1552- İLM علم : (İlim) Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak’la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek. (Bak: Akl, Cehl, Fıkıh, Hikmet, İhtisas, Maarif, Tefekkür, Terakkiyat, Ulema, Ülfet)
İnsanı bütün hayvanlardan üstün kılan ve insan olmanın aslını teşkil eden en birinci hususiyeti aklıdır. Göz, görmenin; kulak, işitmenin âleti olduğu gibi akıl dahi mana ve hakikatları anlamanın âletidir. Mana ve hakikatları anlamak için yapılan çalışma da ilimdir. Şu halde aklı, vazifesi olan hakikat ilminde çalıştırmamak, aklı ibtal etmek gibidir.
Akıl insan olmanın temeli olduğundan aklı ibtal etmek, gerçek insan olmanın yolunu kapamak demektir. İlm-i hakikata çalışmak, insaniyetin terakkisi; ilm-i hakikata alâkasızlık ise, insaniyette tevakkuftur.
Keza aklın ehemmiyeti, bilme, anlama, ve idrak etmek âleti olması sebebiyledir. O halde idrak, bilmek, yani kendi varlığını ve varlıkların varlığını var olma hikmetlerini bilmek, insan olmanın en mühim unsurlarındandır. Bunun için Kur’an tekrarla varlık dünyasına nazarları çevirir ve tefekküre teşvik eder. (Bak: Tefekkür) Evet varlığını ve varlığı, anlamayan hayatsız ve idraksiz varlıkların varlığı, kendilerine nazaran yoklukla müsavî gibidir denilebilir.
1552/1- İlim, hakikatı bilmektir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek manasına olmakla beraber, Cenab-ı Hakk’a nisbeti caiz olmaz.
İlmin zıddı “cehil”dir. Marifetin zıddı ise “inkâr”dır. İlm-i Kelâm’da ilim: Bilmek, idrak etmek sıfatıdır. Cenab-ı Hak ilim sıfatı ile de muttasıftır. O’nun ilmi, mahlukatın ilmi gibi basit ve mahdud olmayıp, bütün kâinatı muhittir. Hiç bir şey onun ilminden gizlenemez ve haricinde kalamaz. Allah’ın ilmi mutlaktır.
İlim maluma tabidir. Yani. Cenab-ı Hak ilmi ile olmuş ve olacak her şeyi ezelî ve ebedî olarak bilir. Böylece o eşya, ilm-i İlahîde bilinmesiyle vücud-u ilmiyeye mazhardırlar. Fakat maddi vücudlarının icadı, kudret-i İlahiyeye istinad eder. Yani mahlukatın maddi vücudunu ilim icad etmez, kudret icad eder. Bu itibarla malumun yani mahlukun icadı, ilme değil, kudrete tabidir.” (O.A.L.)
1553- İlim, Allah’ın yedi sıfat-ı subutiyesinden biridir. Allah’ın sıfatlarından olan ilim, sonsuz olup herşeyi ihata ettiği gibi, herşeyde görünen gayet hassas nizam ve mizan dahi ilm-i İlahînin bürhanlarındandır. Evet “ilm-i İlahînin hadsiz delillerinden bir geniş delilin emarelerine ve lem’alarına şöyle işaret eder ve deriz ki:
Şu kâinatta görünen ef’al ile tasarruf edip icad eden Sani’in bir muhit ilmi var. Ve o ilim, onun zatının hassa-i lâzıme-i zaruriyesidir. infikaki muhaldir. Nasılki Güneş’in zatı bulunup ziyası bulunmamak kabil değil; öyle de: Binler derece ondan ziyade kabil değildir ki; şu muntazam mevcudatı icad eden zatın ilmi, ondan infikak etsin. Şu ilm-i muhit, o zata lâzım olduğu gibi, taalluk cihetiyle herşeye dahi lâzımdır. Yani, hiçbir şey ondan gizlenmesi kabil değildir. Perdesiz, Güneş’e karşı zemin yüzündeki eşya, Güneş’i görmemesi kabil olmadığı gibi; o Alim-i Zülcelal’in nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi, bin derece daha gayr-i kabildir, muhaldir. Çünki huzur var. Yani herşey daire-i nazarındadır ve mukabildir ve daire-i şuhudundadır ve herşey’e nüfuzu var. (Bak: 100.p.)
Şu camid Güneş, şu âciz insan, şu şuursuz röntgen şuaı gibi zinurlar; hâdis, nâkıs ve ârızî oldukları halde, onların nurları, mukabilindeki her şeyi görüp nüfuz ederlerse; elbette vacib ve muhit ve zatî olan nur-u ilm-i ezelîden hiçbir şey gizlenemez ve haricinde kalamaz. Şu hakikata işaret eden, kâinatın hadd ü hesaba gelmez alâmetleri, âyetleri vardır. Ezcümle:
1554- Bütün mevcudatta görünen bütün hikmetler, o ilme işaret eder. Çünki hikmet ile iş görmek ilim ile olur. Hem bütün inayetler, tezyinatlar o ilme işaret eder. inayetkârane, lütufkârane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar. Hem herbiri birer mizan içindeki bütün intizamlı mevcudat ve herbiri birer intizam içindeki bütün mizanlı ve ölçülü hey’at, yine o ilm-i muhite işaret eder. Çünki intizam ile iş görmek, ilim ile olur. Ölçü ile, tartı ile san’atkârane yapan; elbette kuvvetli bir ilme istinaden yapar Hem bütün mevcudatta görünen muntazam mikdarlar, hikmet ve maslahata göre biçilmiş şekiller, bir kazanın düsturuyla ve kaderin pergariyle tanzim edilmiş gibi meyvedar vaziyetler ve hey’etler, bir ilm-i muhiti gösteriyor.
Evet, eşyaya ayrı ayrı muntazam suretler vermek, herşeyin mesalih-i hayatiyesine ve vücuduna lâyık mahsus bir şekil vermek, bir ilm-i muhit ile olur, başka surette olamaz. (Her şeyin suret-i mahsusası ilm-i ezelîde muayyendir, bak: 1477.p.)
1555- Hem bütün zihayata, herbirisine lâyık bir tarzda, münasib vakitte, ummadığı yerde rızklarını vermek; bir ilm-i muhit ile olur.
Çünki rızkı gönderen; rızka muhtaç olanları bilecek, tanıyacak vaktini bilecek, ihtiyacını idrak edecek, sonra rızkını lâyık bir tarzda verebilir.
Hem umum zihayatın, ibham ünvanı altında bir kanun-u taayyüne bağlı olan ecelleri, ölümleri bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünki her taifenin gerçi ferdlerin zahiren muayyen bir vakt-i eceli görünmüyor. Fakat o taifenin iki had ortasında mahdud bir zamanda ecelleri muayyendir. O ecel hengamında, o şey’in arkasında vazifesini idame edecek olan neticesinin, meyvesinin, çekirdeğinin muhafazası ve bir taze hayata inkılab ettirmesi; yin o ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem bütün mevcudata şamil, herbir mevcuda lâyık bir surette rahmetin taltifatı; bir rahmet-i vasia içinde bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünki meselâ: Zihayatın etfallerini süt ile iaşe eden ve zeminin suya muhtaç nebatatına yağmur ile yardım eden; elbette etfali tanır, ihtiyaçlarını bilir ve o nebatatı görür ve yağmurun onlara lüzumunu derkeder, sonra gönderir, ve hakeza... Bütün hikmetli, inayetli rahmetinin hadsiz cilveleri; bir ilm-i muhiti gösteriyor.
1556- Hem bütün eşyanın san’atındaki ihtimamat ve san’atkârane tasvirat ve mâhirane tezyinat, bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünki binler vaziyet-i muhtemele içinde, muntazam ve müzeyyen, san’atlı ve hikmetli bir vaziyeti intihab etmek, derin bir ilim ile olur. Bütün eşyadaki şu tarz-ı intihabat, bir ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem icad ve ibda’-i eşyada kemal-i sühulet, bir ilm-i ekmele delalet eder. Çünki bir işde kolaylık ve bir vaziyette sühulet, derece-i ilim ve meharetle mütenasibdir. Ne kadar ziyade bilse o derece kolay yapar.
İşte şu sırra binaen, herbiri birer mu’cize-i san’at olan mevcudata bakıyoruz ki; hayret-nüma bir derecede sühuletle, kolaylıkla, külfetsiz, dağdağasız, kısa bir zamanda fakat mu’ciznüma bir surette icad edilir. Demek hadsiz bir ilim vardır ki, hadsiz sühuletle yapılır.. ve hakeza..
Mezkûr emareler gibi binler alâmet-i sâdıka var ki, şu kâinatta tasarruf eden Zat’ın, muhit bir ilmi vardır. Ve herşeyi bütün şuunatıyla bilir, sonra yapar. Madem şu kâinat sahibinin böyle bir ilmi vardır; elbette insanları ve insanların amellerini görür ve insanlar neye lâyık ve müstehak olduklarını bilir, hikmet ve rahmetin muktezasına göre onlarla muamele eder ve edecek.
Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir Zat seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!... (İlm-i İlahîye karşı ilm-i beşerin cüz’iyeti, bak: 3587.p.)
1557- Eğer denilse. Yalnız ilim kâfi değildir, irade dahi lâzımdır. İrade olmazsa, ilim kâfi gelmez?
Elcevab: Bütün mevcudat nasılki bir ilm-i muhite delalet ve şehadet eder. Öyle de: O ilm-i muhit sahibinin irade-i külliyesine dahi delalet eder. Şöyle ki: Herbir şeye hususan herbir zihayata pek çok müşevveş ihtimalat içinde, muayyen bir ihtimal ile ve pek çok akim yollar içinde, neticeli bir yol ile ve pek çok imkânat içinde mütereddid iken, gayet muntazam bir teşahhus verilmesi; hadsiz cihetlerle bir irade-i külliyeyi gösteriyor. Çünki herşeyin vücudunu ihata eden hadsiz imkânat ve ihtimalat içinde ve semeresiz akim yollarda ve karışık ve yeknesak sel gibi mizansız akan camid unsurlardan gayet hassas bir ölçü ile, nazik bir tartı ile ve gayet ince bir intizam ile, nazenin bir ölçü ile, nazik bir tartı ile ve gayet ince bir intizam ile, verilen mevzun şekil ve muntazam teşahhus; bizzarure ve bilbedahe belki bilmüşahede, bir irade-i külliyenin eseri olduğunu gösterir. Çünki hadsiz vaziyetler içinde bir vaziyeti intihab etmek; bir tahsis bir tercih bir kasd ve bir irade ile olur. Ve amd ve arzu ile tahsis edilir. Elbette tahsis, bir muhassısı iktiza eder. Tercih, bir müreccihi ister. Muhassıs ve müreccih ise, iradedir. Meselâ: İnsan gibi yüzler muhtelif cihazat ve âlâtın makinası hükmünde olan bir vücudun, bir katre sudan ve yüzer muhtelif azası bulunan bir kuşun, basit bir yumurtadan ve yüzer muhtelif kısımlara ayrılan bir ağacın, basit bir çekirdekten icadları, kudret ve ilme şehadet ettikleri gibi, gayet kat’i ve zaruri bir tarzda onların Sani’in’de bir irade -i külliyeye delalet ederler ki, o irade ile, o şeyin herşeyini tahsis eder ve o irade ile her cüz’üne, her uzvuna, her kısmına ayrı, has bir şekil verir,bir vaziyet giydirir. (Bak: Delil-i İmkânî)
1558- Elhasıl: Nasılki eşyada, meselâ hayvanattaki ehemmiyetli azanın, esasat ve netaic itibariyle birbirlerine benzeyişleri ve tevafukları ve birtek sikke-i vahdet izhar etmeleri, nasıl kat’i olarak delalet ediyor ki; umum hayvanatın Sani’i birdir, Vahid’dir, Ehad’dir. Öyle de: O hayvanatın ayrı ayrı teşahhusları ve simalarındaki başka başka hikmetli taayyün ve temeyyüzleri delalet eder ki; onların Sani’-i Vahid’i, fail-i muhtardır ve iradelidir; istediğini yapar, istemediğini yapmaz; kasd ve irade ile işler. Madem ilm-i İlahîye ve irade-i Rabbaniyeye mevcudat adedince, belki mevcudatın şuunatı adedince delalet ve şehadet vardır. Elbette bir kısım feylesofların irade-i İlahiyeyi nefy ve bir kısım ehl-i bid’atın kaderi inkâr ve bir kısım ehl-i dalaletin cüz’iyata adem-i ıttılaını iddia etmeleri ve tabiiyyunun bir kısım mevcudatı tabiat ve esbaba isnad etmeleri; mevcudat adedince muzaaf bir yalancılıktır ve mevcudatın şuunatı adedince muzaaf bir dalalet divaneliğidir. Çünki hadsiz şehadet-i sâdıkayı tekzib eden, hadsiz bir yalancılık işlemiş olur.
İşte, meşiet-i İlahiye ile vücuda gelen işlerde; “İnşaallah İnşâallah” yerinde, bilerek “tabii tabii” demek, ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et.” (M.242-244) “Allah dilerse ve meşieti taalluk ederse” mealinde olan inşâallah tabiri Kur’an (2:70), (12:99), (28:27), (48:27) âyetlerinde geçer. Maşaâllah tabiri ise: (6:128), (10:49),(18:39), (87:7) âyetlerinde zikredilir.
1559- - Bir ilmin hak olması, o “ilmin hakkı, hakk u hakikatı takib etmesinde, hakka taallukunda, emr-i Hakka isabetinde ve daima rızaullahı taharri edip ahkâm-ı Hakkı idrak ve istinbat etmesinde, hasılı Allah için olmasındadır. Yoksa vakıa mutabık olmayan, hak esası üzerine yürümeyen, hükmullaha muhalif bulunan, Allah kanunlarına karşı gelmek isteyen kuruntular ne kadar süslenirse süslensin, ilim değildir... (Bak: 1133.p.)
Allah’dan kat’-ı nazarla, velev ülemada olsun, en cüz’î bir vaz’-ı hüküm salahiyyetini tanımak, hatta bir zerrenin bile kendiliklerinden hakkını tebdil edebilecek bir irade ve kudret teslim eylemek, Allah’dan başkasına bir hisse-i rububiyyet vermektir; min dunillah rabb ittihaz etmektir...(E.T. 2513)
Evet “ülema, vahiyden me’huz olan nususa ittiba’ etmeleri haysiyyetiyle musibdirler...” (E.T. 6184) (Bak: Naklî Delil ve 1305, 1306 .p.lar) (Beşerin heva ve temayülleri, hakkı ifade etmez, bak: 2186,2187.p.lar)
1560- Kur’an (2:31,32) âyetleri, “evvela Hazret-i Âdem’in hilafet mes’elesinde; melaikeleri rüchaniyetine medar onun ilmi olduğu olan bir hâdise-i cüz’iyeyi zikreder. Sonra o hâdisede melaikelerin Hazret-i Âdem’e karşı ilim noktasında hâdise-i mağlubiyetlerini zikreder. Sonra bu iki hâdiseyi iki ism-i küllî ile icmal ediyor. Yani, (2:32) اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ yani: Alîm ve Hakîm sen olduğun için Âdem’i talim ettin, bize galib oldu. Hakîm olduğun için, bize istidadımıza göre veriyorsun, onun istidadına göre rüçhaniyet veriyorsun.” (S. 420) (Peygamberimiz’in (A.S.M.) ilmi vehbî idi, bak: 2565.p.)
1561- Hem Kur’an “öyle bir surette ifade ediyor ki, o ifade ile şöyle işaret eder ki: “Elbette nev’-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise’, ilmin eline geçecektir.” Hem o Kur’an-ı Mu’ciz-il-Beyan, cezalet ve belagat-ı Kur’aniyeyi mükerreren ileri sürdüğünden remzen anlattırıyor ki: “Ulûm ve fünunun en parlağı olan belagat ve cezalet, bütün envaiyle âhirzamanda en mergub bir suret alacaktır. Hatta insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silahını, cezalet-i beyandan ve en mukavemetsûz kuvvetini, belagat-ı edadan alacaktır.”
Elhasıl: Kur’an ekser âyetleri, herbiri birer hazine-i kemalatın anahtarı ve birer define-i ilmin miftahıdır.” (S.264)
Bir atıf notu:
-İlim inkişaf, ettikçe hakikatlar daha çok tebeyyün eder, bak: 123 ve 1898.p.lar (Aynı mes’ele ile alâkalı hadîs için, bak: Sünen-i Darimî, Ki: 23. bab 4)
1562- Hem Kur’an “اَفَلاَ يَعْقِلُونَ ٭ اَفَلاَ يَتَفَكَّرُونَ ٭ اَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ gibi kelimatıyla aklı ve ilmi istişhad ve ikaz ettiği ve ehl-i ilmi himaye ettiği cihetle; daima İslâmiyet, fukaraların ve ehl-i ilmin kal’ası ve melce’i olmuştur.” (M.325)
1563- “Hakaik-ı İslâmiyeye zıddiyet gösterip mübareze eden küfrün mühiyeti, bir inkârdır, bir cehildir, bir nefiydir. Sureten isbat ve vücudî görülse de; manası ademdir, nefiydir. İman ise; ilimdir, vücudîdir, isbattır, hükümdür. Herbir menfi mes’elesi dahi, bir müsbet hakikatın ünvanı ve perdesidir.
Eğer imana karşı mübareze eden ehl-i küfür, gayet müşkilat ile menfi itikadlarını kabul-ü adem ve tasdik-ı adem suretinde isbat ve kabul etmeğe çalışsalar; o küfür, bir cihette yanlış bir ilim ve hata bir hüküm sayılabilir. Yoksa, irtikabı çok kolay olan yalnız adem-i kabul ve inkâr ve adem-i tasdik ise; cehl-i mutlaktır, hükümsüzlüktür.” (Ş. 102)
1564- “Harf, gayrin manasını izah için bir âlet, bir hâdim olduğu gibi, şu mevcudat da esma-i hüsnanın tecelliyatını izhar, ifham, izah için bir takım İlahî mektublardır ki, içlerinde yazılı delail, berahin mu’cize-i kudrettir. Mevcudat bu vecihle nazara alınması; ilim, iman, hikmettir. Şayet isim gibi müstakil ve maksud-u bizzat cihetiyle bakılırsa, küfran ve cehl-i mürekkeb olur.” (M.N. 214)
1565- “Âdem oğlu ve Havva kızı olan insanın biri fiilî, diğeri infialî olmak üzere iki çeşit ilmi vardır. Fiilî olanı, fikrinden harice in’ikas eder. Buna inşa denir. İnfialî ise, hariçten fikrine intikal eder, buna haber denir.
Birinci kısımda menşe’ fikirdir. İkincisi kısımda menşe’ hariçtir. İnsan şu inşa ve haber denilen ilimler ile, kâinata olan ihtiyaçlarını tatmin eder. Şöyle ki:
Heveslerini, isteklerini tatmin için temenniyatta bulunur. Hırsını teskin için ricalarda bulunur. Meyl-ül istikmalini terbiye etmek, beslemek için istifham eder. Hakka bağlılığını izhar için kasem eder. Yardımlaşmaya meyl-i ihtiyacından dolayı nida eder. Güzelliklere olan meylini nümalandırmak için emreder. Kötülükten nefretini yerleştirmek için nehyeder. Onda hissiyatın mecali tevessü etmesiyle çoğalan hacetlerin cetvellerini seddetmek için akd alış verişini yapar. İşte bu gibi şeyler inşa ilminden doğarlar. Ruhun, zaman ve mekânlarda cevelan edip esrar-ı kâinatta nüfuz etmesine olan meylinin hatırı için tarihvari elde edilen malumatlarla haberleşir. İşte bu da, infialî ilimden hasıl olur.” (M.Nu.641)
1566- “Dimağda meratib var birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif: Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir.
Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor. sonra gelir il-tizam, sonra itikad gelir.
İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Herbirinden çıkar bir halet: Salabet itikaddan,
Taassub iltizamdan, imtisal iz’andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda.
Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.
Batıl şeyleri güzel tasvir etmek her demde, safi olan zihinleri cerhdir, hem idlali...” (S.707)
1567- İlmin ve ilm-i din tahsilinin faziletine dair bir kısım hadis-i şerifler:
تَعَلَّمُوا العِلْمَ، فَإِنَّ تُعَلِّمَهُ لِلهِ خَشْيَةً وَطَلَبَةُ عِبَادَةٍ، وَمُذَاكَرَتَهُ تَسْبِيحٌ وَالبَحْثُ عَنْهِ جِهَادٌ
Meali: “İlmi öğreniniz! Çünki, onun öğrenilmesi Allah’a karşı haşyettir, talebi ibadettir, müzakeresi tesbihdir, ondan bahis ise cihaddır.”
1568- سَاعَةُ عَالِمٍ يَتَّكِيُّ عَلَى فِرَاشِهِ يَنْظُرُ فِى عِلْمِهِ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَبْعِينَ سَاعَةً
Meali: “Bir âlimin, yatağına yaslanarak ilmine (kitabına) bir saat bakması, yetmiş saat ibadetten hayırlıdır.”
1569- طَالَبَ العِلْمُ طَالِبَ الرَّحْمَنِ، طَالَبَ العِلْمُ رُكْنَ الإِسْلَامِ، وَيُعْطِي اَجْرُهُ مَعَ النَّبِيَيْنِ
Meali: “İlmin tâlibi (talebesi), Rahman’ın tâlibidir. İlmin talebcisi, İslâmın rüknüdür. Onun ecr u mükâfatı, Peygamberlerle beraber verilir.”
1570- طَالِبُ الْعِلْمِ أَفْضَلُ اِنْدَ اللَهِ مِنَ الصَّلاَةِ وَالصِّيَامِ وَالْحَجِّ وَالْجِهَادِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
Meali: “İlim taleb etmek, Allah’ın katında (nafile) namaz, oruç ve hac’dan ve fi-sebilillah olan cihaddan efdaldir.”
1571- عَالِمٌ يُنْتَفَعُ بِعِلْمِهِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ عَابِدٍ
Meali: “İlminden menfaat görülen bir âlim, bin âbidden hayırlıdır.”
1572- لَوُّزِنَ مِدَادُ العُلَمَاءِ وَدَمُ الشُّهَدَاءِ لَرُجِّحَ مِدَادُ الْعُلَمَاءِ عَلَى دَمِ الشُّهَدَاءِ
Meali: “Ülemanın mürekkebiyle, şüheda kanı müvazene edilse, muhakkak ki, Allah yanında ülemanın mürekkebi, şühedanın kanına racih gelecektir.”
1572/1- مَا أَهْدَى مُسْلِمٌ لِأَخِيهِ هَدِيَّةُ أَفْضَلُ مِنْ كَلِمَةٍ حِكْمَةٍ يَزِيدُهُ هُدَّى وَيَرُدُّهُ بِهَا عَنْهُ رِدَّى
Meali: “Bir müslümanın bir müslüman kardeşine vereceği, onun hidayetini arttıran ve onunla ondan kötülüğü kaldıran bir hikmetli sözden daha efdal bir hediye yoktur.”
1573- مَنْ اَتَاهُ الْمَوْتِ وَهُوَ يَطْلُبُ الْعِلْمِ كَانَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ لْاَنْبِيَاءِ دَرَجَةٌ
Meali: “Bir ilim, talebesi, ilmi tahsil ederken eceli gelse vefat etse; onun derecesi ile, enbiya derecesi arasında, bir derece (peygamberlik mertebesi) kalır.”
مَنْ تَعَلَّمَ بَابًا مِنَ الْعِلْمِ ـ اى مِنَ الْعِلْمِ اْلاِيمَانِىِّ وَالتَّحْقِيقِىِّ ـ عَمِلَ بِهِ اَوْ لَمْ يَعْلَمْ بِهِ كَانَ اَفْضَلَ مِنْ صَلاَةِ اَلْفَ رَكْعَةٍ ٠ فَاِنْ هُوَ عَمِلَ بِهِ اَوْعَلَّمَهُ كَانَ لَهُ ثَوَابُهُ وَ ثَوَابُ مَنْ يَعْمَلُ بِهِ اِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ
Meali: “Kim ki ilimden (yani ilm-i imanî ve tahkikîden) bir bab (bir mes’ele) taallüm ederse, onunla amel etsin etmesin, bin rek’at (nafile) namazdan efdaldir. Eğer (öğrenmekle beraber) amel de ederse, yahut onu başkasına öğretirse, o zaman ta kıyamete kadar onun o (büyük) sevabı ve onunla amel edenin sevabı onun olacaktır.” (Bak: Essebebü Kelfail)
1575- مِنَ طَلَبَ بَابًا مِنَ الْعِلْمِ لِيُحْيَى بِهِ الْاِسلامَ كَانَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ لْاَنْبِيَاءِ دَرَجَةٌ
Meali: “Kim ki İslâmı ihya etmek niyetiyle ilimden bir bab tahsil ederse, onun derecesiyle Peygamberlerin derecesi arasında yalnız bir derece kalmış olur.”
1576- اِذَا جَاءَ الْمَوْتُ لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَ هُوَ عَلَى هذِهِ الّحَالَةِ مَاتَ وَ هُوَ شَهِيدٌ
Meali: “Bir ilim talebesi, ilmi tahsil etmekte iken vefat etse, şehiddir.”
1577- اَفْضَلُ الْعِلْمِ اَلْعِلْمُ بِاللّهِ ـ اى اْلاِيمَانِىّ ـ قَلِيلُ الْعَمَلِ يَنْفَعُ مَعَ الْعِلْمِ وَ كَثِيرُ الْعَمَلِ لاَ يَنْفَعُ مَعَ الْجَهْلِ
Meali: “İlmin efdali ilm-i billahdır (yani, iman ilmidir). Bu ilim ile az olan amel, (ilim ile olduğu için) menfaat verir. Fakat çok amel, cehl ile olsa menfaatsizdir.”
1578- اَكْرِمُوا الْعُلَمَاءَ فَاِنَّهُمْ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ
Meali: “Ulemaya (hürmet ediniz) ikram ediniz. Çünkü ulema, peygamberlerin varisleridir.”
1579- اَلَا مَنْ تَعَلَّمَ اَلْقُرْآنَ وَعَلَّمَهُ وَعَلَّمَ مَا فِيهِ فَاَنَالَهُ سَائِقٌ وَدَلِيلٌ اِلَى الْجَنَّةِ
Meali: “Kur’anı öğrenen ve öğreten ve içindeki hakaikı ders verenler bilmiş olsunlar ki, (kıyamet gününde) onların Cennet’e girmelerine saik ve delil ben olacağım.”
كَلِمَةُ حِكْمَةٍ يَسْمَعُهَا الرَّجُلُ قَدْ يَكُونُ خَيْرًا لَهُ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ وَجُلُوسُ سَاعَةً عِنْدَ مُذَاكَرَةِ الْعِلْمِ خَيْرٌمِنْ عِتْقِ رَقَبَةٍ
Meali: “Bir adamın, bir hikmet kelimesini işitmesi, bazan olur ki, ona bir sene ibadetten hayırlı olur. Ve bir saat ilim müzakeresi yanında oturmak, bir köle azad etmekten daha hayırlıdır.” (Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Tefekkürname” namıyla maruf Arabca eserinin sonundan alınmıştır.) (Amel-i salihi intac eden ilm-i hakikatın fazileti, bak: 242.p.)
İbn-i Mace, Mukaddime, 17. babı, âlim ve talebe-i ulûmun fazileti hak-kındadır. Buhari 3. ve S.M. 47. Kitabları da ilme aittir.
1581- اِذَا لَعَنَ آخِرُ هَذِهِ الْاُمَّةِ اَوَّلَهَا فَمَنْ كَانَ عِنْدَهُ عِلْمٌ فَلْيُظْهِرْهُ فَاِنْ كَتَمَ الْعِلْمَكَكَاتِمُ مَااَنْزَلَ اللَّهُ عَلَى مُحَمَّدٍ
Meali: “Bu ümmetin âhiri, evveline lânet ettiğinde, kendisinde ilim bulunan kimse sahip olduğu ilmi izhar etsin. Eğer kendisindeki ilmi gizlerse, Allah’ın Hz.Muhammed’e indirdiğini ketmetmiş gibidir.”1
1582- اِذَا مَرَرْتُمْ بِرِيَاضِ الْجَنَّةِ فَارْتَعُوا ٠ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا رِيَاضِ الْجَنَّةِ؟ قَالَ مَجَالِسُ الْعِلْمِ
“Sizler Cennet bahçelerine uğradığınızda ondan faydalanınız. Ashab: Ya Resulallah Cennet bahçeleri nedir? Buyurdu ki: İlim meclisleridir.”2
1583- اُغْدُ عَالِمًا أَوْ مُتَعَلِّمًا أَوْ مُسْتَمِعًا أَوْ محبًا وَلَا تَكُنْ الْخَامِسَةُ فَتُهْلِكُ
Ya âlim, ya öğrenen ya da dinleyen veyahut ilim ehlini seven olunuz. Bunun dışında kalırsanız helak olursunuz.”3
1584- اَكْرِمُوا الْعُلَمَاءَ وَوَقِّرُوهُمْ وَاَحِبُّوا الْمَسَاكِينَ وَجَالِسُوهُمْ وَارْحَمُوا الْاغَنِيَاءَ وَعفُّوا عَنْ اَمْوَالِهِمْ
«Ulemaya ikram ediniz ve onlara hürmet gösteriniz. Miskinleri seviniz, on-larla beraber oturunuz. Zenginlere merhamet ediniz. Onların mallarında da gözünüz olmasın.”4 (son cümle azgın sosyalistliğe itabdır)
إِنَّكُمْ قَدْ أَصْبَحْتُمْ فِي زَمَانٍ كَثِيرٍ فُقَهَاؤُهُ قَلِيلٌ خُطَبَائُهُ قَلِيلٌ سُوءَ الُهُ كَثِيرٌ مُعْطُوهُ اَلْعَمَلُ فِيهِ خَيْرٌ مِنَ الْعِلْمِ وَسَيَأْتِى عَلَيْكُمْ زَمَانٌ قَلِيلٌ فُقَهَاؤُهُ كَثِيرٌ خُطَبَائُهُ كَثِيرٌ سُوءَ الُهُ قَلِيلٌ مُعْطُوهُ اَلْعِلْمُ فِيهِ خَيْرٌ مِنَ الْعَمَلُ
“Siz öyle bir zamanda bulunuyorsunuz ki; fukahası çok, hutebası az, isteyeni az, vereni çok. Böyle bir zamanda amel, ilimden hayırlıdır. Öyle bir zaman gelecek ki; fukahası az, hatipleri çok, (bak: 3883.p. sondan 2. bend) isteyeni çok, vereni az. O zamanda ise, ilim amelden hayırlıdır.”5 (Bak: 986.p.)
1586- اَلْعِلْمُ عِلْمَانٍ فَعِلْمٌ ثَابِتٌ فِى الْقَلْبِ فَذَاكَ الْعِلْمُ النَّافِعُ وَعِلْمٌ فِى اللِّسَانِ فَذَاكَ حُجَّةُ اللهِ عَلَى عِبَادِهِ
“İlim ikidir. Kalbde sabit olan ilim, faydalı olanıdır. Eğer ilim sadece dilde olursa, bu, kıyamette Allah’ın kulları aleyhindeki durumlarında hücceti olur.”6 (Bak: 3969/1.p.)
1587- تَعَلَّمُوا الْعِلْمَ وَتَعَلَّمُوا لِلعِلْمِ السَّكِينَةَ وَالوَقَارَ وَتَوَاضَعُوا لِمَنْ تُعَلِّمُونَ مِنْهُ
İlmi öğreniniz. Onunla birlikte sekinet ve vakarı da öğreniniz. ilim öğrendiğiniz zata karşı da saygılı olun.”7 (Bak: 1593.p)
1588- تَعَلَّمُو مِنَ الْعِلْمِ مَاشِئْتُمْ فَوَا لِلَّهِ لَاتُؤْجَرُوا بِجَمْعِ الْعِلْمِ حَتَّى تَعْملُوا
İlimden istediğiniz kadar öğrenin; vallahi onunla amel etmedikçe ilim toplamakla ecir kazanamazsınız.8 (Bak: 1527.p.)
1589- طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ وَوَاضِعُ الْعِلْمِ عِنْدَ غَيْرِ اَهْلِهِ كَمُقَلِّدِ الْخَنَا زِيرَ الْجَوْهَرَ وَاللُّؤْلُوءَ والذَّهَبَ
“İlim talebi her müslümana farzdır. İlmi, ehlinin gayrısına veren; cevheri inciyi ve altını domuzların boynuna takan kimse gibidir.” 9
1590- عِلْمُ البَاطِنِ سِرٌّ مِنْ اَسْرَارِ اللهِ تَعَلَى وَحُكْمٌ مِنْ حِكَمِ اللهِ يَقْذِفُهُ فِى قَلُوبِ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ
“Batın ilmi, Allahü Teala’nın esrarından bir sırdır ve Allah’ın hikmetlerinden bir hükümdür. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.”10 (Bak: Ledünn)
مَثَلُ الَّذِى يَتَعَلَّمُ الْعِلْمَ فِى صِغَرِهِ كَالنَّقْشِ عَلَى لْحَجَرِوَمَثَلُ الَّذِى يَتَعَلَّمُ الْعِلْمَ فِى كِبَرِهِ كَالَّذِي يَكْتُبُ عَلَى المَاءِ
“İlmi küçüklüğünde öğrenmenin misali, taş üzerine yazılan nakış gibidir. İhtiyarlığında ilim öğrenmenin misali, su üzerine yazı yazmak gibidir.”11 (Bak.137.p. sonu ve 161.p.)
1592- مَنْ غَدَا يَطْلُبُ عِلْمًا صَلَّتْ عَلَيْهِ الْمَلئِكَةُ وَبُورِكَ فِى مَعِيشَتِهِ وَلَمْ يَنْتَقِصْ مِنْ رِزْقِهِ وَكَانَ مُبَارَكًا عَلَيْهِ
“Bir kimse ilim talebi için giderse; melaike ona dua eder, maişeti mübarek kılınır, maişetinde sıkıntı görmez ve kendisi de mübarek kılınır.”12
1593- وَقِرُّوا مَنْ تَعَلَّمُونَ مِنْهُ الْعِلْمَ وَوَقِّرُوا مَنْ تُعَلِّمُونَهُ الْعِلْمَ
“Kendisinden ilim öğrendiklerinize hürmet edin. Kendisine ilim öğrettiklerinize de ikram ve ihtiram edin.”13 Evet, çocuklara ikramlı ve vakarlı davranmak, lisan-ı hal ile hürmet ve vakar dersini göstermek demektir ki; en müessir bir derstir. (Bak.1400, 1401, 1587, 3479.p.lar)
1594- Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
“(58:11) وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ Nefisleri ilme verilmiş olan zatları da derecat ile yükseltsin, bilhassa ilim ile meşgul ve mucebince âmil olan ulemayı da, derecelerle daha yüksek makamlara geçirsin.
Bu âyet ilmin fazileti ve ülemanın rif’ati hakkındaki sarih delillerdendir. Bu babda birçok ehadis-i şerife de vardır. Ezcümle: İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin Müsned’inde İbn-i Mes’ud (R.A.) Hazretlerinden rivayet eylediği şu hadis-i şerif, bu babda ne kadar mühimdir. Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi Vesellem) buyurmuştur ki:
يَجْمَعُ اللَّهُ الْعُلَمَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيَقُولُ: اِنِّى اَجْعَلْ حِكْمَتِى فِى قُلُوبِكُمْ اِلَّا وَاَنَا اُرِيدُ بِكُمُ الْخَيْرَ اِذْهَبُوا اِلَى الْجَنَّةِ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكُمْ عَلَى مَاكَانَ مِنْكُمْ
Yani Allah Teala kıyamet günü ulemayı cem’edip de buyuracak ki: “Ben size sırf hayır murad ettiğim cihetle hikmetimi kalblerinize koydum, haydin Cennet’e gidin, çünki sizden vaki’ olan kusurlarınıza karşı sizi mağfiret buyurdum”. Tirmizî, Ebu Davud, Darimî, şu hadisi merfuan Ebüdderda’ (radıyallahü anh) Hazretlerinden rivayet etmişlerdir:
فَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبَ
“Âlimin âbid üzerinde fazlı, kamerin bedir gecesi sair kevakib üzerine fazlı gibidir.” (E.T. 4792)
1595- İlim hakkındaki âyetlerden birkaç not:
-İlk nazil olan (Oku emri): (96:1)
-Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz: (39:9)
-Kur’anın hakkıyeti nazır-ı ilimle görülür. (34:6)
-İlimde rasih olanlar: (3:7) (4:162)
-Kur’andaki misallerin hakikatını âlimler anlar: (29:43)
-İlimle âmil olmayanların kitab yüklü hayvana benzetilmesi: (62:5)
Atıf notları:
-İlim tahsilinden maksad, iktisab-ı rüşddür, bak: 3148 .p.
-İlmi hodfüruşluk yapmak için öğrenenler. K.S. c.7, 2003, hadis
-İlm-i din tahsilinde vakf-ı nefs edenler, bak: 4053.p.sonu
-Ahir zamanda ilmin kaldırılıp cehlin hükmetmesi Bk. S.M.A kitap-ül İlim 5. bab c.10 sh.658