DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

CEHİL

Bilgisizlik manasında olan bu kelimenin zıddı ilimdir. İslamiyet ilme çok değer verip cehaleti izale eder. Şahsî anlayışlarını hakka cahilane tercih edenlere Kur’an şöyle hitab eder: قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ  Yani kendi tahminlerini hak budur diyerek ileri sürenler kahrolsun!

الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ Onlar bir sarhoşluk ve cehalet içinde şuursuzdurlar. (51:10, 11)

وَأَعْرِضْ عَنِ ٱلْجَٰهِلِينَ ve cahillerden yüz çevir. (7:199) ve örnek gösterdiğimiz bu âyetler gibi âyetler vardır.

Yani, kitaba bakmadan din namına şahsî anlayışla konuşmak, en azından cehalettir ve hodfüruşluktur diye Kur’an ikaz ediyor.

Evet, kâinata mana-yı ismî ile bakan insan, kâinatı, enesinin karanlıklı rengiyle görür.

“İşte ene, şu hainane vaziyetinde iken; cehl-i mutlaktadır. Binler fünunu bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir. Çünki duyguları, efkârları kâinatın envâr-ı marifetini getirdiği vakit, nefsinde onu tasdik edecek, ışıklandıracak ve idame edecek bir madde bulmadığı için sönerler. Gelen herşey, nefsindeki renkler ile boyalanır. Mahz-ı hikmet gelse, nefsinde abesiyet-i mutlaka suretini alır. Çünki şu haldeki ene'nin rengi, şirk ve ta'tildir, Allah'ı inkârdır. Bütün kâinat parlak âyetlerle dolsa; o ene'deki karanlıklı bir nokta, onları nazarda söndürür, göstermez.” S:538

Keza, “Zerratın tahavvülâtını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatta biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i cezbekâranede zikir ve tesbih-i İlahî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu'metmişler.

İşte bundan anlaşılıyor ki; onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir.” S:552

Feyâ Sübhanallah! Zındık maddiyyun gâvurlar bir Vâcib-ül Vücud'u kabul etmediklerinden, zerrat adedince bâtıl âliheleri kabul etmeğe mezheblerine göre muztar kalıyorlar. İşte şu cihette münkir kâfir ne kadar feylesof, âlim de olsa; nihayet derecede bir cehl-i azîm içindedir, bir echel-i mutlaktır.”  S:554

Bunun içindir ki Hz. Üstad, cehalet dairesinde bulunan zulmetli münevverlere, yani dünyevî bilgileri mana-yı ismî ile kafalarını dolduranlara şöyle hitab ediyor:

Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.

O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir, zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver.1 S:705

Hem yine Hz. Üstad, bu zulmetli anlayışa karşı hakiki münevverliği şöyle nazara verir:

Niyet Gibi, Tarz-ı Nazar Dahi Âdeti İbadete Çevirir

Şu noktaya dikkat et; nasıl olur niyetle mubah âdât, ibadat... Öyle tarz-ı nazarla fünun-u ekvan, olur maarif-i İlahî...

Tedkik dahi tefekkür, yani ger harfî nazarla, hem san'at noktasında "ne güzeldir" yerine "ne güzel yapmış Sani', nasıl yapmış o mâhi"

Nokta-i nazarında kâinata bir baksan, nakş-ı Nakkaş-ı Ezel, nizam ve hikmetiyle lem'a-i kasd ve itkan, tenvir eder şübehi.

Döner ulûm-u kâinat, maarif-i İlahî. Eğer mana-yı ismiyle, tabiat noktasında, "zâtında nasıl olmuş" eğer etsen nigahı,

Bakarsan kâinata, daire-i fünunun daire-i cehl olur. Bîçare hakikatlar, kıymetsiz eller kıymetsiz eder. Çoktur bunun güvahı...” S:723

Bu beyanlardan anlaşılıyor ki, dünyevî ilim dairesinde görünenler, her şeye mana-yı ismî ile bakanlar, her şeyi biz biliriz diyerek ortalığı karıştıran zulmet-i müzevver vasfında olanlardır. Evet, enaniyet mütecavizdir.

Hakaik-i İslâmiyeye zıddiyet gösterip mübareze eden küfrün mahiyeti bir inkârdır, bir cehildir, bir nefiydir. Sureten isbat ve vücudî görülse de manası ademdir. İman ise ilimdir, vücudîdir, isbattır, hükümdür. Herbir menfî mes'elesi dahi, bir müsbet hakikatın ünvanı ve perdesidir. Eğer imana karşı mübareze eden ehl-i küfür, gayet müşkilât ile menfî itikadlarını kabul-ü adem ve tasdik-i adem suretinde isbat ve kabul etmeğe çalışsalar; o küfür, bir cihette yanlış bir ilim ve hata bir hüküm sayılabilir. Yoksa, irtikâbı çok kolay olan yalnız adem-i kabul ve inkâr ve adem-i tasdik ise cehl-i mutlaktır, hükümsüzlüktür.”Ş:102

Yani bir şeyin vücuda gelme sebeblerini, nazar-ı ismî ile tesbit etmek, zâhiren müsbet ve vücudî görünür, fakat bu tesbit, mana-yı harfî nazariyle görünen hakikatın zıddı olup yanlış bir ilim ve hata bir hükümdür ve cehildir. Çünkü hakikat nokta-i nazarında cehalet, kâinatı yaratan Zâtın, yarattıkları hakkında bildirdiği maksad ve hikmetleri bilmemektir. Evet müsbet ilim, sebeb-müsebbebi zâhiren görür. Fakat hikmet-i İlahî imtihan sırrı için, harfî ve ismî nazar dairesinde ve ilm-i imanî ile harfî nazarı tercih etmek gerektir. Aksi halde esbab karanlığına düşülür. Şöyle ki:

“Gafletten neş’et eden dalalet, pek garib ve acibdir. Mukareneti illiyete kalbeder. İki şey arasında bir mukarenet olursa, yani daima beraber vücuda gelirlerse, birisinin ötekisine illet gösterilmesi o dalaletin şe’nindendir.” Ms:72

“Sâni’-i Zülcelal, Kadîr-i Külli Şey’, esbabı halketmiş; müsebbebatı da halkediyor. Hikmetiyle, müsebbebatı esbaba bağlıyor. Kâinatın harekâtının tanzimine dair kavanin-i âdetullahtan ibaret olan şeriat-ı fıtriye-i kübra-yı İlahiyenin bir cilvesini ve eşyadaki o cilvesine, yalnız bir âyine ve bir ma’kes olan tabiat-ı eşyayı, iradesiyle tayin etmiştir. Ve o tabiatın vücud-u haricîye mazhar olan vechini, kudretiyle icad etmiş ve eşyayı o tabiat üzerinde halketmiş, birbirine mezcetmiş.” L:187

Evet, Hz. Üstad diyor ki: “İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnîdir. Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'an âyetleriyle insanların nazarını melufatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havarik-ul âdât mu'cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir.” Ms:197

Kezalik Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gafletle esbab hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.” Ms:199

Evet bazı insanlar zerrede boğulurlar. Bazısında da dünya boğulur. Bazılar da, kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniş bir âlemini açar fakat içinde boğulur. Sahil-i vahdet ve tevhide zorla vâsıl olur. Demek, insanın seyr-i ruhanîsinde çok tabakalar vardır. Bir tabakada, insanlara huzur u tevhid pek sühuletle nasib ve müyesser olur. Bir tabakasına da, gaflet ve evham öyle istilâ eder ki, kesret içinde garkolmakla tam manasıyla tevhidi unutmuş olur. Sukutu suud, tedenniyi terakki, cehl-i mürekkebi yakîn, uykunun son perdesini intibah zan ve tevehhüm eden bir kısım medenîler ikinci tabakadaki insanlardandır. Onlar, hakaik-i imaniyeyi derketmekte bedevilerin bedevileridir.” Ms:210

Bu parağrafta anlatılan mütezadiyet, yani batılı hak ve enaniyet hastalığını kemalat görme  gibi felâketli haller, bu enaniyet ve gaflet asrında şiddet peyda etmiştir. Ancak Risale-i Nura ihlâs, sadakat ve tam teslimiyetle liyakat kazanıp rahmet-i İlâhiye necata erdirir. 

Cehaletle alakalı parçalara devam ediyoruz.

Harf, gayrın manasını izah için bir âlet, bir hâdim olduğu gibi; şu mevcudat da, esma-i hüsnanın tecelliyatını izhar, ifham, izah için bir takım İlahî mektublardır ki, içlerinde yazılı delail, berahin, havarık mu'cize-i kudrettir. Mevcudat bu vecihle nazara alınması; ilim, iman, hikmettir. Şayet isim gibi müstakil ve maksud-u bizzât cihetiyle bakılırsa, küfran ve cehl-i mürekkeb olur.” Ms:214

Küfür, cehildir. Halbuki kâfirler, Hazret-i Muhammed'i (A.S.M.) evlâdları kadar tanıyorlardı?

C- Küfür, iki kısımdır. Bir kısmı, bilmediği için inkâr eder; ikincisi, bildiği halde inkâr eder. Bu da, birkaç şubedir. Birincisi; bilir lâkin kabul etmez. İkincisi; yakîni var, lâkin itikadı yoktur. Üçüncüsü; tasdiki var, lâkin vicdanî iz'anı yoktur. İ:662

İşte mezkûr cihetlerdeki yetersizlik derecesiyle kişide, enaniyet ve haktan kopukluk olur. Mesela şu beyana dikkat edilmelidir:

الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا

 عِوَجًا اُولئِكَ فِى ضَلاَلٍ بَعِيدٍ

…… birinci cümlesiyle der ki: "O bedbahtlar, bazı ehl-i imanın (imanları beraber olduğu halde) ve bir kısım ehl-i ilmin (âhireti tam bildikleri halde) onlara iltihak delaletiyle, bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi; sefahet-i hayatı, dinî hissiyata muannidane tercih edip dinsizlik ile iftihar ederler." Ş:724

Bütün bu beyanlardan anlaşıldı ki cehil ve cehalet tabirlerinden maksad, dinî hakikatları bilmemek veya tasdik ve kabul etmemek demektir. 

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi İlm maddesi)

 

1 Fitne-fesad çıkaran cehalet karanlığı

2 Kabul: Yani kalben benimsemektir.

Yakîn: Şübhesiz ve kat’î bilmektir.

İtikad: Hükme ciddi bağlılıktır.

Tasdik: Bir hükmün doğruluğunu, delillerine istinaden bilmektir.

Vicdanî iz'an: Fıtrî ihtiyac duyarak ve tam tarafgirlik meyli ile, ruhen, kalben, hissen, aklen ve amelen temessül etmektir.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık