154- AİLE عائله : Ana-baba ve çocuklardan müteşekkil, cemiyetin en küçük parçası. Ev halkı. *Erkeğin karısı.*Akraba. *Aynı işte olan, aynı gaye için çalışanların hepsi. (Bak: Naşize, Nikah, Nisa, Sıla-ı Rahm, Taaddüd-ü Zevcat, Tesettür)
155- Aile, tarihî seyri de nazara alınarak genel ve umumi açıdan şöyle tarif edilebilir: Dinî ve içtimaî kaidelere uygun evlilikle kurulan, doğum veya evlad edinme yolu ile gelen ferdleri de içine alan, mezkûr kaidelere göre karşılıklı vazife ve mes’uliyetler çerçevesinde müşterek bir hayat yaşayan insanlardan müteşekkil içtimaî bir müessesedir.
Aile, cemiyetin temelidir. Ailenin sağlamlığı ve aile efradının huzur ve saadeti, maddi ve manevi bir kısım şartların varlığına bağlıdır. Bunların en mühim ve başta geleni aile hayatının dinî hayata, dinî terbiye icablarına bağlı ve tabi olmasıdır. Kur’an (30:21) âyetiyle bildirdiği meveddet ve (25:54) âyetinde ifade edilen neseb ve sıhr hakikatının ve aile efradı arasındaki bu fıtrî bağların tekâmülü ve tealisi buna vabestedir. Asrî ailelerde müşahede edilen maddi ve manevi çöküntü ve çözülme, bu hakikatın başka bir şahididir.
156- Evet «Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zenberek ve dünyevi saadet için bir cennet, bir melce, bir tahassüngah ise; aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimi ve ciddi ve vefadarane hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise; ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederane, ferzendane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir. Meselâ der: Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünki ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım diyerek o ihtiyar karısına, güzel bir huri gibi muhabbetle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık bir iki saat suri bir refakattan sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık; elbette gayet suri ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye mânâsında ve bir mecazi merhamet ve sun’i bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi başka menfaatlar ve sair galib hisler, o hürmet ve merhameti mağlûb edip o dünya cennetini, cehenneme çevirir.» (S.97)
157- «Bu zamanda aile hayatının ve dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvi seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir. Şimdi aile hayatında en mühim nokta budur ki; kadın, kocasında fenalık ve sadakatsızlık görse, o da kocasının inadına kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa, aynen askerîdeki itaatın bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zir ü zeber olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. Yoksa o da, kendini açıklık ve saçıklıkla başkalara göstermeğe ve sevdirmeğe çalışsa her cihetle zarar eder. Çünki hakiki sadakatı bırakan dünyada da cezasını görür. Çünki nâmahremlerin nazarından fıtratı korkar, sıkılır, çekilir. Namahrem yirmi erkeğin onsekizinin nazarından istiskal eder. Erkek ise, namahrem yüz kadından ancak birisinden istiskal eder, bakmasından sıkılır. Kadın o cihette azab çektiği gibi, sadakatsızlık ittihamı altına girer; za’fiyetiyle beraber, hukukunu muhafaza edemez.» (L.202)
158- «Bahtiyardır o adam ki: Refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklid eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki: Kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki; sefahete girmiş zevcesine ittiba eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki; zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklid eder. Veyl o zevc ve zevceye ki; birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.» (L.202)
Dünyada iki kere evlenen bir kadının âhirette hangi kocasıyla beraber olacağını soran sahabeye Peygamberimiz (A.S.M.), “Güzel ahlâklısı kocası olur.” cevabını verdi. (Diyanet İ.B. Yayınlarından Seçme Hadisler 1.Kitap, 10. Hadis) Bu rivayetten anlaşılıyor ki, diyanetçe küfüv olanlar âhirette beraberdirler.
159- «Aklı başında olan bir adam; refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fani ve zahirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü siretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o biçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünki onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhamet ile birbirine muhabbet etmek lazım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakattan sonra ebedî bir müfarakata maruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.» (L.201)
«İnsanın, hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim, sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısiyle Din-i İslâm’a zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahate sevketmek için bir-iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir-iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki; bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan manevi evlatlarıma kat’iyyen beyan ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvi seciyeri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yeganesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!..» (L.201)
160- Hem zevc ve zevce (eşler) arasında böyle İslâmî hayat ve terbiye takib edilirse, bunun mükâfatı, dünyada olduğu gibi âhirette daha ulvi olacaktır. Evet «refika-i hayatına meşru dairesinde, yani latif şefkatine, güzel hasletine, hüsn-ü siretine binaen samimi muhabbet ile, refika-i hayatını da nâşizelikten sair günahlardan mu-hafaza etmenin netice-i uhreviyesi ise: Rahim-i Mutlak, o refika-i hayatı hurilerden daha güzel bir surette ve daha zinetli bir tarzda, daha cazibedar bir şekilde, ona dar-ı saadette ebedî bir refika-i hayatı ve dünyadaki eski maceraları birbirine mütelezziza-ne nakletmek ve eski hatıratı birbirine tahattur ettirecek enis, latif, ebedî bir arkadaş, bir muhib ve mahbub olarak verileceğini vadetmiştir. Elbette vadettiği şeyi kat’i verecektir.» (S.648) (Bak: 3760/6.p.sonu)
161- Ebeveyn ve evlad arasındaki münasebetlerin de, aynı İslâmî ruh ve terbiye içinde cereyan etmesi icab eder. «Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız!..» (E.L.I.41)
İki atıf notu:
-İlmi küçüklükte öğrenmeye dair hadis, bak: 1591.p.
-Dünyevî derslere karşı dinî derslerin tercih edilmesi, bak: 2122/1.p.
«Sual: Neden fedakâr, yüksek bir şefkati taşıyan vâlide; bu zamanda veledinin malından irsiyet almasından mahrum edildi? Kader müsaade eyledi?
Gelen cevab şu: Valideler bu asırda, bir aşılama suretinde şefkatlerini yanlış bir tarzda sarfetmeleridir ki; evladım şan, şeref, rütbe, memuriyet kazansın diye, bütün kuvvetleriyle evladlarını dünyaya, mekteblere sevkediyorlar. Hatta mütedeyyin de olsa, Kur’anî ilimlerin okumasından çekip dünya ile bağlarlar. İşte bu şefkatin bu yanlışından, kader bu mahrumiyete mahkûm etti.» (K.L.264)
161/1- İmam-ı Gazali de şunları söyler:
«Şimdi bak! Din idaresi nasıl insanlar eline geçti. Kendilerine daimî bir gelir sağlamak ve bir mevki elde etmek için sultanların hizmetine koşar, paralar harcar ve her türlü zillete katlanırlar. Bunu yaparken de gayelerinin Allah’a yaklaşmak olduğunu zannederler.» (İ.U.142)
«Süfyan-ı Sevrî’yi (R.A.) mahzun gören arkadaşları sebebini sorduklarında: «Biz insanlara ticaret vasıtası olduk. Gelir biri bizden okur da gider; kadı, vâli veya ünlü bir kahraman olur. İşte üzüldüğüm cihet budur» diye cevap vermiştir.» (İ.U.143)
162- Çocuk mevzuunun en mühim esası ve hakikatı ise: «Hem peder, hem vâlide, tenasül kanunundaki vazifede çektikleri çok meşakkat ve gördükleri çok hizmete mukabil; yalnız veledin dünyada, kemâl-i hürmet ve itaatla şefkatlerine ve hizmetlerine bedel, halis bir hürmet ve sadıkane bir itaat ve vefatlarından sonra salahatıyla ve hayratıyla ve dualarıyla onların defter-i a’maline hasenat yazdırmak ve onbeş seneden evvel masumen ölmüş ise, onlara kıyamette şefaatçı olmak ve Cennet’te onların kucağında sevimli bir çocuk olmaktır.
Şimdi ise, terbiye-i İslâmiye yerine mimsiz medeniyet terbiyesi yüzünden ondan belki yirmiden belki kırktan bir çocuk ancak peder ve vâlidesinin çok ehemmiyetli hizmet ve şefkatlerine mukabil, mezkûr vaziyet-i ferzendaneyi gösterir. Mütebakisi endişelerle, şefkatlerini daima rencide ederek; o hakiki ve sadık dostlar olan peder ve vâlidesine vicdan azabı çektirir. Ve âhirette de davacı olur. “Neden beni imanla terbiye ettirmediniz?” Şefaat yerinde şekvacı olur.» (K.L.252)
163- Evet «Bir vâlidenin veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakiki bir ihlas ile vazife-i fıtriyesi itibariyle kendini evladına kurban etmesi gösteriyor ki; hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile; hem hayat-ı dünyeviyesini, hen hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez veyahut su-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur:
O şefkatli vâlide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir; hâfız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor, Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak o masum çocuğunu, âhirette şefaatçı olmak lâzım gelirken davacı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekva edecek. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, vâlidesinin hârika şefkatının hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez; belki de çok kusur eder. Eğer hakiki şefkat su-i istimal edilmeyerek, biçare veledini haps-i ebedî olan Cehennem’den ve idam-ı ebedi olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrı ile çalışsa; o veledin bütün ettiği hasenatının bir misli, vâlidesinin defter-i a’maline geçeceğinden, vâlidesinin vefatından sonra her vakit hasenatları ile ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de değil davacı olmak, bütün ruh u canı ile şefaatçı olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlat olur.
Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir. Bu münasebetle ben kendi şahsımda kat’i ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddi vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatlar içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.» (L.199)
164- Ebeveynin İslâmî esaslara aykırı olmamak şartıyla hukuklarına riayet ve Allah için hürmet etmek gerektir. Evet «peder ve vâlideyi, şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine aittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat Lillah için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkata attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.
اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَا اَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَا اُفٍّ (17:23) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate evladı davet etmesi; Kur’anın nazarında vâlideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir. Madem peder, kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil veled dahi, pedere karşı hak dava edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira münakaşa, ya gıbta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkın yoktur ki, pederine karşı hak dava etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Ve evladlarını, o Zat-ı Rahim-i Kerim’in hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakk’a aittir. Ve o muhabbet ise, Cenab-ı Hakk’ın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise: Vefatlarında sabır ile şükürdür; me’yusane feryad etmemektir. “Halikımın benim nezaretime verdiği sevimli bir mahluku idi, bir memlûkü idi, şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zahirî hissem varsa, hakiki bin hisse onun Hâlik’ına aittir. El-Hükmü Lillah” deyip teslim olmaktır. Hem dost ve ahbab ise: Eğer onlar iman ve amel-i salih sebebiyle Cenab-ı Hakk’ın dostları iseler, “Elhubbu Fillah” sırrınca o muhabbet dahi, Hakk’a aittir.» (S.639)
165- Milletin ehl-i takva, musibetzede, hastalar, ihtiyarlar, çocuklar, fakirler ve gençler olarak altı tabaka olduğunu ve bu taifelere göre onlara uygun ders, teselli ve terbiye gerektiğini beyan eden risalenin çocuklara ait kısmında, mimsiz medeniyetçilere hitaben şöyle denilmektedir:
«Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da za’f ve acz ve iktidarsızlık noktasında; merhametkâr, kudretli bir Hâlikı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidadları mes’udane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddi felsefî düsturların taliminde midir? Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu frengî usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaatı verebilirdi. Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksadlar tevellüd edecek. Madem hakikat böyledir, onlara şefkatın muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı; kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa divane bir vâlidenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev’inden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür.» (M.421)
Devr-i câhiliyette çocukların ebeveynleri tarafından diri diri gömülerek öldürülmelerini takbih edip yasaklıyan (6:137,140,151) (16:57-59) (17:31) (81:8,9) âyetlerinin, bilhassa, (6:137) âyetinin bu asra bakan mânâ vecihlerinden biri; yukarıda bahsedildiği gibi, rahmet-i İlâhiyenin bir ihsanı olan ve fıtrat-ı asliyeye uygun istimali icab eden şefkat hissinin ebeveyn tarafından su-i istimali ile, mevhum ve aldatıcı dünyevî şan ü şeref ve istikbal endişesiyle çocukların mimsiz medeniyet hesabına âhirzaman fitnesinin ifsad cereyanı içine, sefahet hayatına itmeleriyle onların nefisçe ihyalarına mukabil iman ve ahlâk, kalb ve mâneviyat bakımından tahribata uğrayıp mânen bir nevi ölümlerine sebebiyet verilmesine işareti bulunmasıdır. Asrımızın bu neviden olan cinayetleri, câhiliye devrindeki cinayetten nihayetsiz derecede eşedd ve daha zâlimanedir. Zira devr-i câhiliyette mazlûmen öldürülen çocukların fâni hayatlarına mukabil ebedî Cennet hayatları vardır. Asrımızda ise mezkûr vecihle çocukların imanlarının ve mâneviyatlarının izalesi ile, ebedî ölümleri bahis mevzuudur. (S.B.M. 18. hadisi de mevzu ile alâkalıdır.)
Bir atıf notu:
-Eski Mısır’da Fir’avun zamanında erkeklerin kesilmeleri, kızların ise hayatta bırakılmaları kıssası: 976.p.başı
166- Yukarıda bahsi geçen, yalnız terakkiyat-ı medeniye dersleri ve maddi felsefe düsturlarıyla zihni terbiye olsa, yani asrî ve Avrupaî terbiye tarzında, yani gayr-ı İslâmî maarif usulü ile çocuk yetiştirilirse, (Bak: Maarif) hayadan ve merhametten yoksun ve tahribattan zevk alan bir gençlik ortaya çıkacağına dikkati çeken aşağıdaki hadis-i şerif ve mânâ-yı küllîsiyle daha çok asrımıza bakan ve aynı hadis-i şerifi te’yid eden (17:64) âyeti pek manidardır. Hadis-i şerif şöyledir:
يَاْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ يُشَارِكُهُمُ الشَّيَاطِينُ فِى اَوْلَادِهِمْ
قِيلَ اَوَكَائِنٌ ذَالِكَ يَا رَسُوالَّلهِ قَالَ: نَعَمْ
قَالُوا وَكَيْفَ نَعْرِفُ اَوْلَادَنَا مِنْ اَوْلَادِهِمْ؟ قَالَ: بِقِلَّةِ الْحَيَاءِ
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, şeytanlar onların evladlarına ortak olacaklar.(Buradaki “şeytan”ın mânâsı, münafık insî şeytanlara da bakar, bak: 3544-3546.p.lar)
Denildi ki: Bu da olacak mı yâ Resulallah? Buyurdu ki: Evet.
Dediler ki: Bizim evladlarımızı, onların evladlarından nasıl ayırd edeceğiz?
Buyurdu ki: Haya ve merhamet azlığından anlaşılacak.”1
167- Evet hadis metninde geçen “haya” insanlık âleminde temel unsurdur. Zira hayasız kimse, kötülüklerin çirkin neticelerinden vicdani müteessir olmayan insandır ki, fâsık-ı mütecahir mânâsını taşır. (Fâsık-ı mütecahir kelimesine bakınız.)
İşte hadis-i şerif, yeni nesli günahlara iten nefsanî ve inkârcı telkinler içindeki asrî terbiyenin ve tedrisata hulul edip tabiatçılığı ve maddeciliği aşılayan şer cereyanların vahim neticelerini ihbar eder.
Hakikaten hadisin ihbarı gibi, bozuk cemiyetlerde başlıca iki dehşetli sıfat hükmeder ki; biri sefahet çılgınlığının neticesi olan mütereddi bir hayasızlık; diğeri ise, imansızlığın neticesi olan merhametsizlik ve gaddarlıktır.
Ahkâm-ı şer’iye cihetinde değil, belki ibret ve teyakkuz makamında zikredilen mezkûr (17:64) âyeti ise, daha çok asrımıza bakan vechiyle ifham ettiği zahir ve işarî mânâ ki; insî münafık şeytanların şerlerine karşı mü’minleri ikaz sadedinde Allah, insî ve cinnî şeytanlardan mürekkeb şer cereyanının mümessiline ve mümessillerine hitaben: İnsanlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle (yani şehevî çalgılarla ve sihirbaz, aldatıcı ve yalan telkin ve propagandalarla) oynat, kaydır, şaşırt (idlal et) ve süvarilerinle (yani mücehhez askerî kuvvetinle) ve yayalarınla (yani içtimaî müesseselerinle) üzerine var (tahakküm et, ihtilal yap); (çeşidli neşriyat yollariyle) yaygara kopar (korkut, sindir); (riba yollarına ve haram muamelelere mecbur edip veya mülkiyet hakkını kaldırmakla) mallarına; ve (kendi ifsad edici tedris ve terbiye sistemine çekip) çocuklarına ortak ol. Onlara (aldatıcı, parlak) va’dlerde bulun (sizleri en üstün refah ve medeniyet seviyesinde yaşatacağız (ve sizi şu makamlara çıkartacağız) deyip ümitlendir, kendine çek.) Fakat şeytan (insî münafık) yalnız bir aldatış va’d eder, diye ehl-i dalâletin ifsaddaki esas metodlarını icmalen beyan eder. (Bak: 2652,2653. p.lar)
Böyle ifsadata karşı müteyakkız olan ve âyetin devamından da anlaşıldığı üzere, şeytanın aldatamadığı hakiki mü’min nazara alınarak:
1-Gizli din düşmanlarının aşıladıkları sefahetlere girmez,
2-Dine hücumları karşısında hizmet-i diniyeden çekilmez, sebat eder,
3-İfsadkâr neşriyatlarına muhatab olmaz,
4-Derd-i maişet yolunda riba ve haram muamelelere maruz kalmamak için ön tedbirleri alıp uzak durmaya çalışır, (Bak: 412.p.başı)
5-Çocuklarını onların telkin sahasına sokmaz,
6-Refaha kavuşturmak gibi propagandalarına aldanmaz; şeklinde altı cihete dikkati çekilip ikaz ediliyor.
167/1- Hem yine, Nuh (A.S.)’ın kıssasında: “Doğurdukları çocukları hüsranlarını arttırır ve onlar ancak fâsık doğururlar” mealindeki (71:21,27) âyetlerden (ve o kıssadan her zamanın hisse-i dersi bulunması kaide-i külliyesiyle) anlaşılır ki, maddi iktidara sahib ve cemiyette müfsid sultası bulunan hâkim cereyanların hükmü altındaki bozuk cemiyetlerde çocuk terbiyesi çok müşkil olduğu gibi, o müfsid cereyanların terbiyesindeki çocukların da ekserisinin fâsık olacağı galib ihtimaldir. (Bak: 412.p.sonu)
Gerçi böyle cemiyetlerde hidayet yolu tamamen kapalı değildir. Zira aynı cemiyette bazıların hidayet yolunu takib ettikleri görülüyor. Eğer hakkı bulmak şartları hiç bulunmasaydı “fetret devresi” olup mes’uliyet kalkardı. (Bak: Fetret)
İşte böyle fitne devrelerine karşı işâri mânâ külliyetiyle ümmeti teyakkuza davet ile irşad eden pek çok âyat vardır.
168- Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruluyor:
مَا مِنْ مَوْلُودٍ اِلَّا يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ فَاَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ اَوْيُنَصِّرَانِهِ
اَوْ يُمَجِّسانِهِ كَمَا تُنْتِجُ الْبَهِيمَةُ بَهِيمَةً جَمْعَاء هَلْ تُحِسُّونَ فِيهَا
مِنْ جَدْعَاءَ ثُمَّ يَقُولُ اَبُو هُرَيْرَةُ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ: فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِى
فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ القَيِّمُ 2
“Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. (Bak: Fıtrat) Sonra anası ile babası onu Yahudi yahut Nasrani yahut Mecusi yaparlar. Nasılki her hayvanın yavrusu tamm-ül aza olarak doğar. Hiç o yavrunun burnunda kulağında eksik, kesik bir şey görülür mü? Sonra Ebu Hüreyre radıyallahü anh (30:30) âyetini okudu ki meali şöyledir:
«Habibim! Allah’ın, insanları hakkı idrak ve kabule müsait yarattığı fıtrat-ı asliyeyi -ki fıtrat-ı İslâmiyedir- rehber-i hareket ittihaziyle Allah’ın yarattığı bu İslâm ve tevhid seciyesini şirk ile tebdil etmek, muvafık değildir. Bu İslâm ve tevhid dini, en doğru bir dindir.» (Bak: 969.p)
Sahih-i Buhari 23. kitab, 93.bab ve 82. kitab, 3.bab; ve Sahih-i Müslim 46. kitab-ül kader 6.bab, aynı mevzuu beyan eder.
169- Aile mes’uliyetinde gayet hassas davranmayı telkin eden ve uhrevî neticelerini tasvir ederek dünya gafletinden ikaz eden ve bu ciddi din terbiyesinin neticesi olarak Cennet’teki kurtuluşun sevincini ihsas eden şu âyet:
«(52:25) وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ (Cennet’te) bazısı bazısına dönmüş soruşuyorlardır. Hem o zevk ve neş’e esnasında birbirlerine yüzyüze yönelmiş ahval ve ef’alinden soruyor, hasbihal ediyorlardır.قَالُٓوا soranlar demektedirler (yine her biri demektir): اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓى اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ (52:26)
Evet doğrusu biz evvel ehlimiz içinde, ilimizde veya obamızda veya hanemizde ailemiz içinde yüreklerimiz titrer, korkar idik; âkıbetten endişe eder, bir isyana düşmekten veya bir azaba maruz olmaktan korkar idik.
فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا Şimdi Allah bize menn etti; lütf u tevfikiyle bu nimetleri in’am buyurdu. وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ Ve bizi o semum azabından korudu.» (E.T.4556) diyerek mesrur olurlar. (Bak: 30,31.p.lar)
170- Çocuğun dinî terbiyesi hakkındaki hadislerden biri de şudur:
مُرُوا اَوْلَادَكُمْ بِاصَّلَاةِ وَهُمْ اَبْنَاءُ سَبْعِ سِنِينَ وَاضْرِبُوهُمْ عَلَيْهَا
وَهُمْ اَبْنَاءُ عَشْرِ سِنِينَ وَفَرِّقُو ابَيْنَهُمْ فِى الْمَضَاجِعِ
“Çocuklarınıza yedişer yaşlarını bitirince namaz ile emrediniz, onlar (on) yaşlarını bitirmiş oldukları halde -namaz kılmazlarsa bunun üzerine kendilerini hafifçe- dövünüz. Ve bu onar yaştaki çocukların aralarını yataklarda ayırınız.” (Çocuk bahsi için “Vildan” kelimesine de bakınız.)
171- «Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğu namaz gibi farzlara peder ve vâlideleri onları alıştırmak için teşvikkârane emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var.» (E.L.II.66)
172- İmam-ı Buhari’nin Kitab-ül Cuma gibi Sahihinin müteaddid bablarında tahric ettiği bir hadiste :
«كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْؤُ لُونَ عَنْ رَعِيَّتِهِ “Ey ümmetim! Siz hepiniz çobansınız, ailenizin her ferdi öbürlerine karşı bir takım vazifelerin ifasıyla mükelleftir. Ve bu vazifelerden dolayı Allah’a karşı mes’uldür.” buyurmuştur. Bu vazifeler ve mes’uliyetler şeriat-ı İslâmiyede müstakil fasıllar halinde bütün teferruatıyla tafsil ve izah edilmiştir... Bunların vazife ve mesu’liyetlerine:
اَلرَّجُلُ رَاعٍ وَمَسْؤُلٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالْمَرْاُةُ
رَاعِيَّةٌ فِى بَيْنَ زَوْجِهَا وَمَسْؤُلَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا
«Zevc raidir, aile halkının nafakasından ve terbiye-i fikriyyesinden, bedenî neşv ü nemasından mes’uldür. Zevce de, zevcin yed-i emanetine teslim ettiği aile yuvasının hüsn-ü muhafazasından mes’uldür, kem nazardan sıyanetle mükelleftir” vecizesiyle işaret edilip bu umdeler, yüzlerce ahbar ve ehadis ile tafsil edilmiştir.»3 (Bak: 2367.p.) (Bu hadisin asıl metni, S.B.M. cild:3, Hadis No: 487’dedir.)
173- Çocuklarda haya hissinin gelişmesi için gereken terbiyeyi vermek, çocuk terbiyesinde en önemli yeri işgal eder. Haya hissi; nasihattan daha çok, İslâmî adaba uygun yaşayış ile gelişir. Başta adaba uygun giyinmek, konuşmalarda ciddiyet ve gayr-ı ahlâkî durumlara karşı gösterilen hassasiyet gibi hususlara dikkat gerekmektedir. Büluğ öncesi çocukların küçük yaşta oluşları düşüncesiyle kız çocuklarının başını örtmemek ve kısa giydirmek; erkek çocuklara da moda namı altında dar veya kısa pantolon gibi giyimler, haya hissinin gelişmesine manidir. Peygamberimiz (A.S.M.) bir hadis-i şeriflerinde:
غَطُوا حُرْمَةَ عَوْرَتِهِ فَاِنَّ حُرْمَةَ عَوْرَةِ الصَّغِيرِ
كَحُرْمَةِ عَوْرَةِ الْكَبِيرِ وَلَا يَنْظُرُ اللَّهُ اِلَى كَاشِفِ عَوْرَةٍ
Çocuğun avretine riayet edin ve onu örtün. Zira onun avreti de büyüğün avreti gibidir. Allah, avretini açana rahmet nazarı ile bakmaz.»4 buyurmakla vicdaniyatın (Bak: Vicdaniyat) ve ulvi hislerin teşekkülünde en önemli hususa dikkati çeker.
İslâm terbiyesinde çocuklar bu hassasiyetle korunurken, yabancı ve büluğa ermiş erkeklerin, büluğ öncesi çağındaki çocuklara karşı ciddiyetlerini muhafaza etmeleri, laübaliyane ihtilatta bulunmamaları tavsiye ediliyor. Ezcümle: İmam-ı Azam hazretlerinin Ebu Yusuf’a şu vasiyeti var: «Henüz büluğ çağına yaklaşmış olanlar ile konuşma. Zira onlar birer fitnedir. Ama küçük çocuklar5 ile konuşmanda ve onların başlarını okşamanda mahzur yoktur.» (İmam-ı Azam’ın Ebu Yusuf’a Vasiyeti. Serdengeçti Neşriyatı, 1962 Ankara, sahife:6) (Bak: 2820/1.p.)
174- İslâm aile hayatında kadın ve erkeğin vazife, hak ve mesuliyetleri tavzih ve tanzim edilmiştir. Ezcümle: Aile hukuku ile alâkalı bir âyetin tefsirinde deniliyor ki:
«Erkeklerin mirasta istihkakları ziyade olmasının hikmeti (4:34) اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ erkekler ve alel-husus recul olan tam erkekler, kadınlar üzerinde kavvamdırlar; onların üstlerinde dururlar, işlerine bakarlar, dikkatle gözetir, muhafaza ederler, kâhyaları, müdürleri, muhafızları, veliyy-ül emirleridir...
175- Şüphesiz ki, bu vazifelerini yapan ricalin de kadınlar üzerinde kavvam olmaları ve onlardan itaat ü sadakat beklemeleri bir hakk-ı meşrularıdır. Binaenaleyh فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ saliha olan kadınlar da Allah’a itaat ederler. Kocalarına karşı divan durup, haklarına riayet ederler.
حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ Kocalarının gıyabında nefis ve mal ü namus ve haysiyet ve esrar-ı âile gibi muhafazası lazım gelen hususatı بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ hıfz-ı ilahiye istinaden muhafaza ederler. Zira Allah bunların muhafazasını emretmiştir.
Aleyhissalatü Vesselâm Efendimiz’den mervidir ki: “Nisa’nın hayırlısı o kadındır ki; baktığın zaman seni mesrur eder, emredersen itaat eyler, gıyabında bulunduğun zaman da seni malında ve nefsinde hıfzeder” buyurmuş ve bu âyeti okumuştur...
176- وَالّٰت۪ى تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ Ey kavvam olan ve zevcelerinin haklarını veren zevcler! Nüşuzlarından, yani kafa tutup itaatsızlık etmelerinden korktuğunuz, korkacak bir emare hissettiğiniz karılara gelince...
Nüşuz: Esas-ı lügatta irtifa’ ve tümseklik mânâsından me’huz olarak, kadının kocasına kafa tutup isyankâr bir vaziyet almasıdır ki, güya kendisini yüksek farzedip itaatını ref’eylemiş olur.
Böyle bir hal karşısında;فَعِظُوهُنَّ evvela bunlara va’z u nasihat ediniz. وَاهْجُرُوهُنَّ فِى الْمَضَاجِعِ saniyen; yataklarda mehcur bırakınız.وَاضْرِبُوهُنَّۚ salisen; hafifçe ve şeyn-âver olmıyacak (iz bırakmıyacak) bir surette biraz dövüveriniz. Binaenaleyh فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ size itaat ederlerse artık taarruz için aleyhlerinde vesile aramayınız.» (E.T.1348) (Bak: Talak)
(Âhirzaman alâmetlerinden sayılan kocanın her hususta karısının emrinde olacağı rivayeti, bak: 2049.p.)
Bununla beraber (4:128) âyetinde ise erkeğin kadına karşı nüşuzunu bahseder. Yani: Erkeğin ailesini kendisine uygun bulmaması ve uzaklaşmak istemesi meselesidir. Bu halde kadına, bazı haklarını feda ederek sulh istemesi ve aile nizamını bozmaması tavsiye ediliyor.
177- Aile hayatında diğer önemli bir husus da şudur ki: Tahyir âyetleri namıyla bilinen (33:28,29) âyetlerinin bildirdiği kıssadan hisse alarak; zevce, dünya hayatının zinetlerine meyletmemeli ve zevcini iktisadî hayat darlığına düşüren iktisadsızlık yoluna girmemelidir. Hele günün moda ve fantaziyelerine kapıyı ciddiyetle kapamalıdır.
(Evlad ü iyal sahibi olmak cihetinde ikaz edici âyetlerden notlar, bak: 419 ve 419/1 .p.lar)
178- Aile efradı arasında muhabbet ve itaat, (9:23) (29:8) (31:15) âyetlerinde de beyan edildiği gibi dine uygunluk şartına bağlıdır. Şöyle ki:
«(58:22) لاَتَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ اْلاٰخِرِ Allah ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavmi (cemaatı)يُوَٓادُّونَ مَنْ حَٓادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ Allah’a ve Resulüne hadd yarışına (Bak: Hadd) kalkan kimselerle sevişir bir halde bulamazsın...
وَلَوْ كَانُٓوا اٰبَٓاءَ هُمْ اَوْ اَبْنَٓاءَ هُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَش۪يرَتَهُمْۜ
Babaları veya oğulları veya kardeşleri veya hısımları, hemşehrileri olsalar bile...
179- اُو۬لٰٓئِكَ İşte onlar -o Allah ve Resulüne yarışa kalkışan kimseleri sevmiyen mü’minler yok mu- كَتَبَ ف۪ى قُلُوبِهِمُ اْلا۪يمَانَ Allah onların kalblerine imanı yazmıştır. -Yalnız lisanlarında değil, kalblerinde tesbit eylemiş, yerleştirmiştir. Bundan anlaşılır ki, asıl iman kalb işidir.-
وَاَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُۜ ve kendilerini, tarafından bir ruh ile teyid buyurmuştur. -Kalblerine hayat veren İlahî bir irfan nuruyla kuvvetlendirmiştir. Onun için Allah’ı unutmazlar. Âhiret yolunu görür, sevileceği sevilmeyeceği tanırlar. Allah ve Resulüne itaat ederler, Allah yolunda her fedakârlığı yaparlar.
وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ hem Allah onları, altından ırmaklar akar Cennetlere koyacaktır. خَالِد۪ينَ ف۪يهَۜا O suretle ki, içlerinde ebediyyen kalmak üzere رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ Öyle ki, Allah onlardan hoşnud, onlar da Allah’dan hoşnud... Hem marzıyye, hem raziye olarak, Allah’ın rıdvanına ermişler.
اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ اللّٰهِۜ İşte bu evsafını duyduğun mü’minler, Allah’ın hizbidirler. (Bak: Cemaat) -Allah’ın askeri ve Allah dininin yardımcıları, Allah yolunda mücahede eden mücahidlerdir.-اَلآَ اِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ Uyanık ol ki, Allah’ın hizbi muhakkak hep felah bulanlardır.» (E.T.4804) (9:114 âyeti de mevzu ile alâkalıdır.)
180- Mezkûr âyetin tefsirinden, dine aykırı isteklerde bulunan ebeveyne, çocukların isyan edeceği mânâsı çıkarılmamalıdır. Zira 164’üncü parağrafta da beyan edildiği gibi, dine aykırı isteklerde bulunan ebeveyne itaat etmemek başka, isyan etmek daha başkadır. Bir çocuk, ebeveynine hiç bir şekilde isyan edemez ve onları rencide etmez. Ancak ebeveynin dine aykırı istekleri olursa, çocuk ehven bir şekilde bunları geçiştirir, yapmaz, dini yaşayışına devam eder.
Bazı ana ve babalar, çocuklarını dinî hayattan çekip kendi anlayışlarına uygun bir hayata itmektedirler. Bu hal ise manevi mes’uliyete ve çocukların da itaatsızlığına sebeb olur. Zira dinin emri ile ebeveynin emri tearuz ederse, dinin emri tercih edilir. (Bak: 3760/10.p.)
Yukarıda anlatılan ebeveynle evlad arasındaki ayrılığı haber veren bir rivayette mealen şöyle buyuruluyor:
«Yakında bir fitne olacak, öyle ki, insan kardeşinden ve babasından ayrılacak (aile müessesesinin fıtrî ve iman şuuruyla inkişaf eden manevi rabıtası, sıla-i rahmi zedelenecek) bu fitne kıyamete kadar insanların kalblerinde yayılıp duracak. Hatta o fitnelerde belaya uğramış çilekeş bir adam, (cemiyetin ve ailelerin bozukluğunu gören ve ıslahına çalışan asrın imamı) zaniyenin zinası sebebiyle ayıplandığı gibi ayıplanacak.» (R.E.298)
Atıf notları:
-Ebu Yusuf’un dinî tahsiline ebeveyninin müdahalesi, bak: 1613.p.
-Aile müessesesinin korunması, Bak: 3760/9.p.
181- Aile reisinin riyasetinde yürütülen aile hukuku ve münasebetleri ile alâkalı olarak, kadınların camiye ve bilhassa evlerinden dışarıya çıkmalarının mahzurları mes’elesine gelince:
«Hanefilerin “El-Hidaye” namındaki fıkıh kitabında, kadınların cemaate devamları hakkında aynen şöyle denilmektedir:
Kadınların cemaate gelmesi mekruhtur. Yani genç kadınların gelmesi mekruhtur. Çünkü fitneden korkulur. Yaşlı kadınların sabah, akşam ve yatsıya çıkmasında bir beis yoktur. Bu Ebu Hanife’ye göre böyledir. İmameyn: “İhtiyar kadınlar bütün namazlara çıkabilirler, zira fitne yoktur, çünkü onlara rağbet azdır. binaenaleyh bayram namazlarında olduğu gibi, burada da çıkmaları mekruh değildir.” demişlerdir. Ebu Hanife’nin delili şudur: “Fazla şehvetperestlik, ihtiyar kadınlara da musallat olmaya sevk eder. Binaenaleyh fitne melhuzdur.” Müteahhirin-i ulema, genç ihtiyar bütün kadınların, bütün namazlara çıkmalarını men’etmişlerdir. Çünkü sair vakitlerde fasıklar galibdir.
“El-İnaye” adlı fıkıh kitabımız şu malumatı veriyor: “Eskiden kadınların namaza çıkmasına müsaade edilirdi. Sonraları bu fitneye sebeb olunca çıkmaktan men’edildiler. Tefsirde mezkûrdur ki,
(15:24) وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَاْخِر۪ينَ
“Vallahi sizden ileri gidenleri ve vallahi sizden geri kalanları bildik.” mealindeki âyet-i celile kadınlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü münafıklar kadınların avret (Bak: Avret) yerlerini (yani ayak bileklerini) görmek için geriye dururlarmış. Filhakika Hz. Ömer (R.A.) kadınları mescidlere çıkmaktan men’etmiş, onlar da Aişe (R.Anha)’ya şikayet eylemişlerdi. Hz. Aişe: “Peygamber (A.S.M.), Ömer (R.A.)’ın bildiği bu günkü ahvali bilmiş olsa, sizlere çıkmak için izin vermezdi.” demiştir.
182- İşte ulemamız bununla istidlal ederek, genç kadınların mutlak surette namaza çıkmalarını men’etmişlerdir. Bugün fetva, bütün kadınların, bütün namazlara gelmelerinin mekruh olduğu merkezindedir. Çünkü fesad zahirdir. “El-İhtiyar” nam kitabda: “Zamanımızda muhtar olan; zamanın bozukluğu ve kötülüklerin zuhuru sebebiyle kadınların çıkmasının hiç caiz olmamasıdır.” deniliyor. “El-Kâfi”de de şöyle denilmiştir: “Kadınların namaz için camiye gelmeleri mekruh olunca, vaaz meclislerine gelmeleri, bahusus ülema kıyafetine giren bazı cahillerin meclislerine devam etmeleri, evleviyetle mekruh olur. Bunu Fahr-ül İslâm (Pezdevi) zikretmiştir.
İşte Hanefilerin bütün fıkıh kitabları bu gibi sarahatlarla doludur.» (Büluğ-ul Meram tercümesi ve şerhi ci:2, sh:183) (Bak: 1089/2, 3783.p.)
183- Bir hadiste de: «خَيْرُ الْمَسَاجِدِ النِّسَاءِ قَعْرُ بُيُوتِهِنَّ Kadınlara ait mescidlerin hayırlısı, kendi hanelerinin içerisidir.»6 buyuruluyor.
Lemaat adlı eserde de bu hakikat nim-manzum bir ifade ile şöyle beyan edilir:
اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاءُ بِالْهَوَسَاتِ ٭ اِذًا تَرَجَّلَ النِّسَاءُ النَّاشِزَاتُ بِالْوَقَاحَاتِ
«Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları
Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zinetleri.
Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemâli, ismet; hüsn-ü kemâli, şefkat; eğlencesi, evladı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı lâzımdır ta dayansın.» (S.727)
«Kadının, aile hayatında müdür-ü dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evladına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan en esaslı hasleti; sadakattır, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakatı kırar; kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hatta erkeklerde iki güzel haslet olan, cesaret ve sehavet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir.» (L.198)
184- Evvela, ezvac-ı tahirata, dolayısıyla bütün müslüman kız ve kadınlara hitab eden ve onların kendi evlerinde âyat-ı İlahiyeyi ve ondaki hikmet, iman ve maneviyat derslerini tezekkür (Bak: Tezkir) yani tekraren okumalarını emreden bir âyet şudur:
(33:34) وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى ف۪ى بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَط۪يفًا خَب۪يرً۟ا
“Ey Peygamberlerin kadınları ve kızları! Evlerinizde tilavet olunup duran âyatullahı ve hikmeti anın, toplanıp müzakere edin, yani Kur’anı ve Peygamberin sünnetlerini belleyin, düşünün.» (E.T.3893)
(Bu âyetten ve 181.p.dan buraya kadar geçen ifadelerden anlaşılıyor ki, kadınların dershanesi kendi evleridir. Âyette geçen “ف۪ى بُيُوتِكُنَّ kendi evlerinde” ifadesi manidardır.)