بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye
“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418
HAMİYET
Ahirzamanın bozuk cemiyetinde hakikatler ters yüz edildiğinden, söylenen sözlere tahkiksiz inanmamalı. Bu ikaza bir örnek:
Hamiyetin tarifi:
“Avrupa'nın mehasinini mesavimizle ve telahuk-u efkârının semeratı, bizim bir şahsın semere-i sa'yi ile, insafsızca, aldatıcı cerbeze ile müvazene etmekle,1 Avrupa'ya şedid bir meftuniyet ve milletine karşı amîk bir nefret hissiyle, kendini Avrupa'nın veled-i nâmeşruu gösterdiği gibi, fikr-i ihtilal ve meyl-i tahrib ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane, namusşikenane ile kendi firavuniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâm'a düşmanlığını göstermekle beraber; firavuniyet, enaniyet, gurur hükmü ile milletine karşı şer'an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelan-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf, temayül-ü ihtiram yerine meyelan-ı techil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakârî yerine temayül-i infiradî ikame edip; hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden nazar-ı hakikatta öyle bir cani ve menfur olur ki, meselâ birisi Paris'te sefahet âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsan ettiği bir libası, câmide muhterem bir hocaya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ahmakane ve caniyanede bulunur. Zira hamiyet ise; muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandır, sahtekârlıktır. Nefret, hamiyetin zıddıdır.” STİ:68
“Bazan Zıd, Zıddını Tazammun Eder
Zaman olur zıd, zıddını saklarmış. Lisan-ı siyasette lafz, mananın zıddıdır. Adalet külahını2
Zulüm başına geçirmiş. Hamiyet libasını, hıyanet ucuz giymiş.
Cihad ve hem gazâya, bagy ismi takılmış. Esaret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş. Zıdlarda emsal olmuş, suretlerde tebadül, isimlerde tekabül, makamlarda becayiş-i mekânî.” S:707
Yukarıda nazara verilen parçanın diğer bir benzeri de şöyledir:
“Hasletlerin Yerleri Değişse, Mahiyetleri Değişir
Bir haslet.. yer ayrı, sîma bir. Kâh dev, kâh melek, kâh sâlih, kâh tâlih; misali şunlardır:
Zaîfin kavîye karşı izzet-i nefsi sayılan bir sıfat, ger olursa kavîde, tekebbür ve gururdur.
Kavînin bir zaîfe karşı da tevazuu sayılan bir sıfatı, ger olursa zaîfte, tezellül ve riyadır.
Bir ulü-l emr, makamında olursa ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir.
Hanesinde bulunsa mahviyeti tevazu', ciddiyeti kibirdir.
Mütekellim-i vahde olsa eğer bir zâtta: Müsamaha, hamiyet. Fedakârlık; bir haslet, bir amel-i sâlihtir.
Mütekellim-i maalgayr olsa eğer o zâtta: Müsamaha, hıyanet. Fedakârlık; bir sıfat, bir amel-i tâlihtir.
Tertib-i mebadide tevekkül, tenbelliktir. Terettüb-ü netice noktasındaki tefviz, tevekkül-ü şer'îdir.
Semere-i sa'yine, kısmetine rıza ise, memduh bir kanaattır, meyl-i sa'ye kuvvettir.
Mevcud mala iktifa, mergub kanaat değil; belki dûn-himmetliktir. Misaller daha çoktur.
Kur'an mutlak zikreder, sâlihat ve takvayı. İbhamında remz eder makamatın tesiri. Îcazı bir tafsildir. Sükûtu geniş sözdür.” S:725
“Adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki:
مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى اْلاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا
âyetin mana-yı işarîsiyle: Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk'ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa, o başka mes'eledir.” M:54
Hamiyet-i âliyenin feveran etmesi meselesi:
“Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an'ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.
Hazret-i Mehdi'nin cem'iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem'iyetinin mu'cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.
Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem'iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.
Şu mühim sır pek uzundur. Başka yerlerde bir nebze bahsettiğimizden burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz.” M:441
“Hem yirmi seneden beri tahribkârane eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır ve zarar verir.
Demek en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risale-i Nur şakirdlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir. Her ne ise... Bu mes'ele şimdilik bu kadar yeter.” K:90
“[Kardeşlerim! Sizce münasib ise Başvekil'e ve dindar meb'uslara verilmek üzere, ihtara binaen yazdırılmış gayet ehemmiyetli bir hakikattır.]
Mukaddeme: Kırk seneye yakın siyaseti terkettiğimden ve ekser hayatım bir nevi inzivada geçtiğinden, hayat-ı içtimaiye ve siyasiye ile meşgul olmadığımdan büyük bir tehlikeyi göremiyordum. Bugünlerde o tehlikenin hem millet-i İslâmiyeye ve hem de bu memleket ve hükûmet-i İslâmiyeye büyük bir zarar vermeye zemin hazırlamakta olduğunu hissettim. Mecburiyetle, İslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin selâmeti için çalışan ehl-i siyaset ve cem'iyet-i beşeriyeye hamiyet ile çalışanlar için bana manevî bir ihtar edildiğinden üç noktayı beyan edeceğim:
Birinci Nokta: Gazeteleri dinlemediğim halde bir-iki senedir "irtica ile ittiham" kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat'iyyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile; ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi' yapmakla; tâ İslâmiyet'in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zalim Avrupa'nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak irtica damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır. Nümunelerinden birinci nümunesi, bu asrın dehşetli zulmüne karşı bir sed olarak İkinci Nokta'da beyan etmek zamanı geldi. Menşeleri iki kanun-u esasîye istinad eden iki irtica var:
Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakikî irticadır. Onun kanun-u esasîsi çok sû'-i istimale ve zulme medar olmuştur.
İkincisi: İrtica namı verilen hakikî bir terakki ve adaletin esasıdır.” Em:81
Hamiyet-i diniye mi yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli daha lâzım?
“Hürriyetin başında Sultan Reşad'ın Rumeliye seyahati münasebetiyle vilayat-ı şarkıye namına ben de refakat ettim. Şimendiferimizde iki mektebli mütefennin arkadaşla bir mübahase oldu. Benden sual ettiler ki: "Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzım?"
O zaman dedim: Biz müslümanlar indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzât müttehiddir. İtibarî, zahirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman; hamiyet-i diniye, avam ve havassa şamil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden birisine -yani menafi'-i şahsiyesini millete feda edene- has kalır. Öyle ise, hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kal'ası olmalı. Hususan biz şarklılar, garblılar gibi değiliz. İçimizde kalblere hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki; yalnız hiss-i dinî şarkı uyandırır, terakkiye sevkeder. Asr-ı Saadet ve Tâbiîn, bunun bir bürhan-ı kat'îsidir.
Ey bu hamiyet-i diniye ve milliyeden hangisine daha ziyade ehemmiyet vermek lâzım geldiğini soran, bu şimendifer denilen medrese-i seyyarede ders arkadaşlarım! Ve şimdi zamanın şimendiferinde istikbal tarafına bizimle beraber giden bütün mektebliler! Size de derim ki:
"Hamiyet-i diniye ve İslâmiyet milliyeti, Türk ve Arab içinde tamamıyla mezcolmuş ve kabil-i tefrik olamaz bir hale gelmiş. Hamiyet-i İslâmiye, en kuvvetli ve metin ve arştan gelmiş bir zincir-i nuranîdir. Kırılmaz ve kopmaz bir urvet-ül vüskadır. Tahrib edilmez, mağlub olmaz bir kudsî kal'adır" dediğim vakit o iki münevver mekteb muallimleri bana dediler: "Delilin nedir? Bu büyük dâvaya büyük bir hüccet ve gayet kuvvetli bir delil lâzım. Delil nedir?"
Birden şimendiferimiz tünelden çıktı. Biz de başımızı çıkardık, pencereden baktık. Altı yaşına girmemiş bir çocuğu şimendiferin tam geçeceği yolun yanında durmuş gördük. O iki muallim arkadaşlarıma dedim:
İşte bu çocuk lisan-ı haliyle sualimize tam cevab veriyor. Benim bedelime o masum çocuk, bu seyyar medresemizde üstadımız olsun. İşte lisan-ı hali bu gelecek hakikatı der:
Bakınız bu dabbetülarz, dehşetli hücum ve gürültüsü ve bağırmasıyla ve tünel deliğinden çıkıp hücum ettiği dakikada, geçeceği yolda bir metre yakınlıkta o çocuk duruyor. O dabbetülarz tehdidiyle ve hücumunun tahakkümü ile bağırarak tehdid ediyor. "Bana rast gelenlerin vay haline" dediği halde o masum yolunda duruyor. Mükemmel bir hürriyet ve hârika bir cesaret ve kahramanlıkla beş para onun tehdidine ehemmiyet vermiyor. Bu dabbetülarzın hücumunu istihfaf ediyor ve kahramancıklığıyla diyor: "Ey şimendifer! Sen ra'd ve gök gürültüsü gibi bağırmanla beni korkutamazsın."
Sebat ve metanetinin lisan-ı haliyle güya der: "Ey şimendifer! Sen bir nizamın esirisin. Senin gem'in, senin dizginin, seni gezdirenin elindedir. Senin bana tecavüz etmen haddin değil. Beni istibdadın altına alamazsın. Haydi yolunda git, kumandanının izniyle yolundan geç."
İşte ey bu şimendiferdeki arkadaşlarım ve elli sene sonra fenlere çalışan kardeşlerim! Bu masum çocuğun yerinde Rüstem-i İranî ve Herkül-ü Yunanî o acib kahramanlıklarıyla beraber tayy-ı zaman ederek, o çocuk yerinde burada bulunduklarını farzediniz. Onların zamanında şimendifer olmadığı için, elbette şimendiferin bir intizam ile hareket ettiğine bir itikadları olmayacak. Birden bu tünel deliğinden, başında ateş, nefesi gök gürültüsü gibi, gözlerinde elektrik berkleri olduğu halde birden çıkan şimendiferin dehşetli tehdid hücumuyla Rüstem ve Herkül tarafına koşmasına karşı o iki kahraman ne kadar korkacaklar, ne kadar kaçacaklar!.. O hârika cesaretleriyle bin metreden fazla kaçacaklar. Bakınız nasıl bu dabbetülarzın tehdidine karşı hürriyetleri, cesaretleri mahvolur. Kaçmaktan başka çare bulamıyorlar. Çünki onlar, onun kumandanına ve intizamına itikad etmedikleri için mutî bir merkeb zannetmiyorlar. Belki gayet müdhiş, parçalayıcı, vagon cesametinde yirmi arslanı arkasına takmış bir nevi arslan tevehhüm ederler.” H:64
Yani tahkiki iman şuurunun vesile olduğu kuvvetli teslimiyet sırrının hakikatı ifade ediliyor.
“S- Bazı nas, senin gibi mana vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a'mal ve etvarı pis tefsir ediliyor. Zira bazı ramazanı yer, rakı içer, namazı terkeder. Böyle, Allah'ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadakat edecektir?
C- Evet, neam.. hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan, fezail-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san'at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte şimdi salahat ve mehareti, tabir-i âherle fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem'edenler vezaife kifayet etmezler. Öyle ise, ya meharettir veya salahattır. San'atta meharet ise müreccahtır. Hem de o sarhoş namazsızlar Jön Türk değiller, belki şeyn Türktürler. Yani fena ve çirkin Türktürler. Genç Türklerin râfızîleridirler. Her şeyin bir râfızîsi var. Hürriyetin râfızîsi de süfehadır.
Ey Türkler ve Kürdler! İnsaf ediniz. Bir râfızî bir hadîse yanlış mana verse veya yanlış amel etse; acaba hadîsi inkâr etmek mi lâzımdır, yoksa o râfızîyi tahtie edip namus-u hadîsi muhafaza etmek mi lâzımdır? Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te'dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun. لاَ يَجْعَلْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ nehyinin sırrına mazhar olsun.” Mü:20
Bu okuyacağımız kısım her ne kadar tasavvuf dairesine bakıyorsa da, ifade ettiği hakikatler umum zaman ve mekanlara baktığı cihetle ehemmiyetli bir irşaddır. Şöyle ki:
“S- Veli olan şeyhin, müddeî olan müteşeyyih ile farkları nedir?
C- Eğer hedef-i maksadı, İslâmın ziya-yı kalb ve nur-u fikriyle ittihad ve mesleği muhabbet ve şiarı terk-i iltizam-ı nefs ve meşrebi mahviyet ve tarîkatı hamiyet-i İslâmiye olsa kabildir ki, bir mürşid ve hakikî şeyh olsun. Lâkin eğer mesleği tenkis-i gayr ile meziyetini izhar ve husumet-i gayr ile muhabbetini telkin ve inşikak-ı asâyı istilzam eden hiss-i taraftarlık ve meyelan-ı gıybeti intac eden kendine muhabbeti, başkalarına olan husumete mütevakkıf gösterilse; o bir müteşeyyih-i müteevviğdir, bir zi'b-i mütegannimdir. Din ile, dünyanın saydına gider. Ya bir lezzet-i menhuse veya bir içtihad-ı hata onu aldatmış, o da kendisini iyi zannedip büyük meşayihe ve zevat-ı mübarekeye sû'-i zan yolunu açmıştır!” Mü:77
“Hem de “milliyet” denilen, mâzi derelerinden ve hal sahralarından ve istikbâl dağlarından hayme-nişîn olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî 3 gibi Kürd dâhi kahramanlarıyla bir çadırda oturan bir aile ki, herkesi başkasının haysiyet ve şerefi ile şereflendiren ve hissiyat-ı ulvîyenin enmuzeci ve İslâmiyet milliyeti içinde mezc olmuş olan fikr-i milliyetiniz size emr-i kat’i ile emrediyor ki: Tâ her biriniz umum bir milletin ma’kes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum milletin bir misal-i müşahhası olunuz.. şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zîrâ maksadın büyümesi ile himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiye ile (Türk, Kürd tam birleşmiş İslâmî ve dinî) o milliyetin galeyanıyla ahlâk da tekemmül ve teâli eder.
Hem de “meşrutiyet” denilen sebeb-i saadet-i akvâm ve hâkimiyeti milliyeyi temin ile makine-i hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz’iyeyi istibdad ve tahakkümün itfâsından kurtaran ve meşveret-i Şeriyenin mayası ile mayalandıran meşrutiyet-i meşrua, sizi meclis-i imtihana davet ediyor ki: Sinn-i rüşde büluğunuzu ve vesâyete adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mevcudiyetinizi ittihadla gösteriniz ve hamiyet-i millî ile fikir ve vicdan-i şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki gibi gösteriniz. Yoksa sıfır çekecek, şehâdetname-i hürriyeti elinize vermeyecektir.” AB:434
“Bediüzzaman Said Nursî; Barla nahiyesinde daimî ve çok şiddetli bir istibdat ve zulüm ve tarassut altında bulunduruluyordu. Barla'ya nefiy sebebi ise; kalabalık şehirlerden uzaklaştırıp, böyle hücra bir köye atılarak ruhunda mevcud hamiyet-i İslâmiyenin feveran etmesine mani olmak, onu konuşturmamak, söyletmemek, İslâmî imanî eserler yazdırmamak, âtıl bir vaziyete düşürüp dinsizlerle mücahededen ve Kur'ana hizmetten menetmek idi. Bediüzzaman ise, bu plânın tamamen aksine hareket etmekte muvaffak oldu;4 bir an bile boş durmadan, Barla gibi tenha bir yerde Kur'an ve iman hakikatlarını ders veren Risale-i Nur eserlerini te'lif ederek perde altında neşrini temin etti. Bu muvaffakıyet ve bu muzafferiyet ise, çok muazzam bir galibiyet idi. Zira o pek dehşetli dinsizlik devrinde, hakikî bir tek dinî eser bile yazdırılmıyordu. Din adamları susturulup, yok edilmeğe çalışılıyordu. Dinsizler, Bediüzzamanı yok edememişler, uyuşmuş kalb ve akılları ihtizaza getiren İslâmî ve imanî neşriyatına mâni olamamışlardı. Bediüzzaman'ın yaptığı bu dinî neşriyat, yirmi beş senelik eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak devrinde hiçbir zatın yapamadığı bir iş idi.
Bediüzzaman, Barla'ya 1925-1926 senelerinde nefyedilmiştir. Bu tarihler, Türkiye'de yirmi beş sene devam edecek bir istibdad-ı mutlakın icrâ-yı faaliyetinin ilk seneleri idi. Gizli dinsiz komiteleri, "İslâmî şeairleri birer birer kaldırarak İslâm ruhunu yok etmek, Kur'anı toplatıp imha etmek " plânlarını güdüyorlardı. Buna muvaffak olunamayacağını iblisane düşünerek, "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur'anı imha etmesini intaç edecek bir plân yapalım" demişler ve bu plânı tatbike koyulmuşlardı. İslâmiyeti yok etmek için tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür.” T:152
İnsanın kıymetinin ölçüsü ne olduğu şöyle beyan ediliyor:
“Bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” H:59
Netice: Bu ders İslamiyeti ve hukuk-u umumiyeyi koruma gayreti manasındadır.
(Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Hamiyet maddesi)
1 Hristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, Islâmiyet’in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.
2 Bu zamanı tam görmüş gibi bahseder.
3 Nüsha: Celaleddin-i Harzemşah, Sultan Selim, Barboros Hayri gibi.... –Müellif
4 Hz. Üstadın yolunu takib eden nurcu dahi düşmanların hücumuna rağmen kitaba dayanan istikametli hareketinde devam edip gerileme göstermemeli demektir.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.