بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
AYET - ÂYET - ÂYÂT
Ayet tabirinin manası hakkında şu bilgi verilir:
ÂYET (آية) : Kur’anda geçen bazı “âyet” ve “âyât” ifadeleri, mucize mânasındadır.
«Âyet; asl-ı lügatta açık alâmet demektir. Mahsusatta da, ma’kulatta da istimal olunur.. Herşey alâmetiyle tanınır ve hakikat âyâtıyla bilinir. Onun için insanların ilimdeki kabiliyet ve mertebelerine göre kendisinden yapabilecek tefekkür ve teemmül nisbetinde mütefavit marifetlere sebeb olan alâim ve delâilin hepsine de âyet denilir..
Meselâ: وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ beytinde âyet bu mânaya olduğu gibi, إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ gibi bir çok âyetlerde de bu mânayadır. Demek ki âyet, haddizatında zâhir bir alâmet ise de onun bir âyet ve alâmet olması kabiliyet veya tefekkür ve teemmülü eksik kimselere hafi kalabilir..» (E.T.23) İslam Prensipleri Ansiklopedisi Ayet maddesi 325.parağraf
1- Kur’an âyetlerinin mana tabakaları:
Bu gelecek izahlardan anlaşılıyor ki, avam sınıfı Kur’anın tercemelerinden fazla bir şey anlayamaz. Şöyle ki:
“Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan mefahimiyle, mana-yı sarihiyle ifade-i hakaik ettiği gibi; üslûblarıyla, hey'atıyla çok maânî-i işariyeyi dahi ifade ediyor. Her bir âyetin çok tabaka-i manaları var. Kur'an, ilm-i muhitten geldiği için, bütün manaları murad olabilir. İnsanın cüz'î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi bir iki manaya inhisar etmez.
İşte bu sırra binaen âyât-ı Kur'aniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakaikı beyan edilmiş. Müfessirînin beyan etmediği daha çok hakaikı var. Ve bilhassa hurufatında ve mana-yı sarihinden başka, işaratında çok ulûm-u mühimme vardır.” L:34
“Bilirsiniz ki, her âyet için bir zahir var, bir bâtın var; bir had var, bir muttala' var. Ve her bir kıssa için çok vecihler, hükümler, faideler, maksadlar vardır. Binaenaleyh muayyen bir âyet her yerde öbür münasib bir vecih için, bir faide için zikredilebilir. Bu itibarla, zahiren tekrar görünse bile hakikatte tekrar değildir.” Ms:232
“Lafzındaki câmiiyettir. Elbette evvelki sözlerde, hem bu sözde zikrolunan âyetlerden şu câmiiyet aşikâre görünüyor. Evet لِكُلِّ آيَةٍ ظَهْرٌ وَبَطْنٌ وَحَدٌّ وَمُطَّلَعٌ وَ لِكُلٍّ شُجُونٌ وَغُصُونٌ وَ فُنُونٌ olan hadîsin işaret ettiği gibi; elfaz-ı Kur'aniye, öyle bir tarzda vaz'edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun1 çok vücuhu bulunuyor. Herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.” S:391
Evet, “Hadîste vârid olduğu gibi, "Herbir âyetin mana mertebelerinde bir zahiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttalaı vardır. Bu dört tabakadan herbirisinin (hadîsçe "şücun ve gusûn" tabir edilen) füruatı, işaratı, dal ve budakları vardır." mealindeki hadîsin hükmüyle, Kur'an hakkında nâzil olan bu âyet-i kudsiye,2 fer'î bir tabakadan ve bir mana-yı işarîsiyle de Kur'an ile münasebeti çok kuvvetli bir tefsirine bakmak, şe'nine bir nakîse değil. Belki o lisan-ül gaybdaki i'caz-ı manevîsinin muktezasıdır.” Ş:711
“Tenbih: Hadîs-i şerifte vârid olduğu gibi her âyetin birer zahir ve bâtın ve her zahir ve bâtının birer hadd ve muttala'ı ve her hadd ve muttala'ın çok şücun ve gusûnu vardır. Ulûm-u İslâmiye buna şahiddir. Bu meratibin herbirinin birer derecesi, birer kıymeti, birer makamı vardır; temyiz lâzımdır. Lâkin tezahüm yoktur. Fakat iştibak iştibahı intac eder. Nasıl daire-i esbab daire-i akaide karıştırılsa; ya tevekkül namıyla bir betalet veya müraat-ı esbab namıyla bir itizali intac eder. Öyle de devair ve meratib tefrik olunmazsa, böyle neticeleri verir.” Mu:47
Ayetin mana tabakalarından bir örnek:
“Birincisi: Evvelâ: Âyetin manası ayrıdır ve o manaların efradı ve mâsadakları ayrıdır. İşte o küllî mananın müteaddid efradından bir ferdi bulunmazsa, o mana inkâr edilmez. Semavatın yedi tabakasına ve arzın yedi katına dair mana-yı küllîsinin çok efradından yedi mâsadak zahiren görünüyor. Sâniyen: Âyetin sarahatında "yedi kat arz" dememiş. اَللّٰهُ الَّذِى خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ اْلاَرْضِ مِثْلَهُنَّ ilââhir. Âyetin zahiri diyor ki: "Arzı da o seb'a semavat gibi halketmiş ve mahlukatına mesken ittihaz etmiş." Yedi tabaka olarak halkettim, demiyor. Misliyet ise mahlukıyet ve mahlukata meskeniyet3 cihetiyle bir teşbihtir.” L:64
“ELHASIL: Kadîr-i Zülcelal, esîr maddesinden yedi kat semavatı halkedip tesviye ederek, gayet dakik ve acib bir nizam ile tanzim etmiş ve yıldızları içinde zer'edip ekmiştir. Madem Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, umum ins ü cinnin umum tabakalarına karşı konuşan bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beşerin her bir tabakası, herbir âyât-ı Kur'aniyeden hissesini alacak ve âyât-ı Kur'aniye, her tabakanın fehmini tatmin edecek surette ayrı ayrı ve müteaddid manaları zımnen ve işareten bulunacaktır. Evet hitabat-ı Kur'aniyenin vüs'ati ve maânî ve işaratındaki genişliği ve en âmi bir avamdan en has bir havassa kadar derecat-ı fehimlerini müraat ve mümaşat etmesi gösterir ki; herbir âyetin herbir tabakaya bir vechi var, bakıyor.” L:68
İşte bu izah verilmezse avam bu ayetten ne anlayacak.
(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Âyet maddesi)
1 Mana ve hükmü açıklamamanın.
“Hem meselâ اُولئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (2:5) da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tayin etmemiş. Tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünki bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır. Bir kısmı yalnız Cennet’i düşünür. Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder. Bir kısım, yalnız rıza-yı İlahîyi rica eder. Bir kısım, rü’yet-i İlahiyeyi gaye-i emel bilir ve hakeza.. bunun gibi pek çok yerlerde Kur’an, sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazfeder, tâ çok manaları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun. İşte اَلْمُفْلِحُونَ der. Neye felah bulacaklarını tayin etmiyor. Güya o sükûtla der: “Ey müslümanlar!.. Müjde size. Ey müttaki!.. Sen Cehennem’den felah bulursun. Ey sâlih!.. Sen Cennet’e felah bulursun. Ey ârif!.. Sen rıza-yı İlahîye nail olursun. Ey âşık!.. Sen rü’yete mazhar olursun.” ve hakeza... İşte Kur’an, câmiiyet-i lafziye cihetiyle kelâmdan, kelimeden, huruftan ve sükûttan her birisinin binler misallerinden yalnız nümune olarak birer misal getirdik. Âyeti ve kıssatı bunlara kıyas edersin.” S:394
2 “Hem Sure-i Zümer, hem Sure-i Casiye, hem Sure-i Ahkaf’ın başlarında bulunan تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ (39:1) âyât-ı azîmeleridir.” Ş:710
3 Yani küre-i arza benziyen 7 dünyada yaşıyan canlılar vardır. Şöyle ki:
“İkincisi: Küre-i Arz her ne kadar semavata nisbeten çok küçüktür, fakat hadsiz masnuat-ı İlahiyenin meşheri, mazharı, mahşeri, merkezi hükmünde olduğundan; kalb cesede mukabil geldiği gibi, Küre-i Arz dahi, koca hadsiz semavata karşı bir kalb ve manevi bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir. Onun için zeminin küçük mikyasta eskidenberi yedi iklimi; hem Avrupa, Afrika, Okyanusya, İki Asya, iki Amerika namlarıyla maruf yedi kıt’ası; hem denizle beraber Şark, Garb, Şimal, Cenub, bu yüzdeki ve Yeni Dünya yüzündeki malum yedi kıt’ası; hem merkezinden ta kışr-ı zahirîye kadar hikmeten, fennen sabit olan muttasıl ve mütenevvi yedi tabakası, hem zihayat için medar-ı hayat olmuş yetmiş basit ve cüz’î unsurları tazammun edip ve “yedi kat” tabir edilen meşhur yedi nevi külli unsuru; hem dört unsur denilen su, hava nar, toprak (türab) ile beraber, “mevalid-i selase” denilen maadin, nebatat ve hayvanatın yedi tabakaları ve yedi kat âlemleri; hem cin ve ifrit vesair muhtelif zişuur ve zihayat mahlukların âlemleri ve meskenleri olduğu çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri hem Küre-i Arzımıza benziyen yedi küre-i uhra dahi bulunmasına, zihayata makarr ve mesken olmasına işareten yedi tabaka, yani yedi küre-i arziye bulunmasına işareten Küre-i Arz dahi, yedi tabaka âyat-ı Kur’aniyeden fehmedilmiştir. (*)
İşte yedi nevi ile yedi tarzda Arz’ın yedi tabakası mevcud olduğu tahakkuk ediyor. Sekizincisi olan âhirki mana, başka nokta-i nazarda ehemmiyetlidir. O yedide dahil değildir.” L:65 (İslâm Prensipleri Ansiklopedisi Semavat maddesi 3347.parağraf)
(*) Mezkûr yedi dünya, Keşf-ül Hafa 316. Hadiste izahatıyla zikredilir. Sahih-i Buhari 96. Kitab-üt Tevhid, 34. Babında: "ard-us sâbia" şeklinde ifade edilir. Bu arzlarda insanın bulunup bulunmaması hususunda, Elmalılı Hamdi Efendi E.T. 5078'de "Allah Bilir" der. Yedi arz ve semavatın sıfatı: Tirmizi 44. Kitab, sure: 57, 69 hadis: 1 ve İbn-i Hanbel, Evvel/sh: 206, Sani/sh: 370. (Hazırlayanlar)
Bu dersi indirmek için tıklayınız.