بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
İMAN KURTARMAK HİZMETİNDE CEHENNEME GİRMEYE RAZI OLMAK NE DEMEKTİR?
Bu bir fedakârlık ifadesidir. Cehenneme girmek sebebi, Allah’ın razı olmadığı iş ve hareketlerdir. Hiçbir hakiki mü’min hele dini şahsiyetler Allah’ın sevmediği ve yasakladıklarını bilerek ve isteyerek yapmazlar. Demek bu fedakârlık Allah’ın istemediği bir şey değil. Ancak zahir nazara göre, iman hizmeti meşguliyetinden, yani Hakaik-i İmaniyeyi te’lif ve neşir ve muarizlerin tecâvüzlerine karşı sabr u sebat ve meşakketleri tahammül içindeki meşgalelerden dolayı şahsi ibadet ve sevablardan kısmen noksanlık manasındadır. Keza (B:263 p.son) da ifade edildiği gibi Risalelerin bazı yerlerinde ihlâsa zarar ihtimaliyle ki bu bir manevi zarardır, şeriatça yasaklanan malum ve muayyen günah değil; belki her zaman ve herkes o mânevi zarar ihtimâlinden endişelenir, işte bu fedakârlık, böyle bir zarar ihtimalini, menfaat-ı umumi için göze almak fedakârlığıdır. Yoksa hizmet hayatında bazı günâhları nazara almamak mânâsına gelmez. Çünkü Hz. Üstad’ın hayatı malumdur. Ne kendisi ne de yanındaki hizmetkârlarını, hizmet iktiza ediyor diye içtimaî faaliyetlere ve bid’adlı yerlerle ihtilâta sevketmemiştir.
Evet, Şualar eserinde Nurcular için: “Bilinmedikleri ve görülmedikleri ve görüşülmedikleri halde ehl-i imana mânen mukavemet verdikleri”ne dair beyanı, meselemiz hakkında mânidardır.
Ayrıca kemiyete değil keyfiyete ehemmiyet vermek, müşteri aramamak, müşterilerin yalvarması, bu zamanda takvanın rüçhaniyeti gibi mühim esaslar Külliyatta ve tatbikatta hassasiyetle takip edilmiş olması ve hidayetin sadece Allah’a ait olduğu gibi hususlar, ciddi mânâda düşünülürse mes’ele tavazzuh eder.
Hem de, hizmettir diyerek takvayı kıran bir yolda yürüyenin de bir insan olduğu ve ihtiyarı selbeden fitnelerde çokların boğulduğu nazara alınırsa, o yolda gidenin, kurtaran değil kurtarılmaya muhtaç durumuna düşeceği nadir vak’alardan değildir. Hele iman hizmetinde fazilete dayanan itimad-ı amme ve lisan-ı hal dersi, vicdan-ı ammede ehemmiyetli bir husustur ki o da dinde ciddiyet ile mümkündür. Evet, önde bulunup avamın taklid edeceği kimselere hitaben Mesnevi’de şu ifade vardır:
“Görülmüyor mu ki, İttihadcılar o kadar harika azm u sebat ve fedakârlıklarıyla, hatta İslâm’ın şu intibahına da bir sebeb oldukları halde, bir derece dinde lâübalilik tavrını gösterdikleri için, dâhildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.” (Ms:101)
Keza Hz. Üstad, hayat-ı içtimaiyedeki Nurcuların tehlikesi için endişe ederken, gelen ihtara binaen, sadakat, hizmet, takva ve içtinab-ı kebair şartlarıyla şirket-i mâneviyeden istifade ederek necat bulacaklarını anlatan Kastamonu L. 96. sahifedeki mektubda bildirilen takva şartiyeti aynı eserin 148. sayfasında ve Emirdağ L. 63. sayfasındaki mektublarda bidirilen takvanın rüçhaniyet kazandığı hakkındaki beyanlar mes’eleyi tavzih eder.
Bahsi geçen mektublar şunlardır:
“Latif ve manidar ve beşaretli iki hâdiseyi beyan ediyorum:
Birincisi: Me’yusane bir hatıradan müjdeli bir ihtar:
Bu günlerde hatırıma geldi ki: Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. Bu günahlara karşı insanın hususî ibadet ve takvası nasıl mukabele edebilir? diye me’yusane düşündüm.
Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur şakirdleri hakkında necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur’aniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve gavsiyeyi düşündüm. Kalben dedim ki, “Her biri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder. necat bulur?” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayürüme mukabil denildi ki:
Risale-i Nur’un hakiki ve sadık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimi ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakiki şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melâikenin kırk bin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakird dahi, kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşâallah ehl-i saadet olur.” (K 96)
(Bu mektub gayet ehemmiyetlidir.)
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bugünlerde Kur’an-ı Hakîmin nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def’-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.
Bu zamanda tahrifat ve menfi cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır. Hem az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
Hem takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünki bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlemiş oluyor. Bu ehemmiyeti nokta niyetiyle, takva namıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a’mal-i sâlihadır.
Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en büyük vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüz günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.” (K 149)
“Risale-i Nur’un mesleği, sair tarîkatlar, meslekler gibi mağlub olmayarak belki galebe ederek pek çok muannidleri imana getirmesi; pek çok hâdisatın şehadetiyle, bu asırda bir mu’cize-i maneviye-i Kur’aniye olduğunu isbat eder. O dairenin haricinde, ekseriyetle bu memlekette bu hususî ve cüz’i ve yalnız şahsî hizmet; veya mağlubane perde altında veya bid’alara müsamaha suretinde ve tevil ile bir nevi tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olamaz diye, hâdisat bize kanaat vermiş.” (Em 63)
Hem ehl-i hizmete hitaben Kastamonu 77’deki beyan, sarahattır:
“Hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve Melâmîliğin bir nev’ine zemin izhar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer’iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risale-i Nur gerçi umuma teşmil suretiyla değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.” (K 77)
Hem, istiğfar ve ilticaya vesile ve ubudiyetin esası olan kendini kusurlu görmek manasına zarar veren günaha müsamaha fikri, bazıları için binnetice büyük gaflete müncer olabilir ve dinî hassasiyeti zamanla kırar. Esasen iman kurtarmada, cehenneme razı olmak ifadesinde de, günahı daima günah bilmek telkini vardır. Çünkü cehenneme girmek ifadesi, onu bildirir.
Keza, 10. Lem’anın birinci şefkat tokadında: Van’da ders-i hakaik-ı Kur’aniye ile meşguliyeti, sonra Burdur’da hizmet-i Kur’aniye ve Isparta’da hizmet başına geçmesi gibi ifadelerle bilinen hizmet hayatı; Te’lif, neşir ve meşakkatlere tahammül gibi dar daireye müteveccih hususlardır. Amma geniş dairede ise, herkes bulunduğu yerde – mezkûr hususları kabul ile beraber – hizmet etmeye çalışır.
(Bakınız: Dinden taviz vermekle dine hizmet olur mu? derlemesi ve İman kurtarmak yolunda Cehenneme girmeye razıyım derlemesi)
Bu dersi indirmek için tıklayınız.