DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

HAKK

Bâtıl’ın zıddı. Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan.

“Hak kelimesi, masdar ve sıfat ve isim olur. Ve bu suretle mütennevvi manalarda kullanılır. En umumi olarak mana-yı masdarîsi “sübut ve tahakkuk-u vücud” diye ifade olunur ise de, bunun esas mefhumunda bir mutabakat manası vardır ki, evvel emirde ezhan ile a’yanın, tabir-i diğerle enfüs ile âfâkın, ilm ile malumun mutabakatını ifade eder. Ve bu haysiyeti ile kâh ezhana ve kâh a’yana ıtlak edilir. ezhanın A’yana mutabakatı haysiyeti ile kullanıldığı zaman sıdk u savab gibi akval ve efkâra; ve kazaya ve ahkâma ve iradenin gaye-i murada mutabakatı itibariyle adl ü hikmet gibi ef’ale vasıf olur A’yan tarafından mülâhaza olunduğu zamanda, tahakkuk ve vuku’demek olur. Frenkler evvelkine (verite = doğru) ikinciye (realite = gerçek) derler.” (E.T. 2675)

Hak tabiriyle alakalı bazı kısımlar da şöyledir:

“…Haklı her meslek 1 sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır yahud daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.

Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmek…” L:151

Çünkü ittifakta kuvvet kazanılıp mütecavizler durdurulur.

İttifak kelimesinin mana muhtevası ve fiilî tezahürleri, çeşitli şekilleriyle ele alınır. Meselâ mütecaviz bir kuvvetin ve cereyanın tecavüz ettiği farklı din ve milletten olan toplulukların bu mütecavize karşı ittifakları, tecavüzden korunmak içindir. Bu ittifakta müttefikler, dinlerini veya milliyetlerini birleştirmiş olmazlar. Keza bir dine bağlı olan cemaatlar, bağlı oldukları dinin esasatında ittifak ederler. Cemaatların teferruat sayılan meslekî hususiyetlerini birleştirmelerine de mecburiyet yoktur. Keza dinî bir cemaatın mensubları da, kendi mesleklerinin esaslarında ittifak eder. Ferdler arasında teferruata ait bazı anlayış ve meşreb farklarının bulunması, ittifaklarına zarar vermez ve vermemeli. Keza dünyevî ve siyasî cemiyetler de, aralarında anlaşabildikleri sistem ve prensipler etrafında ittifak ederler ve hakeza..

İttifak için gerekli olan insaf düsturu

“Fenn-i Âdâb ve İlm-i Münazara'nın üleması mabeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu: "Eğer bir mes'elenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına tarafdar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır." Hem zarar eder. Çünki haklı çıktığı vakit o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa; zararsız, bilmediği bir mes'eleyi öğrenip, menfaatdar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip, tarafdar çıkar, memnun olur.

İşte bu düsturu ehl-i din, ehl-i hakikat, ehl-i tarîkat, ehl-i ilim kendilerine rehber ittihaz etseler, ihlası kazanırlar. Ve vazife-i uhreviyelerinde muvaffak olurlar. Ve bu feci' sukut ve musibet-i hazıradan rahmet-i İlahiye ile kurtulurlar.” L:158

“Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce' olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârane, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melce'dir ki; onlara nokta-i istinad teşkil eder.” M:268

Bu kısımda geçen hak namına ifadesi, ahkâm-ı Kur’aniye namına yani kitab ve sünnetten usulü üzere alınan hükümler dairesinde olunca, ehl-i hak denilen müslümanlar dehalet edebilir, kitaba göre hareket etmiyenlere ehl-i hak dehalet edemez demektir.

Evet, “Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dava etmek, hakka bir nevi haksızlıktır. Bu nevi haksızlığı irtikâb etmek istemem.” M:74

Kur’an (4:105) âyeti, hak olarak gelen Kur’anla hükmetmeyi emreder.

“El Hakku Ya’lu” bizzat, hem âkıbet muraddır:

Bir zaman bir sail dedi: “Madem El-Hakku Ya’lu haktır. Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?”

Dedim: Dört noktaya bak! bu müşkil de hallolur. Birinci nokta şudur: Her hakkın her vesilesi hak olması lâzım değildir.

Öyle de, her bâtılın her vesilesi bâtıl olması, yine lâzım değildir. Neticesi şu çıkar: Hak olan bir vesile, bâtıl vesileye galibdir.

Dolayısiyle, bir hak bir bâtıla mağlubdur. Muvakkaten, bilvasıta olmuştur. Yoksa bizzat, hem daima değildir.

Lâkin âkıbet-ül âkıbe, her dem yine hakkındır. Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var. İkinci nokta şudur:

Her müslimin her vasfı müslim olmak vâcib iken, hâricen her dem vaki, sâbit değildir.

Öyle de: Her kâfirin her vasfı kâfir olmak, küfründen neş’et etmek yine lâzım değildir.

Her fâsıkın her vasfı fâsık olmak, fıskından neş’et etmek, öyle de her dem sâbit değildir.

Demek bir kâfirin müslim olan bir vasfi, müslimdeki lâmeşru’ vasfına galib olur. Bilvasıta, o kâfir dahi ona galibdir.

Hem dünyada, hayatın hakkı şâmil ve âmmdır. O rahmet-i ammenin bir cilve-i manidar, onun sırr-ı hikmeti var; küfür mani değildir.

Üçüncü nokta şudur: O Zat-ı Zülcelal’in iki vasf-ı kemalden iki Şer’i tecelli; vasf-ı iradeden gelen meşietle takdirdir,

O da Şer’-i tekvinî.. Vasf-ı Kelâm’dan gelen Şeriat-ı meşhure, Teşriî evamire karşı itaat, isyan nasıl olur. Öyle de tekvinî evamire itaat ve isyan olur. Birincisi galiba dar-ı uhrada görür,

Mücazatı, sevabı. İkincisi ağleba dar-ı dünyada çeker, mükâfat ve ikabı. Meselâ: Nasıl sabrın mükâfatı zaferdir;

Ataletin mücazatı sefalet. öyle de, sa’yin sevabı olur servet. Sebatta da galebedir mükâfat. Zehirin ikabı bir maraz, panzehirin sevabı bir sıhhattır.

Bazan iki şeriat evamiri, bir şeyde beraber müctemi’dir. Her birine bir cihet... Demek tekvinî emre itaat ki bir haktır.

İtaat galib olur, o emrin isyanına ki bir tavr-ı bâtıldır. Bir bâtıla vesile olmuş olursa bir hak, vaktaki galib olsa

Bir bâtıla ki, olmuş o da vesile-i hak. Bilvasıta bir hakkın bir bâtıla mağlubdur. Fakat bizzat değildir.

Demek “El-hakku ya’lu” bizzat demektir. Hem akıbet muraddır, kayd-ı haysiyyet maksuddur. Dördüncü nokta şudur:

Bir hak bilkuvve kalmış, yahut kuvvetsiz kalmış, ya mahluttur, hem mahşuş. Ona da bir inkişaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzım gelmiştir.

Mühezzeb ve müzehheb yapmak için, muvakkat bâtıl ona musallat, tâ ki sebike-i hak ne miktar lüzum vardır.

Tâ mahz ve hâlis çıksın. Mebadide, dünyada bâtıl etse galebe, fakat kazanmaz harbi. “Akibet-ül müttakîn” ona vurur bir darbe!

İşte Bâtıl mağlubdur. “El-hakku ya’lu” sırrı onu çarpar ikaba; işte hak da galibdir.” S:725

Hakka bağlı olarak yaşayanların tesbit edilen hayat seyri, kişinin vücud âlemi olarak ebedi kalacak ve saadet-i ebediyeleri de o nisbette mükemmel olacaktır.  

(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Hakk maddesi)

 

1 Yani zaruriyat ve esasat-ı diniyeye bağlı olmak, mesleğin hak olması için zaruri bir şarttır.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık