DERSLER / Alfabetik dersler

ENANİYETİ TERK ESASI

(Hubb-u câh, İhlâs, Riya düsturlarına da bakınız)

Risale-i Nur Mesleğinde çok ehemmiyetle nazara ve­ri­len enaniyeti terk etmek düsturu hakkındaki sarih be­yanlar­dan bir kısmıdır.

Bediüzzaman Hazretlerinin terk-i enaniyette nü­mune-i imti­sal bir hali ve vasiyeti:

1- «Bu zamanda şan, şeref perdesi altında riyakâr­lık yer aldı­ğından, âzamî ihlâs ile bütün bütün ena­niyeti terk lâzımdır. Dostlar uzaktan ru­huma Fatiha okusunlar, mâ­nevî dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin ya­nına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ru­huma ge­lir. Risale-i Nur’daki âzamî ihlâs ile bütün bü­tün terk-i enaniyet için buna bir mânevî sebeb his­se­diyorum. Kendini Risale-i Nur’a vak­fetmiş olan, ya­nımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin ya­kınında olup, bu mânâyı, lüzumsuz ziyarete gelen­lere bildirsinler.”» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 201)

Enaniyet en mühim bir ruhî hastalık olup şirk-i ha­fîye kapı açar.

2- «İHLÂSI KIRAN İKİNCİ MÂNİ:Hubb-u câh­tan gelen şöhret-perestlik saikasıyla ve şan ü şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi ka­zanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enâniyeti ok­şamak ve nefs-i em­mâreye bir ma­kam vermektir ki, en mühim bir ma­raz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyâkâr­lığa, hodfuruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.

Ey kardeşlerim! Kur’ân-ı Hakîmin hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvve­tin sırrı, şahsiyetini kar­deşler içinde fâni edip (1) onla­rın nefislerini kendi nefsine ter­cih etmek oldu­ğun­dan, mâ­beyni­mizde bu nevi hubb-u câhtan ge­len rekabet tesir etmemek ge­rektir. Çünkü mes­le­ği­mize bü­tün bütün münâfidir.» (Lem’alar sh: 165)

Enâniyeti terk edemeyen ehl-i diyanet, büyük ha­taya düşer.

3- «Enâniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yü­zünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan itti­fakı kay­bedip, ihlâs da kırı­lır. Ve vazife-i uhre­viye de zedele­nir. Kolayca rıza-yı İlâhî de elde edilmez. Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı, “El-hubbu fillah” sırrıyla, ta­rik-i hakta giden­lere refa­katle iftihar etmek ve ar­kalarından gitmek ve imamlık şe­refini onlara bırakmak ve o hak yolunda kim olursa ol­sun ken­dinden daha iyi olduğu­nun ih­tima­liyle enâni­yetinden vazgeçip ihlâsı kazan­mak ve ihlâsla bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla amellere râcih oldu­ğunu bilmekle ve tâ­biiyeti dahi, sebeb-i mes’uli­yet ve ha­tarlı olan metbûiyete tercih etmek­le o maraz­dan kurtulur ve ihlâsı ka­zanır, vazife-i uhrevi­ye­sini hakkıyla yapabilir.» (Lem’alar sh: 153)

Risale-i Nur terk-i enâniyet dersini verir.

4- «Risale-i Nur’un bize verdiği ders de, hakikat-i ih­lâs ve terk-i enâniyet ve daima kendini kusurlu bilmek ve hodfuruşluk etme­mek­tir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 49)

5- «Hırs-ı şöhret, hubb-u câh, makam sahibi ol­mak, emsa­line tefev­vuk etmek gibi hisler ve in­sanlara iyi gö­rünmek, ta­sannukârâne (haddin­den fazla kendine ehem­miyet verdirmek) ve tekellüfkârâne (lâyık olma­dığı yük­sek makamlarda görünmek) tarzını takın­makla riya eder.

Risale-i Nur şakirdleri, ene’yi, nahnü’ye tebdil et­tik­leri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı mânevisinin hesa­bına ça­lışması, ben yerine biz deme­leri ve ehl-i tarika­tın fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ve nefs-i emma­reyi öl­dür­mek gibi riyadan kurtaran vasıtala­rın bu zamanda birisi de fenâ fi’l-ihvan, yani şahsiyetini kardeşleri­nin şahs-ı manevi­yesi içinde eritip öyle davran­dığı için, in­şaallah, ehl-i hakikatin ri­yadan kurtulmaları gibi, bu sırla onlar da kurtu­lurlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 184)

6- «Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enani­yet zamanı de­ğil. Zaman, cemaat za­manıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevî hükme­der ve dayanabilir. Büyük bir havuza sa­hip olmak için, bir buz parçası hük­mündeki enaniyet ve şahsiyetini o ha­vuza atmaktır ve eritmek ge­rektir. Yoksa, o buz par­çası erir, zayi olur o havuzdan da istifade edilmez.» (Kas­tamonu Lâhikası sh: 143)

7- «Bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini erit­meyip bozmuyor, kendini mazur bili­yor ondan nizâ çıkı­yor. Ehl-i hak zarar eder ehl-i dalâlet istifade edi­yor.» (Kas­tamonu Lâhikası sh: 196)

8- «Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çe­kin. Tevazu, mahviyet ve terk-i enaniyet, bu za­manda ehl-i hakikate lâ­zım ve elzemdir. Çünkü, bu asırda en büyük tehlike benlik­ten ve hodfuruş­luktan ileri geldi­ğinden, ehl‑i hak ve hakikat, mah­vi­yetkârâne daima kusurunu gör­mek ve nefsini itham etmek gerektir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 62)

9- «Bu zamanın bir hastalığı daha var o da benlik, enaniyet, hodfuruşluk, hayatını güzelce medeniyet fanta­ziye­siyle geçirmek iştahı, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risale-i Nur’un Kur’ân’dan aldığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfu­ruşluğu terk etmek lüzumu­dur.» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 245)

10- «Ehl-i dalâletin tarafgirleri, enâniyetten isti­fade edip kar­deşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten, insanda en teh­likeli damar enâni­yettir. Ve en zayıf da­marı da odur. Onu okşa­makla çok fena şeyleri yap­tıra­bilirler.

Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz, sizi enâni­yette vur­ma­sınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem bi­liniz ki, şu asırda ehl-i dalâlet ene’ye binmiş, da­lâlet vadilerinde ko­şuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye, eneyi terk et­mekle hakka hizmet edebilir. Enenin istimalinde haklı dahi olsa, ma­dem ki öteki­lere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zan­nederler, hakkın hiz­metine karşı bir hak­sızlıktır. Bununla beraber, etra­fına toplan­dığımız hizmet-i Kur’âniye, ene’yi kabul etmiyor, nahnü istiyor. “Ben demeyiniz, biz deyiniz” diyor.» (Mektubat sh: 424)

11- «Kardeşlerim, enâniyetin işimizde en tehlikeli ci­heti kıskançlık­tır. Eğer sırf lillâh için olmazsa, kıskançlık mü­dahale eder, bo­zar. Nasıl ki bir insanın bir eli bir elini kıskanmaz ve gözü kulağına ha­set etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de, bu he­ye­timizin şahs-ı mânevî­sinde, herbiriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bi­lâkis birbirinizin meziye­tiyle iftihar etmek, müte­lezziz olmak bir vazife‑i vicdani­ye­nizdir.» (Mektubat sh: 426)

12- «Aziz kardeşlerim,

Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza enâniyet, benlik, reka­betten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır. Said Nursî» (Şualar sh: 312)

13- «“Biz, değil böyle cüz’î hukukumuzu, belki ha­yatımızı ve haysi­ye­timizi ve dünyevî saadetimizi Risale-i Nur’un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibarıyla dün­yaya, enaniyete ait herşeyi feda etmek vazi­fe­mizdir” deyip nefsi­nizi sus­turunuz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 234)

14- «İtidal-i dem ve tahammül etmek ve müm­kün olduğu de­recede bi­zim arkadaşlar uhuvvetlerini ve  tesa­nüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enâni­yetle takviye etmek gayet lâzım ve zarurîdir.» (Şualar sh: 315)

15- «Said, tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enani­yet ve te­vazu-u mut­lakta bulunmak şarttır tâ ki Risaletü’n-Nur’u bulan­dırmasın, tesirini kırmasın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 18)

16- «Ey kardeşlerim, sizler biliyorsunuz ki, bizim mesleği­mizde ben­lik, enaniyet, şan ve şeref perdesi al­tında ma­kam sahibi olmaktan, öldü­rücü zehir gibi ondan kaçıyo­ruz. Onu ihsas eden hâlâttan şid­detle ictinab edi­yoruz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 146)

17- «Bu mesele yalnız şahsıma taallûk etseydi, ben cidden nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnettar olurdum. Mesleğimiz, bu za­manda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceğini kat’î kanaatimiz ol­duğu gibi, yirmi se­nedir nefs-i emmarem ister istemez o mes­leğe itaate mec­bur olmuş. Risale-i Nur ve mukadde­matları, buna bir hüc­cet-i katı­adır. Fakat garaz ve inat ve bir nevi taassub-u meslekiyeyi ih­sas eden ve esrar-ı mes­tû­reyi işaa suretinde gelen itiraz ve ayıplara karşı Eski Said (R.A.) lisanıyla derim: İşte meydan! En mu­taassıp ule­ma­dan ve en büyük velî­den tut, tâ en dinsiz filozof­lara ve müdakkik hükema­lara, Risale-i Nur’daki dâvâ­ları isbat etmeye hazırım ve hem de isbat etmişim ki, benim mah­vıma ve idamıma mütemadiyen çalışan zın­dık filozoflar ve mülhidler, o dâvâları cerh edemi­yorlar ve edememiş­ler.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 62)

18- «Gaflet ve dünyaperestlikten çıkan deh­şetli bir enâniyet bu zamanda hükmediyor. Onun için ehl‑i haki­kat –hattâ meşrû bir tarzda dahi olsa– enâniyetten, hod­furuş­luktan vaz­geçmeleri lâzım olduğun­dan, Risale-i Nur’un ha­kikî şakird­leri, buz parçası olan enâniyetlerini şahs-ı mânevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden, in­şaal­lah bu fırtı­nada sarsıl­mayacaklar.» (Şualar sh: 318)

19- «İslâmiyet, tevhid-i hakikî dinidir ki, vasıta­ları, esbabları iskat edi­yor, enâniyeti kırıyor, ubudiyet-i hâlisa tesis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nevi ru­bubiyet-i bâtılayı kat edi­yor, reddedi­yor. Bu sır içindir ki, havastan bir büyük insan tam dindar olsa, enâniyeti terk etmeye mecbur olur. Enâniyeti terk etmeyen, salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terk eder.» (Mektubat sh: 437)

20- «İslâmiyetin esası, mahz-ı tevhiddir vesâit ve es­baba tesir-i hakikî vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Hıristiyanlık ise, “velediyet” fikrini ka­bul ettiği için, vesâit ve esbaba  bir  kıymet verir, enâ­niyeti kırmaz. Adeta rububiyet-i İlâhiyenin bir cilvesini azizle­rine, büyükle­rine verir.2 اِتَّخَذُوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ âye­tine mâsadak ol­muşlar. Onun içindir ki, Hıristiyanların dünyaca en yük­sek mertebede olanları, gurur ve enâni­yetlerini mu­hafaza etmekle beraber, sabık Amerika Reisi Wilson gibi, mutaassıp bir dindar olur. Mahz-ı tevhid dini olan İslâmi­yet içinde, dünyaca yüksek mertebede olanlar ya enâniyeti ve gururu bırakacak veya dindarlığı bir de­rece bırakacak. Onun için, bir kısmı lâkayt kalıyorlar, belki din­siz oluyor­lar.» (Mektubat sh: 325)

Yukarıda kısmen nakledilen beyanlar ve açık ifade­le­rin bir neticesi olarak Risale-i Nur Mesleğinde terk-i enani­yet, müsellem bir düstur ve esastır.

 

1  Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden sü­zülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir. (Müellif)

2 (Tevbe Suresı 9:31)

download
Yukarı Çık