بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
ARŞ
Bu mevzu oldukça derin ve geniştir. Anlayamıyorum diye düşünmemeli. Herkes o külli hakikattan hissesini alır. Okumaya sebat edildikçe anlayış artar ve arttıkça da anlayış genişlenir ve anlama dahi giderek artar. Risale-i Nur bu tarzı söylüyor.
1- Arş-ı Rububiyet:
Bütün varlıkları icad edip hikmetlerine muvafık tasarruf etmek manâ camiiyetinde olan şu beyanlara dikkat gerek:
“Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semavat ve arzı altı günde yaratarak arş-ı rububiyetinde durup; gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra döndürüp, kâinat sahifesinde âyâtını yazan; ve Güneş, Ay, yıldızlar emrine müsahhar zîhaşmet ve zîkudret sahibidir. O sarayın menzilleri ise, şu onsekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyık bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiştir.” S:123
2- Arş-ı a’zam, bütün varlıkları ihata eder:
Evet Kur’an, “İsm-i a'zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a'zamın bütün muhatına bakan, teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.” S:134
“Esma-i İlahînin nasılki tecelliyatı, Arş-ı A'zam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmaya mazhariyet de, o nisbette tefavüt eder.” M:447
3- Emir ve iradenin bir arşı:
Arşın, zamansız ve zahirî sebebler olmadan tecellisinin sırrına intikal ettiren havada yapılan icraat dahi arştaki sırra intikal etme yolunu açtığı, şu beyandan anlaşılıyor:
“Evet nasılki bir avuç toprak, yüzer çiçeklere nöbetle saksılık eden kabında eğer tabiata, esbaba havale edilse lâzımgelir ki; ya o kabda küçük mikyasta yüzer, belki çiçekler adedince manevî makineler, fabrikalar bulunsun veyahut o parçacık topraktaki herbir zerre, bütün o ayrı ayrı çiçekleri, muhtelif hasiyetleriyle ve hayattar cihazatıyla yapmalarını bilsin; âdeta bir ilah gibi hadsiz ilmi ve nihayetsiz iktidarı bulunsun. Aynen öyle de: Emr ve iradenin bir arşı olan havanın, rüzgârın her bir parçası ve bir nefes ve tırnak kadar olan هُوَ lafzındaki havada; küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcud telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz ve muhtelif konuşmaların merkezleri, santralları, âhize ve nâkileleri bulunsun ve o hadsiz işleri beraber ve bir anda yapabilsin veyahut o هُوَ deki havanın belki unsur-u havanın herbir parçasının herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar manevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin.” S:160
“Mahlukat-ı Arzıyeyi rububiyeti noktasında, havayı emir ve iradesine bir nevi arş ve nur unsurunu ilim ve hikmetine diğer bir arş ve suyu ihsan ve rahmetine başka bir arş ve toprağı hıfz ve ihyasına bir çeşit arş yapmış. O arşlardan üçünü, mahlukat-ı Arzıye üstünde gezdiriyor.” M:296
4- İsm-i a'zamına mazhar olan arş-ı a'zamına uruc:
Zamansız ve sebebsiz ve daimi ve âzâmî tecelli dereceleriyle esmayı tazammun eden ism-i azama, arşın mazhariyeti sırrı dahi, arş hakkında bir mirsad-ı tefekkür penceresini açar. Şöyle ki:
“Meselâ: وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلَى Bir padişahın çok isimleri içinde "kumandan" ismi çok mütedâhil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, tâ yüzbaşı, tâ onbaşıya kadar geniş ve dar, küllî ve cüz'î dairelerde de zuhur ve tecellisi vardır. Şimdi, bir nefer hizmet-i askeriyesinde onbaşı makamında tezahür eden cüz'î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı a'zamına şu cüz'î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o ünvan ile görüşmek istese, onbaşılıktan tâ serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzımgelir. Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eğer o padişah, evliya-i ebdaliyeden nuranî olsa, bizzât huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mani olup, hail olamaz. Halbuki o nefer, gayet uzaktır. Binler mertebeler hail, binler hicablar fâsıldır. Fakat bazan merhamet eder, hilaf-ı âdet; bir neferi huzuruna alır, lütfuna mazhar eder. Öyle de: Emr-i كُنْ فَيَكُونُ e mâlik; güneşler ve yıldızlar, emirber nefer hükmünde olan Zât-ı Zülcelal, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey ondan nihayetsiz uzaktır. Onun huzur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nurani, yani maddî ve ekvanî ve esmaî ve sıfatî yetmiş binler hicabdan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecat-ı tecellisinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfatında mürur edip tâ ism-i a'zamına mazhar olan arş-ı a'zamına uruc etmek; eğer cezb ve lütuf olmazsa, binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir. Meselâ: Sen, ona Hâlık ismiyle yanaşmak istersen; senin hâlıkın hususiyetiyle, sonra bütün insanların hâlıkı cihetiyle, sonra bütün zîhayatların hâlıkı ünvanıyla, sonra bütün mevcudatın hâlıkı ismiyle münasebettarlık lâzım gelir. Yoksa zılde kalırsın, yalnız cüz'î bir cilveyi bulursun.” S:198
5- Arş-ı a’zamın sırrına intikal:
Arş-ı ehadiyet tabiri manidardır. Çünkü böyle derin manâları, vahidiyetten daha çok ehadiyet tarzı ile düşünmek, daha isabetlidir. Mi’racdaki Rü’yetullahın ehadiyet ile olduğu, S:563 “Elcevab” sonunda yazılmıştır. Keza, L:97 “İkinci sır” da bu husus nazara veriliyor. Yani arşın bir nevi hususiyetlerine sahib olan ve bir derece ihata edebilen hava, su, nur arşlarındaki harika icraat ve tecelli yerlerinden arş-ı azamın sırrına intikal edilebilir. Arş-ı ehadiyetin geçtiği parça ise, S:307 p.2 dedir.
6- Arş-ı A’zam, cennetlerin damı olduğu tabiri:
“Cennet'in sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları halde, umumun damı Arş-ı A'zam'dır. Nasılki mahrutî bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir fakat birbirinin güneş görmelerine mani olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de Cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, ehadîsin mütenevvi rivayatı işaret ediyor.” S:500
7- Arş’ın, Arş-ı Rububiyet ve merkez-i tasarruf vasfiyle tasviri:
“Kâinatı hayret-feza acib bir tertib ile tanzim etmiş. En küçük tabakat-ı mahlukattan olan zerrattan tâ semavata ve semavatın birinci tabakasından tâ arş-ı a'zama kadar birbiri üstünde teşkilât var. Her bir sema, bir ayrı âlemin damı ve rububiyet için bir arş ve tasarrufat-ı İlahiye için bir merkez hükmündedir.” S:564
“İşte şu cüz'iyat ve kesretin menba'ları, madenleri elbette küllî kanunlar ve küllî tecelliyat-ı esmaiyedir ki: O küllî kanunlar, o küllî tecelliler ve o muhit esmaların mazharları da bir derece basit ve safi ve herbiri bir âlemin arşı ve sakfı ve bir âlemin merkez-i tasarrufu hükmünde olan semavattır ki: O âlemlerin birisi de Sidret-ül Münteha'daki Cennet-ül Me'vadır.” S:580
8- Bazı zatların bir dakikada arşa kadar uruc-u ruhanîleri:
Vücud-u harici dairesinde olan ilim, fikir, kalbî duygular, uruc-u ruhanî (ruhun urucu), ecsam-ı nuranî olan melek ve ehl-i cennet gibi varlıkların muhtelif urucları misali:
“Meselâ: Her zînazar gözüyle yerden tâ Neptün seyyaresine kadar bir saniyede çıkar. Her zîilim aklıyla kozmoğrafya kanunlarına binip, yıldızların tâ arkasına bir dakikada gider. Her zîiman, namazın ef'al ve erkânına fikrini bindirip, bir nevi Mi'rac ile kâinatı arkasına atıp, huzura kadar gider. Her zîkalb ve kâmil veli, seyr ü sülûk ile, arştan ve daire-i esma ve sıfâttan kırk günde geçebilir. Hattâ Şeyh-i Geylanî, İmam-ı Rabbanî gibi bazı zâtların ihbarat-ı sadıkaları ile; bir dakikada arşa kadar uruc-u ruhanîleri oluyor. Hem ecsam-ı nurani olan melaikelerin Arştan ferşe, ferşten Arşa kısa bir zamanda gitmeleri ve gelmeleri vardır. Hem ehl-i Cennet, mahşerden Cennet bağlarına kısa bir zamanda uruc ediyorlar. Elbette bu kadar nümuneler gösteriyorlar ki: Bütün evliyaların sultanı, umum mü'minlerin imamı, umum ehl-i Cennet'in reisi ve umum melaikenin makbulü olan Zât-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) seyr ü sülûkuna medar bir mi'racı bulunması ve onun makamına münasib bir surette olması, ayn-ı hikmettir ve gayet makuldür ve şübhesiz vaki'dir.” S:572
9- Arş-ı A’zamı temaşa:
“Eğer perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek" diyen İmam-ı Ali (Radıyallahü Anh) ve yerde iken arş-ı a'zamı ve İsrafil'in azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı A'zam (K.S.) gibi keskin nazar ve gaybbîn gözleri bulunan binler aktab ve evliya-i azîmeyi câmi' ve Âl-i Muhammed namıyla şöhretşiar-ı âlem olan cemaat-ı nuraniyenin icma' ile tasdikleridir.” Ş:132
10- Arş ile kevn arasında dört isme nazaran farklı durumlar:
“Her şeyin içine melekût, dışına da mülk denir. Bu itibarla insan ile kalb, birbirine hem zarf, hem mazruf olur. Çünki insan mülk cihetiyle kalbe zarf olur. Melekût cihetiyle de mazruf olur.
Bu kaide arş ile kevn hakkında da tatbik edilir. Şöyle ki: Arş; Zahir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dâhil olan İsm-i Zahir itibariyle arş, mülk; kevn, melekût olur. İsm-i Bâtın itibariyle arş, melekût; kevn, mülk olur. Demek arşa ism-i Zahir nazarı ile bakılırsa; kendisi zarf, kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözü ile bakılırsa; kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve keza ism-i Evvel itibariyle وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ âyetinin işaret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ism-i Âhir itibariyle سَقْفُ الْجَنَّةِ عَرْشُ الرَّحْمنِ hadîs-i şerifinin ima ettiği kevnin nihayetini içine alıyor.
Demek Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisseler ile kevn ve vücudun sağını, solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur.” Ms:106
11- Arş-ı A’zam, arşların anası:
“Sonra esma-i hüsnanın cilveleri itibariyle bütün arşların anası olan Arş-ı Azam aynasında Rabb-ül Âlemîn’in tecellisinden ism-i azam ile parlayan bir Peygamber’in feyzi nerede?” BMs:646
12- Nur, hava, toprak, su bir nevi arşlardır:
“Evet nur, hava, toprak ve su; o sultanın emirlerine -teşhir-i san’at ve tebliğ-i ahkâm ile beraber- birer elçi, birer sefir ve fermanlarının merkez-i tasarrufatının arşına birer hamele hükmündedirler. Meselâ ilim ve hikmetin arşı, nur unsurundadır. Fazl ve rahmetin arşı da su üstündedir. Hıfz ve ihyanın arşı ise, toprak olduğu gibi; emir ve iradenin arşları ise, hava üzerindedir.” BMs:655
13- Arş, esir maddesi üzerinde ilk tecelli merkezi oldu:
“İkisi de birbirine bitişikti, sonra ayrı ettik" manasında olan كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا nın ifadesine nazaran, manzume-i şemsiye ile Arz, dest-i kudretin madde-i esîriyeden yoğurmuş olduğu bir hamur şeklinde imiş. Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir. وَ كَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ âyeti, şu madde-i esîriyeye işarettir ki, Cenab-ı Hakk'ın Arş'ı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâni'in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esîri halkettikten sonra, cevahir-i ferd'e kalbetmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır.” İ:188
Netice: Arş zerrelerden semalara ve alem-i şehadet ve gayb’a kadar herşeyi ihata eder. Tecelli-i rububiyetin ilk mazharı ve bütün varlıkların tasarrufunda ilk merkezdir. Onun asıl mahiyetini gereği gibi bilemeyiz. Orada zaman, mekân ve cihet gibi hususiyetler yoktur.
Muhteva:
1- Arş-ı Rububiyet
2- Arş-ı a’zam, bütün varlıkları ihata eder.
3- Emir ve iradenin bir arşı
4- İsm-i a'zamına mazhar olan arş-ı a'zamına uruc
5- Arş-ı a’zamın sırrına intikal
6- Arş-ı A’zam, cennetlerin damı olduğu tabiri
7- Arş’ın, Arş-ı Rububiyet ve merkez-i tasarruf vasfiyle tasviri
8- Bazı zatların bir dakikada arşa kadar uruc-u ruhanîleri
9- Arş-ı A’zamı temaşa
10- Arş ile kevn arasında dört isme nazaran farklı durumlar
11- Arş-ı A’zam, arşların anası
12- Nur, hava, toprak, su bir nevi arşlardır.
13- Arş, esir maddesi üzerinde ilk tecelli merkezi oldu.
(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Arş maddesi)
Bu dersi indirmek için tıklayınız.