بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
ALİ (R.A.)
1- İmam-ı Ali’nin (R.A.) güneşin geri dönmesiyle ikindi namazını edaen kılması:
“Büyük bir nur lâmbası Güneş'tir ki; arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden Güneş'in görünmesi,1 kucağında Peygamber'in (A.S.M.) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (R.A.) o mu'cizeye binaen ikindi namazını edaen kılmış.” S:289
Evet, mu’cizenin zahir sebeblerle izahına gidilemez, o durumda mu’cize olmaz. Mu’cizeye, Allah’ın sosuz kudreti nazariyle bakılır. Ancak mu’cize imkân dairesinde olup muhal olmamalı. Şöyle ki:
“Red ve inkâr olduğundan, bürhan ve isbat ister. O nefiydir. Nefiy kolayca isbat edilmez. Belki butlan-ı mana ile binefsihî müntefî olur.” Sti:98
2- Merkezî olan Âl-i Beytin asıl vazifesi, manevi hilafettir:
“Eğer desen: Hilafet-i İslâmiye noktasında İmam-ı Ali'nin fevkalâde iktidarı, hârikulâde zekâsı ve yüksek liyakatıyla beraber seleflerine nisbeten muvaffakıyetsizliği nedendir?
Elcevab: O mübarek zât, siyaset ve saltanattan ziyade, daha çok mühim başka vazifelere lâyık idi. Eğer tam muvaffakıyet-i siyasiye ve tamam saltanat olsaydı, "Şah-ı Velayet" ünvan-ı manidarını bihakkın kazanamayacaktı. Halbuki zahirî ve siyasî hilafetin pek çok fevkinde manevî bir saltanat kazandı ve Üstad-ı Küll hükmüne geçti; hattâ kıyamete kadar saltanat-ı manevîsi bâki kaldı.
Amma Hazret-i İmam-ı Ali'nin Vak'a-i Sıffîn'de, Hazret-i Muaviye'nin taraftarlarıyla muharebesi ise, hilafet ve saltanatın muharebesidir. Yani: Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu.2 Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise; hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.3 ” M:54
Evet, Âl-i Beyt neslinin mânevî hizmetler dairesinde hizmet eden kısmı fiili siyasete girmemelidir. Geniş dairelerde bulunanlar, has dairenin istikamet vermelerini dinlemelidirler. Ekseriyet olan seyyidler, yani Âl-i Beyt nesli, siyaset-i İslâmiyede bulunacakları anlatılır. Şöyle ki:
“Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt’ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.” M:441
3- Nübüvvetin hilafeti:
“وَالشُّهَدَاءِ kelimesiyle Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn'i üçünü beraber ifade ediyor. Hem üçü Sıddık'tan sonra nübüvvetin hilafetine mazhar olacaklarını ve üçü de şehid olacaklarını, fazilet-i şehadetleri de sair fezaillerine ilâve edileceğini işaret ve gaybî bir surette ifade ediyor.” L:34
4- Muhabbette ifratın zararı:
“وَالشُّهَدَاءِ kelimesiyle Hulefa-yı Raşidîn'den üçünün şehadetini haber veriyor ve Sıddık'tan sonra üç şehid, halife olacaklar. Çünki "şüheda" cem'dir. Cem'in ekalli üçtür. Demek Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali (Radıyallahü Anhüm) Sıddık'tan sonra riyaset-i İslâmiyete geçecekler ve şehid olacaklar. Aynı haber-i gaybî vukubulmuştur.” L:36
“Hem -nakl-i sahih-i kat'î ile- İmam-ı Ali'ye (R.A.) demiş: Sende Hazret-i İsa (A.S.) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi, ifrat-ı muhabbet; diğeri, ifrat-ı adavetle. Hazret-i İsa'ya Nasrani muhabbetinden hadd-i meşru'dan tecavüz ile hâşâ "İbnullah" dediler. Yahudi, adavetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemalini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşru'dan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir. لَهُمْ نَبْزٌ يُقَالُ لَهُمُ الرَّافِضِيَّةُ demiş. Bir kısmı, senin adavetinden çok ileri gidecekler, onlar da Havariç'tir ve Emevîlerin müfrit bir kısım tarafdarlarıdır ki, onlara Nasibe denilir.
Eğer denilse: Âl-i Beyt'e muhabbeti, Kur'an emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet, Şîalar için belki bir özür teşkil eder. Çünki ehl-i muhabbet, bir derece ehl-i sekirdir. Ne için Şîalar hususan Râfızîler, o muhabbetten istifade etmiyorlar; belki işaret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbetten mahkûmdurlar?
Elcevab: Muhabbet iki kısımdır. Biri: Mana-yı harfiyle, yani: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenab-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyt'i sevmektir. Şu muhabbet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın muhabbetini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakk'ın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adavetini iktiza etmez.
İkincisi: Mana-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzât onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı düşünmeden Hazret-i Ali'nin kahramanlıklarını ve kemalini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah'ı bilmese de, Peygamber'i tanımasa da yine onları sever. Bu sevmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın muhabbetine ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetine sebebiyet vermez; hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adavetini iktiza eder.
İşte işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında ziyade muhabbetlerinden, Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık ile Hazret-i Ömer'den teberri ettiklerinden hasarete düşmüşler. Ve o menfî muhabbet, sebeb-i hasarettir.4 ” M:106
5- Hz. Ali eliyle Hayber kal’asının fethi ve kerameti:
“Hem -nakl-i sahih-i kat'î ile- ferman etmiş ki: وَتُفْتَحُ خَيْبَرُ عَلَى يَدَىْ عَلِىٍّ deyip, "Hayber Kal'asının fethi, Ali'nin eliyle olacak." Me'mulün pek fevkinde ikinci gün bir mu'cize-i Nebeviye olarak Hayber Kal'asının kapısını Hazret-i Ali çekip kalkan gibi istimal ederek, fethe muvaffak olduktan sonra kapıyı yere atmış; sekiz kuvvetli adam, o kapıyı yerden kaldıramamış; bir rivayette kırk adam kaldıramamış.” M:107
6- Hz. Ali’nin yere attığı kâfiri affetmesi:
“Cây-ı ibret bir hâdise: Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir, ona demiş ki: "Neden beni kesmedin?" Dedi: "Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim." O kâfir ona dedi: "Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir, o din haktır." dedi.5 ” M:268
7- İmam-ı Ali’nin hilâfeti ve şahsiyeti hakkındaki farklı fikirlerin tahlili:
Ehl-i Sünnet Ve Cemaat der ki: "Hazret-i Ali (R.A.), Hulefa-i Erbaa'nın dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (R.A.) daha efdaldir ve hilafete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti." Şîalar derler ki: "Hak, Hazret-i Ali'nin (R.A.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali'dir. (R.A.)" Davalarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki: Hazret-i Ali (R.A.) hakkında vârid ehadîs-i Nebeviye ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) "Şah-ı Velayet" ünvanıyla ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tarîklerin mercii ve ilim ve şecaat ve ibadette hârikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki; en efdal odur, daima hilafet onun hakkı idi, ondan gasbedildi.
Elcevab: Hazret-i Ali (R.A.) mükerreren kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefa-i selâseye ittiba ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şîaların bu davalarını cerhediyor. Hem hulefa-i selâsenin zaman-ı hilafetlerinde fütuhat-ı İslâmiye ve mücahede-i a'da hâdiseleri ve Hazret-i Ali'nin (R.A.) zamanındaki vakıalar, yine hilafet-i İslâmiye noktasında Şîaların davalarını cerhediyor. Demek Ehl-i Sünnet Ve Cemaatın davası, haktır.
Eğer denilse: Şîa ikidir. Biri; şîa-i velayettir, diğeri; şîa-i hilafettir. Haydi bu ikinci kısım garaz ve siyaset karıştırmasıyla haksız olsun. Fakat birinci kısımda garaz ve siyaset yok. Halbuki şîa-i velayet, şîa-i hilafete iltihak etmiş, yani; ehl-i turuktaki evliyanın bir kısmı Hazret-i Ali'yi (R.A.) efdal görüyorlar. Siyaset cihetinde olan şîa-i hilafetin davalarını tasdik ediyorlar.
Elcevab: Hazret-i Ali'ye (R.A.) iki cihetle bakılmak gerektir. Bir ciheti; şahsî kemalât ve mertebesi noktasından. İkinci cihet: Âl-i Beytin şahs-ı manevîsini temsil ettiği noktasındandır. Âl-i Beytin şahs-ı manevîsi ise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bir nevi mahiyetini gösteriyor. İşte birinci nokta itibariyle Hazret-i Ali (R.A.) başta olarak bütün ehl-i hakikat, Hazret-i Ebubekir ve Hazret-i Ömer'i (R.A.) takdim ediyorlar. Hizmet-i İslâmiyette ve kurbiyet-i İlahiyede makamlarını daha yüksek görmüşler. İkinci nokta cihetinde Hazret-i Ali (R.A.) şahs-ı manevî-i Âl-i Beytin mümessili ve şahs-ı manevî-i Âl-i Beyt, bir hakikat-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) temsil ettiği cihetle, müvazeneye gelmez. İşte Hazret-i Ali (R.A.) hakkında fevkalâde senakârane ehadîs-i Nebeviye, bu ikinci noktaya bakıyorlar. Bu hakikatı teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: "Her Nebinin nesli kendindendir. Benim neslim, Ali'nin (R.A.) neslidir."
Hazret-i Ali'nin (R.A.) şahsı hakkında sair hulefadan ziyade senakârane ehadîsin kesretle intişarının sırrı şudur ki: Emevîler ile Haricîler, ona haksız hücum ve tenkis ettiklerine mukabil Ehl-i Sünnet Ve Cemaat olan ehl-i hak, onun hakkında rivayatı çok neşrettiler.6 Sair Hulefa-i Raşidîn ise, öyle tenkid ve tenkise çok maruz kalmadıkları için, onlar hakkındaki ehadîsin intişarına ihtiyaç görülmedi. Hem istikbalde Hazret-i Ali (R.A.) elîm hâdisata ve dâhilî fitnelere maruz kalacağını nazar-ı nübüvvetle görmüş, Hazret-i Ali'yi (R.A.) me'yusiyetten ve ümmetini onun hakkında sû'-i zandan kurtarmak için مَنْ كُنْتُ مَوْلاَهُ فَعَلِىٌّ مَوْلاَهُ gibi mühim hadîslerle Ali'yi (R.A.) teselli ve ümmeti irşad etmiştir. L:22
8- Hz. Ali’nin hakiki hizmet ehlini gaybî himaye etmesi:
“Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (R.A.) o mu'cizevari kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı A'zam (K.S.), o hârika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlasa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkârane teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar. Evet hiç şübhe etmeyiniz ki, bu teveccühleri, ihlasa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlası kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz. Böyle manevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz وَ يُؤْثِرُونَ عَلَى اَنْفُسِهِمْ sırrıyla ihlas-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.7 ” L:162
“Hazret-i Ali (Radıyallahü Anhü) ve Gavs-ı Geylanî (Kuddise Sırruhu) gibi kahramanların manevî teminatı قُلْ وَ لاَ تَخَفْ ve وَلاَ تَخْشَ hitabları, bize her vakit cesaret ve kuvve-i maneviye veriyor.” K:152
9- İmam-ı Ali’nin, süfyaniyetin nesli yakan felâketine karşı, gayr-ı resmî yoldan nesli ihya eden mehdiyeti haber vermesi:
“Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü, Kaside-i Ercuze'sinde اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا deyip, bu zamanda tamim edilen ecnebi harflerine bakıp, bu cümledeki harflerin cifrî ve ebcedî rakamlarının bu zamana parmak basmalarıyla vaki' cereyan-ı küfriyaneye işaret ettiği gibi; hem Ercuze'sinde, hem Ercuze'yi teyid ve takviye eden Kaside-i Celcelutiye'sinde sarahata yakın تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً ٭ تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ fıkrasıyla, o cereyanın karşısında vücudu ziyasıyla anlaşılan ve zulmetin pek şiddetli ve sisli, yakıcı dehşetine karşı sönmeyen ve gittikçe zulmeti yararak dünyayı ziyalandırmaya çalışan Risale-i Nur'a ve müellifine hususî iltifatını اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ نُورًا وَبَهْجَةً مَدَى الدَّهْرِ وَاْلاَيَّامِ يَا نُورُ جَلْجَلَتْ deyip, âhirzamana kadar Risale-i Nur'un bedi' bir surette ışık vermesini ve yanmasını dua ve niyaz eden ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın en mühim bir şakirdi ve ulûmunun birinci naşiri olan Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü, bidayet-i İslâmda Kur'anın aleyhine açılan çok kapılara karşı mübarek ism-i a'zamı şefi' tutup kahramanane ve merdane hakaik-i şeriatı ve esas-ı İslâmiyeti muhafazaya çalıştığı gibi, âhirzamanda bütün bütün Kur'ana muhalefet eden zendeka cereyanına karşı, aynı ism-i a'zamı şefi' ve melce' ve tahassüngâh ittihaz edip cerhedilmez Kur'anın i'cazından gelen ve hâtem-i mu'cizeyi gösteren Risale-i Nur'un sönmez nuruyla ve susmaz lisanıyla şecaatkârane mukabele ve mukavemet edip, yerin yüzünü yakıp çok çiçekleri8 kurutan9 zendeka nârını, ism-i a'zamın kibriyalı, azametli nuruyla ve İsm-i Rahman ve Rahîm'in şefkatli ve re'fetli tecellisinden nebean eden âb-ı hayat ile10 söndüren; ve yanan yerlerde kuruyan nehir ve bağ çiçeklerine11 mukabil, dağlarda ve kırlarda12 sema yağmuru13 ve rahmetiyle hararete mütehammil ve şiddet-i bürudete dayanıklı çiçekleri14 yetiştiren Risale-i Nur'u görmesi ve şefkatkârane ve tesellidarane ve kerametkârane bakması, Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın makam-ı velayetinin iktiza ettiğini hakkalyakîn gösterir.” L:447
10- Fitne-i âhirzamana karşı mukavemet veren manevi kuvvetin kaynağının en kuvvetlisini gaybi olarak ihbar eden bir mektub:
“Aziz kardeşlerim! Çok defa kalbime geliyordu. Neden İmam-ı Ali (R.A.) Risale-i Nur'a ve bilhassa Âyet-ül Kübra Risalesi'ne ziyade ehemmiyet vermiş? diye sırrını beklerdim. Lillahilhamd ihtar edildi. İnkişaf eden o sırra şimdilik yalnız kısa bir işaret ediyorum. Şöyle ki:
Risale-i Nur'un mümtaz bir hasiyeti, imanın en son ve en küllî istinad noktasını, kuvvetli ve kat'î beyan olduğundan; bu hasiyet Âyet-ül Kübra Risalesi'nde fevkalâde parlak görünüyor. Ve bu acib asırda mübareze-i küfür ve iman, en son nokta-i istinada15 sirayet ederek ona dayandırıyor. Meselâ: Nasılki gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafın bütün kuvvetleri toplandığı bir sahrada iki tabur çarpışıyorlar. Düşman tarafı, en büyük ordusunun cihazat-ı muharribesini kendi taburuna imdad ve kuvve-i maneviyesini fevkalâde takviye için her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır. Ehemmiyetli bir istinadgâhını kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır. Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cem'iyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir. Bütün bütün kuvve-i maneviyesini mahvetmeğe çalıştığı bir hengâmda Hızır gibi biri çıkar, o tabura der: "Me'yus olma! Senin öyle sarsılmaz bir nokta-i istinadın ve öyle mağlub edilmez muhteşem orduların ve tükenmez ihtiyat kuvvetlerin16 var ki, dünya toplansa karşısına çıkamaz. Senin şimdilik mağlubiyetinin bir sebebi, bir cemaata ve bir şahs-ı maneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki, herbir neferin, istinad noktaları olan dairelerinden manen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i maneviye ile bir şahs-ı manevî ve bir cem'iyet hükmüne geçsin" dedi ve tam kanaat verdi.
Aynen öyle de, ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor17 ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me'yusane çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı ihata eden son ordusunu gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, manevî imdad getirmek hizmetinde hârika bir emirber nefer olarak Âyet-ül Kübra Risalesi'ni İmam-ı Ali (R.A.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş.” K:54
Yani kâinatı inkâr edemeyen, kâinatta mevcud vahdaniyet delillerini de inkâr edemez. Şöyle ki:
“Madem hakikat budur. Ve madem herşey nihayet derecede hem kıymetdar, hem san’atlı, hem manidar, hem kuvvetli görünüyor, gözümüzle görüyoruz. Elbette tevhid yolundan başka yol yoktur ve olamaz. Eğer olsa, bütün mevcudatı değiştirmek ve dünyayı ademe boşaltıp, yeniden ehemmiyetsiz müzahrefatla doldurmak lâzım gelecek. Tâ ki, şirke yol açılabilsin.” Ş:26
11- İmam-ı Ali’nin imanda yakîniyeti:
"Eğer perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek" diyen İmam-ı Ali (Radıyallahü Anh) ve yerde iken arş-ı a'zamı ve İsrafil'in azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı A'zam (K.S.) gibi keskin nazar ve gaybbîn gözleri bulunan binler aktab ve evliya-i azîmeyi câmi' ve Âl-i Muhammed namıyla şöhretşiar-ı âlem olan cemaat-ı nuraniyenin icma' ile tasdikleridir.” Ş:132
Bu derece kemalat-ı ruhiyeye erişmenin en birinci sebebi, şükr-ü örfidir. Şöyle ki:
“Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak insanı kâinata câmi’ bir nüsha ve onsekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır. Eğer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ver her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle insan, sıfât-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.” İ:17
Muhteva:
1- İmam-ı Ali’nin (R.A.) güneşin geri dönmesiyle ikindi namazını edaen kılması
2- Merkezî olan Âl-i Beytin asıl vazifesi, manevi hilafettir.
3- Nübüvvetin hilafeti
4- Muhabbette ifratın zararı
5- Hz. Ali eliyle Hayber kal’asının fethi ve kerameti
6- Hz. Ali’nin yere attığı kâfiri affetmesi
7- İmam-ı Ali’nin hilâfeti ve şahsiyeti hakkındaki farklı fikirlerin tahlili
8- Hz. Ali’nin hakiki hizmet ehlini gaybî himaye etmesi
9- İmam-ı Ali’nin, süfyaniyetin nesli yakan felâketine karşı, gayr-ı resmî yoldan nesli ihya eden mehdiyeti haber vermesi
10- Fitne-i âhirzamana karşı mukavemet veren manevi kuvvetin kaynağının en kuvvetlisini gaybi olarak ihbar eden bir mektub
11- İmam-ı Ali’nin imanda yakîniyeti
(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Ali (R.A.) ve Âl-i Âbâ maddesi)
1 Yani dünya batıya doğru dönüp, batmış olan güneş batıdan doğdu.
2 Yani, hilafetin manası ve nokta-i nazarı
3 Maslahat anlayışına dayanan saltanat anlayışı.
4 Yani istikamet, iyi niyetle beraber, kitaba bağlı düşünüp hareket etmek ve hissi temayûllerden uzak durmayı gerektirir.
5 Yani, yapılan dinî hizmette şahsî hissiyatı karıştırmamak ve yalnız Allah emrettiği için ve kitabta yazılı olan emrettiği gibi yapmak, azamî ihlastır.
6 Yani, hizmet-i diniye dairesinde bulunanları hizmete zararlı tenkidlere karşı müdafaaların lüzumu anlaşılıyor.
7 Şimdi ise, hizmet sahasında görünen bazıları, mal-mülk ve teveccüh-ü nas cihetinde çokça düşündürücü durumların arkasında koşup koşturuyorlar ki cay-ı dikkattir.
8 Yeni nesli
9 İfsad eden
10 Tahkiki iman şuuru ile
11 Resmiyet dairesinde yetiştirilmek istenen çocuklara
12 Gayr-ı resmi
13 İlham
14 Yani fitne-yi ahirzamanın ifsadatının tesirinde kalmayıp bozulmayan gençleri
15 Kitab-ı kâinata, bütün varlıklara
16 Ayet-ül kübrada gösterilen vahdaniyet delilleri olan kâinat hakikatları
17 Yani manevi mesuliyet duygusuna dayanan haya hissini yok ediyor. Ekseriyeti fâsık-ı mütecahir yapıyor.
Bu dersi indirmek İçin tıklayınız.