiyeleri kişiyi hayasız ve merhametsiz yapıyor. Hayasız, demek günahı günah bilmez demektir ki, bu durum iman tehlikesine yol açar. Merhametsizlik ise, anarşiye kapı açar. Esasen ahirzaman fitnesi bu iki felakete dayanır.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık