MASKELİ AVRUPA’NIN GERÇEK YÜZÜ
Avrupa’nın gerçek yüzü ve bizdeki taraftarlarının mahiyeti:
«İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır. Yani, “Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!” denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır. Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşî reislerinin sağır kulakları çınlasın! Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüz bin cihette “Yaşasın Cehennem” dedirten mim’siz medeniyetperestlerin1 başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhaldir.» (M:429)
HAKİKİ MÜRTECİ KİMDİR?
Bu memleketin gerçek sahiplerini devre dışı bırakarak âdetâ “el çabukluğu marifet” iyle birde suçlu duruma düşürmeye çalışan zındık dinsizleri tesbit eden ve müslümanları ikaz eden Said Nursi Hazretleri şöyle der:
«Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat’iyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa2 çalışan ve hamiyet maskesini3 başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile; ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi’ yapmakla;4 tâ İslâmiyet’in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım, zalim Avrupa’nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara, pek haksız olarak irtica damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır.» (Em:81)
AVRUPA KANUNLARINDAN MEDET UMMAK YANLIŞTIR !
Evrensel hukuk adı altında Avrupa ve Dünya ile beraber olacağız diye sahte tuzaklara düşen Müslümanları, Bediüzzaman Hazretleri şiddetle ikaz eder ve kendi şeriat kanunlarımıza dikkati çekip der ki:
«Onüç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden,5 ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen6 namaz kılmak gibidir.» (HŞ:89)
«Kâfirler, hususan Avrupalılar ve bilhassa İngiltere şeytanları ve Firenk iblisleri, müslümanlara ve ehl-i Kur’ana ebedî can düşmanı ve daimî muannid hasımlardır.»7 (B.Ms:179)
«Bil ey müslüman! Kâfirlerin medeniyetiyle mü'minlerin medeniyeti arasında fark budur ki:
Kâfirlerin medeniyeti; dış içe, iç dışa çevrilmiş bir vahşet-i mahzadır. Zâhirîsi süslü püslü, bâtınîsi çirkin ve pistir. Sureti me'nus, sîreti muvahhiştir.
Amma mü'minlerin medeniyeti ise bâtını zâhirinden daha a'lâ ve ahsendir. Manası, suretinden daha tam ve kâmildir. İçinde bir ünsiyet, bir sevgi, bir muavenet saklıdır.
Bunun sırrı budur ki: Mü'min, sırr-ı iman ve tevhid ile bütün kâinatın mevcudatı arasında bir uhuvvet ve eczaları mabeyninde -hususan Benî-Âdem arasında ve bilhassa müslümanlar ortasında- bir ünsiyet ve mütekabil bir sevgi görüyor. Hem asıl mebde' ve mazi itibariyle yine her şeyde bir uhuvvet ve sonunda bir mülâkat ve kavuşmak ve müstakbelde neticenin varlığını biliyor ve görüyor.
Fakat kâfir ise, küfrün hükmüyle her şeye karşı bir yabanilik ve ayrılık, belki bir nevi düşmanlık görür ki, âdeta hiç bir şeyde hattâ kardeşinde de kendisi için herhangi bir menfaati yok görür. Çünki kâfir; uzanıp giden ezelî bir ayrılış ve sonsuz ebedî bir ayrılık ortasında yalnız nokta kadar bir buluşma anındaki bir uhuvvetten başka bir uhuvveti görmüyor. Yalnız bir nevi hamiyet-i milliye yahut gayret-i cinsiye cihetiyle o az zamandaki kardeşliği şiddet peyda eder. Halbuki o kâfir, zâhiren sevdiği kimseyi de samimî ve kardeşane bir muhabbet ile değil; belki ancak nefsinin ondaki menfaatini sever. Amma kâfirlerin medeniyeti içinde görülen bazı insanî güzellikler ve ruhî yücelikler ise, yine İslâm medeniyetinin sızıntılarındandır. Ve Kur'anın sayha ve irşadatının in'ikaslarındandır. Veya semavî dinlerin bâkiye kalan parıltılarındandır.
Eğer bu mezkûr hakikata müşahhas bir misal istersen, hayalin ile "Nurşin" karyesindeki "Seyda" (K.S.) Hazretlerinin meclisine git! Ve o zâtın sohbet-i kudsiyesi ile orada izhar edilen İslâm medeniyetine bir bak! O Zât-ı Kerim'in irşadiyle fukara elbisesine bürünmüş sultanları veya insan libasını giymiş melaikeleri gör.
Sonra bu hakikatı müvazene etmek üzere Paris'e de git. Ve onların büyüklerinin localarına gir, bak! Göreceksin ki, onlar insan elbisesine bürünmüş birer akrep veya benî-Âdem suretine girmiş birer ifrittirler.8 » (B.Ms:195)
İleri devletler seviyesine gelmek hatta onlara yol göstermek için müslümanlığı ve kaidelerini tam yaşamalıyız.
1934 yılında meydana gelen Akdeniz Meselesi münasebetiyle, Avrupa devletlerinin buradaki hükümeti sıkıştırmasına ve dolayısiyle dindarlara şiddetli baskı uygulayan bura hükümetinin, bu baskısını hafifleteceğine dair sorulan suale Bediüzzaman Hazretlerinin cevabı şöyledir:
«Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına9 ve bid’aların10 bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini dua ettin ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin11 hükûmetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir.
Elcevap: Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz—fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki,12 münafıkları ehl-i imana musallat13 ettiler ve zındıkları14 yetiştirdiler.
.....
Her neyse... Kadîr-i Külli Şey, bir dakikada, bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz15 bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.» (L:104)
AVRUPA İSLÂM’A KATILMAYA MUHTAÇTIR
Risale-i Nur eserlerinde, İslâm dünyasının her cihetle ilerlemesi, Avrupa’ya değil dine bağlılıkları derecesinde olduğu ifade edilir. Mektubat adlı eserde şu ifade var:
«Hem ne vakit ehl-i İslâm dine ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nisbeten yüksek terakki etmişler. Buna şahit, Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs devlet-i İslâmiyesidir.
Hem ne vakit cemaat-i İslâmiye dine karşı lâkayt vaziyeti almışlar; perişan vaziyete düşerek tedennî etmişler.» (M:324)
Halbuki biz Müslümanların, dinimize bağlılığının neticesi olarak Avrupa milletlerinin bizlere katılacakları ifade edilir.
Evet, «Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek,16 sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.» (HŞ:24)
Başka din mensuplarının İslâmiyete çoklukla katılacaklarını bildiren Bediüzzaman Hazretleri, bunun da şartları olduğunu bildirir.
«Hem zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki, bir Müslüman muhakeme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyete tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dahil olmuş olsun. Dinden çıkanlar var, o başka mesele… Taklit ise, ehemmiyetsizdir. Halbuki edyân-ı saire müntesipleri mutlaka fevc fevc, muhakeme-i akliye ile ve burhan-ı kat’î ile daire-i İslâmiyete dahil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.» (Mün:45)
Felsefeye bağlı olan Avrupa’nın İslâmiyete katılması gereğini açıklayan çok önemli bir ifade de şöyledir:
«Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr,17 her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış iki şecere-i azîme hükmünde; biri silsile-i nübüvvet ve diyanet,18 diğeri silsile-i felsefe ve hikmet,19 gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad20 etmişse, yani silsile-i felsefe silsile-i diyanete dehalet edip21 itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır ve nur silsile-i nübüvvet ve diyanet22 etrafında toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin23 etrafına cem olmuştur.24 » (S:538)
“MİM”SİZ AVRUPA MEDENİYETİNİN BUGÜNÜ!
ll. Meşrutiyet devrinde Osmanlı’daki hürriyet havasından çok ümitlenen ve bu şer’î hürriyetten İslâm âleminin müsbet yönde etkileneceğine inanan ve bütün müslümanlara bu hususlarda dersler veren Bediüzzaman Hazretleri, 1950’den sonra sorulan soruya verdiği cevap şöyledir:
«İkinci sual: Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit,25 onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan “mim’siz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî26 olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi...
......
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.
Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor.
Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına27 vesile olmuş.
Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.
İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’ân-ı Hakîmin dört yüz milyon talebesinin intibahıyla28 ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla29 beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını;30 ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini;31 ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur’ân-ı Mu’cizi’l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.» (Em:100)
Demek İslâm milleti, Kur’an (3:110) âyetinde belirtildiği üzere, bütün milletlere kemalat dersinde örnektir. Böyle şerefli bir milletin İslâm haricindeki milletlere dahil olmaya çalışması ve bizi içlerine alacaklar diye sevinmesi düşünülemez.
Bu kahraman milletin yapısına uygun bir yol takip edilmezse neticesinin ne olacağı vecizevî bir şekilde şöyle ifade edilir:
“Tarîk-ı gayr-ı meşru ile bir maksadı takib eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür, Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru32 muhabbetin akibetinin mükâfatı,33 mahbubun gaddarane adavetidir. » (M:472)
AVRUPA MEFTUNLUĞU
Kulağını Avrupa’ya dayamış ve her hususta oradan geleceklerle hayatını şekillendirenlere Bedüzzaman Hazretleri şöyle der:
«Biri çıksa dese, “Koca Avrupa’nın bu kadar hükeması34 şu hakikat-i imaniyeyi inkâr ediyorlar. Bizim iki hocamızın sözü nasıl tercih ediliyor?”
Ey biçare nâdân! Mesele hiç öyle değil. Bu söze hiç hakkın yok. Belki bu mesele, hiç ehil olmadıkları meselelerde nâ-ehil birkaç fuzulînin35 hadsiz ehl-i ihtisasa36 karşı söz söylemesidir.
Bir iki hoca dediğin, milyarlar beşerin güneşleri hükmünde olan Şeyh Geylânî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Şâh-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî gibi ehl-i ihtisasın icmâlarıdır ki,37 o hakikati görmüşler, gösteriyorlar. Koca Avrupa hükeması dediğin, maddeperest, akılları gözlerine sukut etmiş, mâneviyattan uzaklaşmış şems-i hakikatten38 ve hilâl-i haktan âmileşmiş,39 hakkı görmedikleri için hakkı nefyeden, haddinden tecavüz etmiş san’atkârlardır.
Yani, bazı gözü hasta olan kimse, güneşin ziyasını; ve vücudu hasta olan kimse de, suyun tadını inkâr ediyorlar. » (NİK:100)
Bediüzzaman Hazretleri gerek verildiği mahkemelerde gerekse bulunduğu yerlerde İslâm sembolü olan kıyafetini değiştirmemiştir, başını açmamıştır. Bu meseleyle alâkalı bir soruya verdiği bir cevapta der ki:
«Ben de dedim: Onyedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupaperest40 sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer’iye41 ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense; azimet-i şer’iye ve takva cihetiyle,42 yedi milyar zâtların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim.» (Ş:290)
«Ehl-i medeniyetin terakki diye zu'mettikleri43 şey, ancak bir sukuttur. Ve iktidar diye zannettikleri iş, ancak bir ibtizaldir, bayağılıktır44 ve intibah diye dem vurdukları emir, ancak nevm-i gaflette bir batmaktır. Ve nezaket dedikleri mes'ele, nifakî bir riyadır. Ve zekâvet diye gururlandıkları keyfiyet, ancak şeytanî desiselerdir. Ve insaniyet45 diye tahmin ettikleri şey, ancak insaniyetin hayvaniyete bir inkılabıdır.46 » (B.Ms:210)
Risale-i Nur Külliyatında dikkati çeken bir husus da şudur ki, Bediüzzaman Hazretleri “Medeniyet-i hazıra..., medeniyet-i meş'ume..., medeniyet-i habise..., medeniyet-i sefihane..., mimsiz medeniyet...” gibi tabirler kullanarak Avrupa medeniyetini, insanlığa hakiki saadet getiren gerçek medeniyet olan İslâm medeniyetinden ayırır ve der ki:
«Medeniyet-i hazıra47 itibariyle görüyoruz ki; şu medeniyet-i meş'ume öyle gaddar bir düstur-u zulüm beşerin eline vermiş ki, bütün mehasin-i medeniyeti sıfıra indiriyor. Melaike-i kiramın 48 اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَ يَسْفِكُ الدِّمَاءَ deki endişelerinin sırrını gösteriyor.» (STİ:24)
Avrupa meftunlarının aldatıcı bir kıyas ile müslümanlığı ve müslümanları tezyif etmelerine karşı mü’minleri uyaran Bediüzzaman Hazretleri bu aldatılıcılığı şöyle açıklar:
«Yoksa, biri Avrupa’nın mehasinini mesâvimizle49 ve telâhuk-u efkârın semeratını50 bizim bir şahsın semere-i sa’yi ile, insafsızca, aldatıcı cerbezeyle muvazene etmekle, Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyetin düşmanı olan tedennîyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.
Avrupa’ya şedit bir meftuniyet ve milletine karşı amik bir nefret hissiyle, kendini Avrupa’nın veled‑i nâmeşruu gösterdiği gibi, fikr-i ihtilâl ve meyl-i tahrip ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane, namus-şikenane ile, kendi firavniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâma düşmanlığını göstermekle beraber, fir’avniyet, enaniyet, gurur hükmüyle, milletine karşı şer’an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelân-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf, temayül-ü ihtiram yerine meyelân-ı teçhil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakâri yerine temayül-ü infiradı ikame51 edip, hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden, nazar-ı hakikatte öyle bir câni ve menfur olur ki, meselâ, birisi Paris’te, sefahet âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsan ettiği52 bir libası, camide muhterem bir hocaya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ahmakane ve câniyanede bulunur. Zira hamiyet ise,53 muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandır, sahtekârlıktır. Nefret, hamiyetin zıddıdır.
Mutaassıplara hücum eden Avrupa’nın kâselisleri, herbiri yüz mutaassıp kadar meslek-i sakîminde54 mütaassıptır. Bunlardan birisi Shakespeare medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylânî medhinde etseydi, tekfir olunacaktı.
Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?
Esefâ! Heyet-i içtimaiyeyi faaliyet ve harekete götüren çok ukde-i hayatiyelerden, bizde inkişafa başlayan yalnız fikr-i edebiyat,55 bahusus şâirâne, müfritâne, edepşikenâne, hodpesendâne56 olan fikr-i hiciv ve arzu-yu tahkirdir.
57 وَ لاَ يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا Tedib-i hakikîye karşı edepsizliktir ki, birbirine saldırıyor. Fakat millete ve İslâmiyete karşı olan târizat-ı zımniyelerini58 o kâselislerin yüzlerine çarpmakla beraber, onlar birbirine karşı dinsizcesine hiciv ve terzilleri ise, kimbilir belki müstehaktırlar düşünüp, deyip geçmekle iktifa ederiz.
Ben zannederim ki, bu milletin perişaniyetine, fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betrâ tesir etmiştir. Bence en müthiş maraz asabîliktir. Zira herşeyi haddinden geçirmekle aksülâmel yaptırır.» (STİ: 61)
Avrupa hayranları Avrupa’ya laf söyletmezler:
«Bence taassubun en dehşetlisi, bazı Avrupa mukallidlerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî şübhelerinde muannidane ısrar gösteriyorlar.» (Mün:89)
AVRUPA ÜFLÜYOR BİZ OYNUYORUZ
Bilhassa son asırda memleketimizde meydana gelen hareketlerin çoğu Avrupa’dan idare edildiğini beyan eden Said Nursi Hazretleri, bu durumu şöyle tesbit eder:
«Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammâne tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.
“Madem ki menba Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müspettir. Menfîye kapılan harf gibi: دَلَّ عَلَى مَعْنًى فِى نَفْسِ غَيْرِهِ yahud لاَ يَدُلُّ عَلَى مَعْنًى فِى نَفْسِهِ tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti fayda vermez. Bahusus, menfî iki cihet-i zaafla hariç cereyanın kuvvetine bir âlet-i laya’kıl olur.» (STİ:46)
Demek Avrupa bize iyi niyetle bakmıyor, istismar ediyor. O halde onların hükmü altına girmek zarardır.
AVRUPA MEDENİYETİ BURADA TUTUNAMAZ
Birinci Dünya Savaşı sonrası ülkemizde meydana gelen siyasî ve idarî değişikliklerle getirilmek istenen yeni rejim hakkında tavsiyelerde bulunan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri der ki:
«...Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye59 , birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübaliyane,60 Avrupa medeniyet-i habisesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârane61 sinesinde62 yer tutamaz...
...Za’f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’an’ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez...
...Yoksa İslâmiyet’ten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu, firenk mukallidlerini avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâm’a münafî olduğundan; âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdad edecektir.» (T:141)
Bediüzzaman Hazretlerinin üstün tarihî değer taşıyan bu tavsiyesi açıkça gösteriyor ki, Avrupa’nın pis medeniyetinden uzak durup İslâm medeniyetinin ortaya çıkmasına çalışmak gerekli ve zaruridir.
«Hakikatlı bir latife: Sultan Süleyman-ı Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilaf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki; o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse, yüz senede temizleyemez”.» (STG:161)
Bu hadise, medenî cesaret örneği olduğu gibi İslâm cemiyetinde yaşanan fikir hürriyetinin de parlak bir tablosudur.
1 ahlâksız ve günahkâr Avrupa medeniyeti hayranlarının
2 İslâmiyetten evvelki ilkel insanların bozuk hayatında geçerli olan kanunlarına geri döndürmeye
3 sahte vatanperver
4 siyaseti dinin hizmetine vermekle
5 parlak İslâm şeriatı meydana geldiğinden
6 kuzeye yönelerek
7 bu cümle, İslâm’a, Kur’an’a düşman olan kafir Avrupalılara bakar, İslâm’a dost ve hatta hidayete gelen Avrupalılara değil
8 cin taifesinden çok korkunç ve zararlı bir mahluk
9 toplumda yaşanan İslâm âdetlerinin canlanmasına
10 dine aykırı düşen yeni adet ve yaşayış tarzlarının
11 bid’at sahibleri, dinde yeni şeyler çıkaranların
12 İslâma kinleri hiç bitmeyen, din düşmanı yabancılar
13 inananların başına münafıkları görevlendirdiler.
14 İslâm ülkelerindeki din düşmanlarını
15 manevî havayı karartan yağmursuz bulutlar (mecaz)
16 fiilimizle, yaptıklarımız ve yaşayışımızla göstersek
17 iki büyük akım ve biribirini takip eden iki düşünce sistemi
18 din ve peygamberlerin yolu, onların getirdiği inanç ve yaşayış sistemi
19 dinden kopuk felsefe ve beşerî düşünce sistemi
20 biribirine zıtlaşmayıp uyum içinde olup destek olmuşsa
21 felsefî düşünce dindarlaşmışsa
22 iyilikler ve hayırlar, peygamberlerin gösterdiği yol ve din
23 kötülükler, sapıklıklar dine dayanmayan beşerî düşünce sisteminin
24 toplanmıştır
25 doğudaki göçebe aşiretlere 1910’larda yaptığı seyahatlerdeki günlerde
26 insanca yaşamada güdülmesi gereken doğru gaye
27 başkalarına bulaşmasına ve yayılmasına
28 şimdi bir milyarı bulan İslâm dünyasının tam uyanıklığıyla
29 müslümanların kendi kudsî anayasalarıyla (yani Kur’an ve Sünnet prensipleriyle)
30 İslâmiyet insanların hem dünya hem ahiret mutluklarını temin edeceğini
31 İslâm medeniyetinin iyilikleri üstün geleceğini
32 dine aykırı düşen
33 karşılığı
34 dinden kopuk bilginleri, filozofları
35 ölçüsüz ve mantıksız konuşan boşboğazların
36 bilgide üstün dereceli olup söz sahibi olan bilginlere
37 büyük din bilginlerinin bir mesele hakkında fikir birliğinde olmalarıdır ki
38 etrafa gerçekleri yayan manevî güneşten
39 ay gibi parlak gerçekten habersiz kalmış
40 Avrupalıların anlayış ve yaşayışlarına taparcasına bağlı, avrupa hayranı
41 dinimizin, yasak olan birşeye zorlanma halinde, kişiyi sorumlu tutmaması yoluna
42 dinin yasağını işlemeye zorlanmayı dinlemeyip, dine uygun olan günahlardan uzak kalarak yaşama yönünden
43 batıl düşünce, sapıklıklar
44 çokluğundan israf etmektir ve kıymetini bilmemektir
45 insan hakları, hümanizma
46 insanî hayatı hayvanî hayata çevirmektir
47 çağımızdaki Avrupa medeniyeti
48 Bakara Sûresi, 2:30.
49 Avrupalılarda görülen iyilikler ve bizdeki kötülüklerle
50 geniş insan dünyasının düşünce ve yardımlaşmasının meyvelerini
51 fedakârlık ahlâkı yerine ferdiyetçilik ve kendini kurtarma meyli
52 hayasız bir Avrupa kadının üstüne giymesini güzel bulduğu, beğendiği
53 manevî değerleri koruma isteği ise
54 manevî hastalıklı mesleğinde ve sakat düşünce ve yaşayış yolunda
55 parlak konuşma isteği, edebiyat yapma düşüncesi
56 aşırı giden, ahlak ve terbiye kuralı tanımaz şekilde ve kendini beğenircesine
57 Hucurât Sûresi, 49:12.
58 tenkitle gizlice iliştirmelerini
59 müslümanlar içinde yaşayan sapık guruplar
60 dinle ilgisiz kalarak veya ciddiye almayarak
61 dine aykırı adetler getirerek
62 İslâm toplumunun içinde
Bu dersi indirmek için tıklayınız.