DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

KÖR HİSSİYAT

Risale-i Nur’da nebatî, hayvanî ve insanî olarak üç çeşit hayat mertebesinden bahsedilir.

Evet, nebatî hayat kökleriyle topraktan beslendiği gibi, insanın nebatî hayat mertebesi bağırsaktan beslenir. Hayvanî hayat ise mideden tagaddi eder. Hayvanî hayat, üç zamandan yalnız şimdiki zamandan ve temas halinde iken elem ve lezzet alır. İçinde kör hissiyatın bulunduğu bu hayvaniyet mertebesi, mazi ve müstakbelden habersizdir. Çünkü bu ikinci hayat mertebesinde akıl faal olmayıp kör hissiyata bağlıdır. Hayvanî hayat mertebesinde bulunan kör hissiyata bu isim verilmesi maziyi, müstakbeli ve varlıkların varlığını bilememek cihetinde kör olmaya benzemesindendir.

Esasen her insan cesedi yaradılışı itibariyle nebatî ve hayvanî hayattan ibarettir. İhtiyacat ve lezzetlerini dünyadan alır. Onun için nefsin merkezi olan cesed, bu iki hayat mertebesiyle fıtrî olarak yalnız dünyaya bağlıdır. Hem bu sebebledir ki, insana en yakın manasında olan dünyaya bu ad verilmiştir. Hz. Üstadın şu manidar ifadesi: “ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa...” L:141 şu mezkûr ince hakikata da bakar.

Evet, akıl imanî şuur anlayışıyla bu fıtrî meyilleri dinî mecrasına döndürüp hükmedemezse, kendisi cesedin fıtrî temayüllerine uyar ve hayvanlarda olduğu gibi âhireti düşünüp ona göre hareket etmekten habersiz ve alâkasız  kalır.

Risale-i Nur, fitne-i ahirzaman’ın te’siriyle ekser insanların farklı dereceleriyle bu basit hayat mertebesinde kaldıklarını bildirir. Mesela: Emirdağ L, 22 de yüzde doksan rakamını vererek şöyle der:

“Evet eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde; elli sene sonra, (yani 1996-97 ve sonrası) yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi' olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare taharrisi”..... deyip bahis evam eder.

Ve keza, Kur’an (5:60) Âyetinde bildirilen mesh-i manevîyi, yani ekser insanların  karakterce hayvanlaşmalarını haber veren ve yarı manzum olan şu beyanlar:

Sefih medeniyetin “Cazibedar hizmeti: Heva, hevesi teşci', teshil; hevesatı, arzuları da tatmin; bundan çıkar sefahet.

O heva, hem heves, şe’ni budur daima: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Manevî meshediyor, değişir insaniyet.

Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret.

Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür meydandaki âsârı.S:712

Keza bu sefih medeniyetin “Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci' ve arzularını tatmindir. O heva ise, insanın mesh-i manevîsine sebebdir.M:474

Ve keza bu sefih medeniyeti aşılayıp yaymak isteyen fitne-i ahirzaman cereyanına ve mümessiline hitab eden yazıda da, kör hissiyatın meydana çıkış vesilesi ve mahiyeti şöyle nazara veriliyor:

“Hem senin aklın, ruhun, kalbin, duyguların ulvî vazifelerini bırakıp, süflî nefsin ve pis hevesin rezil işlerine iştirak ve yardım ettiklerinden, ehl-i imana dünyada galebe edersin. Ve zahirde daha sevimli görünürsün. Çünki senin akıl ve kalb ve ruhun gayet derecede tedenni ve tereddi ve sukut edip, pis heves ve rezil nefse inkılab etmişler, mesholmuşlar. Elbette bu cihette, sana Cehennem'i ve mazlum ehl-i imana Cennet'i kazandıran bir muvakkat galeben olacak.” G: 21

Evet, “.....insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letaif ve nefs ve heva ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gazabiye gibi şeylerdir. Herbir insanda her bir latifenin ayrı ayrı vazife-i ubudiyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve heva, kuvve-i şeheviye ve gazabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler. İşte o yüksek letaifi, nefis ve hevaya müsahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakki değildir.S:323

Evet, kör hissiyatın asıl mahiyeti burada tam tarif edilmiştir.

İşte Risale-i Nur, bu tereddinin temelinde mezkûr manadaki kör hissiyatın bulunduğunu nazara verir. Bu hisse kör denmesi, aynen hayvanlarda olduğu gibi mazi ve müstakbeli idrak edip göremediği içindir. İnsanda bu kör hissiyat hâkim olunca, akıl kör hissiyatın emrinde olduğundan, vahşi hayvandan daha şerli olur. Zamanımızdaki duruma ve “mesh”in mahiyetine çok mutabık düşen bu gelen tasvir, dikkat çekicidir.

Bediüzzaman Hazretleri diyor:

“Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına bakıyorum, gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi nazar-ı dikkati celbeder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, it ile oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar, yabani gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi, çocukların oynamasını tanzim ediyorlar. Kapıcı da onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bomboş. Hep nazik vazifeler muattal kalmış. Ahlâkları sukut etmiş ki, kapıda bu sureti almışlardır.” S:322

Zamanımız itibariyle bilinmesi zarurî olan bu kör hissiyatı, Risale-i Nur Külliyatından ehemmiyetine binaen kısmen tesbit ediyoruz. Şöyle ki:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اِنَّ النَّفْسَ لاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ

Meali: 1 "Nefis daima kötü şeylere sevkeder." âyetinin, hem de اَعْدَى عَدُوِّكَ نَفْسُكَ الَّتِى بَيْنَ جَنْبَيْكَ mana-yı şerifi: "Senin en zararlı düşmanın nefsindir." hadîsinin bir nüktesidir.

Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunmak şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam, başkasını sevmez. Eğer zahirî sevse de samimî sevemez, belki ondaki menfaatini ve lezzetini sever. Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır ve kusuru nefsine almaz; belki avukat gibi kendini müdafaa ve tebrie eyler. Mübalağalar ile, belki yalanlarla nefsini medh ve tenzih ederek âdeta takdis eder ve derecesine göre   مَنِ اتَّخَذَ اِلهَهُ هَوَيهُâyetinin bir tokadını yer. Temeddühü ve sevdirmesi ise, aks-ül amel ile istiskali celbeder, soğuk düşürtür. Hem amel-i uhrevîde ihlası kaybeder, riyayı karıştırır. Akibeti görmeyen ve neticeleri düşünmeyen ve lezzet-i hazıraya mübtela olan hisse ve heva-yı nefse mağlub olup, yolunu şaşırmış hissin fetvasıyla, bir saat lezzet için bir sene hapiste yatar. Bir dakika gurur veya intikam yüzünden on sene ceza görür. Âdeta ders aldığı Amme Cüz'ünü bir tek şekerlemeye satan hevaî bir çocuk gibi, elmas kıymetinde bulunan hasenatını, hissini okşamak için ve hevasını memnun etmek için ve hevesini tatmin etmek için, ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, enaniyetlere vesile edip, kârlı işlerde hasaret eder.” L:275

 “Eğer denilse: Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkilâtlı yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?

Elcevab: İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar. Hem insandaki nebatî ve hayvanî kuvveleri, akibeti görmedikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letaif-i insaniyeye galebe ettikleri için, çıkmak istemiyorlar ve hazır ve muvakkat bir lezzetle müteselli oluyorlar.” L:78

Hem akibeti görmeyen ve hazır zevke mübtela olan insandaki nebatî ve hayvanî kuvvelerin tatmini, telezzüzü, hürriyeti vardır ki, akıl ve kalb gibi letaif-i insaniyeyi insaniyetkârane ve akibet-endişane olan vazifelerinden vazgeçiriyorlar.” L:81

İnsandaki dört tabakadan kör hissiyatı teşkil eden nebatî ve hayvanî hayat nokta-i nazariyle maddî ve fânî hayatı tercih etme gafletinden bir ikaz dersi:

“Sonra insan, kendi vücud ve hayatında bir devair-i mütedahile ve masnuat-ı müterâkibedir. Zira insan hem nebattır, hem hayvandır, hem insandır, hem mü’min… İşte bundan dolayıdır ki, tezkiye muamelesi bazan evvelâ; dördüncü tabaka olan iman mertebesinde vuku’ bulur. Sonra imanın mertebe ve tabakasından tenazül ederek, tâ en aşağı tabaka ve şedid-ül mukavemet olan nebatiyet mertebesine kadar iner. Hattâ bazan yirmidört saat zarfında bütün tabakalarda da o muamele vuku’ bulabilir. İşte bundandır ki, bazen o meratibin aralarını farketmeyip galat eden insan, yerdeki herşey yalnız bizim için halkedilmiştir der.

Bunun içindir ki insan, evvelâ insaniyeti, yalnız bir mide-i nebatiye veya hayvaniyesine münhasır zannetmekle galat ediyor. Sonra, eşyanın gaye-i hilkatlarını yalnız nefsine bakan faydadan ibaret zannetmekle galat ediyor. Sonra eşyanın kıymetini, yalnız onlardaki nefsinin menfaati ölçüsüyle tartmakla galat ediyor. İşte bu ölçüye göre, kokulu bir zehre çiçeğini bir Zühre yıldızıyla değişmek istemez.” BMs:460

Bu parağraf çok dikkat çekici bir hakikatı ifade eder. Yani, ekser insanlar herşeyi, nebatî ihtiyac ve hayvanî istekler nokta-i nazariyle değerlendirir. Bu nokta-i nazar ile isteklerine ters düşenlere çok kötü, uygun düşenlere de çok iyi insan derler. Hak ve şeri’atın hükmünü hiç nazara almazlar. Bu hastalık maalesef umulmadık kesimlere kadar yayılıyor. Anlayış ve muamelelerinde şeri’atı unutmuş olan veya lafızda bırakan bu insanlar, te’sirinde kaldıkları ifsad cemiyetinin ve menfaatperest anlayışın lisanını kullanırlar. Çünkü cemiyetin rengiyle renklendiklerini bilmeyen bu insanların, cemiyetin te’sirinde kalacakları ictimaî, yani sosyolojik bir kanundur. Ne var ki bu insanlar, kendilerini hak yolunda zannederek nasihatcı kesilirler. Böylelerin sözlerini dinlemek, te’sirinde kaldıkları fitne cereyanını dinlemek mahiyetindedir.

Hz. Üstad, bu fitnenin mümessiline dolayısiyle de dereceli olarak te’sirinde kalanlara ikaz makamında olarak şöyle hitab eder:

“Ey müvesvis! Bilir misin misalin neye benzer? O derece belâhet kesbetmiş bir sarhoşa benzer ki; arslanı attan, darağacını salıncaktan, cerahatlı yarayı kırmızı gülden farketmez. Hem öyle zannettiği halde, mürşid vaziyetini alır; muslih tavrını takınır.” Ni:23

Rivayette, bu kimseler âlim dahi olsalar yanlarında bulunmamak ve sözlerini dinlememek tavsiyesi var. (Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Ulema maddesi 3882. Parağraf)

Hayvaniyet ve insaniyet hayatlarının mukayesesi:

“Evet ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibariyle; sagir bir cüz, hakir bir cüz'î, fakir bir mahluk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudat-ı seyyalenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat muhabbet-i İlahiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz'iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün içinde bir âlemsin ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i nezaretin geniş bir nâzırsın ki, diyebilirsin: "Benim Rabb-ı Rahîm'im dünyayı bana bir hane yaptı. Ay ve güneşi, o haneme bir lâmba; ve baharı, bir deste gül; ve yazı, bir sofra-i nimet; ve hayvanı, bana hizmetkâr yaptı. Ve nebatatı, o hanemin zînetli levazımatı yapmıştır."” S:328

Bu asırdaki ıslah tarzı:

Bu fitne asrında ıslah, yani hayvanî hayat mertebesinin ıslahının bu dünyada peşin zarar ve elemi göstermekle olacağını hatırlatan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:.

“.....bu zamanda iki dehşetli hal var:

Birincisi: Akibeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye, akıl ve fikre galebe ettiğinden ehl-i sefaheti sefahetinden kurtarmanın çare-i yegânesi; aynı lezzetinde elemini gösterip hissini mağlub etmektir. Ve يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاٰخِرَةِ âyetinin işaretiyle; bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevî kırılacak şişe parçalarını ona tercih etmek, ehl-i iman iken ehl-i dalalete o hubb-u dünya ve o sır için tâbi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yegânesi, dünyada dahi cehennem azabını ve elemlerini göstermekle olur ki; Risale-i Nur o meslekten gidiyor.

Yoksa bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalaletin ve sefahetten gelen tiryakiliğin inadı karşısında Cenab-ı Hakk'ı tanıttırdıktan sonra ve Cehennem'in vücudunu isbat ile ve onun azabı ile insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek; ondan, belki yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da, "Cenab-ı Hak Gafur-ur Rahîm'dir, hem Cehennem pek uzaktır." der, sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlub olur.” H:8

“Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir..” L:137

Ehl-i valâyet,“Nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmak için, çileler ile, riyazetlerle nefs-i emmarenin öldürülmesine çalışmışlar.” L:218

Velilerin korktuğu bu kör hissiyat, gençlikte daha şiddetlidir:

“Evet gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, akibeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.” Ş:479

Müfsid fitnenin aşıladığı zevk tiryakiliğinin tasavvuftaki hissî coşkunluk zevklerini de dünyevî ve peşin hayata gaye yaptırdığından, Risale-i Nur mesleğinin bu yolu tavsiye etmediğini bildiren Hz. Üstad diyor ki:

“Dünyanın yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle âhiretin bâki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki hazır lezzete meftun kör hissiyat-ı insaniye fâni hazır bir meyveyi, bâki uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu halet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirdleri ezvak-ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı maneviyeyi dünyada aramıyorlar.” E:87

Hz. Üstadın, kör hissiyatın zararlarına bakan ve kendi şahsından gelecekteki muhatablarına kadar uzanan bir ikazı:

“Garib bir münazara-i nefsiyemi, bana mahsus iken, bera-yı malûmat size yazmak hatırıma geldi. Şöyle ki:

Başım üstündeki sizce malûm levha, nefsimi tam susturduğu halde; bu gece nefs-i emmarenin silâhını daha musırrane istimal eden kör hissiyatım, damarlarıma tam dokundurup, tesemmüm ve hastalıktan gelen ziyade teessür ve hassasiyet ve şeytandan gelen ilkaat ve fıtrî hubb-u hayattan gelen acib bir haletle, o ikinci nefs-i emmare hükmünde olan kör hissiyat, benim vefat ihtimalinden şiddetli bir me'yusiyet ve teellüm ve kuvvetli bir hırs ve zevk ve lezzetle kalb ve ruhuma tam ilişti. "Ne için istirahat-ı hayatına çalışmıyorsun, belki reddediyorsun; ve gayet zevkli ve masumane lezzetli bir hayat ve bir ömür, kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeğe karar verip razı oluyorsun?" dedi ve dediler. Birden gayet kuvvetli iki hakikat, o ikinci nefs-i emmareyi şeytanla beraber susturdu.” E:199

Yine Bediüzzaman Hazretlerinin aynı makamda diğer bir ikazı:

“Ey kör hissiyatın içine giren nefs-i emmare! Bu âdi şahsiyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan istidadımın yüz derece fevkinde ve sırf bir inayet-i Rabbaniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kur'anın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlahiye ile elimize verilen Risale-i Nur'daki hakikatlara o şahıs masdar ve menba' ve medar olamaz. Belki yalnız çok bîçare ve muhtaç ve Kur'an kapısında bir sâil ve muhtaçlara yetiştirmeğe bir vesile olduğum halde, Nur'un muhlis ve hâlis, sıddık ve sadık, safi ve fedakâr şakirdleri, o bîçare şahsiyetim hakkında yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarını kırmamak ve hissiyatlarını incitmemek ve Nurlara karşı şevklerine ilişmemek ve Üstad namı verdikleri o bîçare şahsı, onların hatırı için çok aşağı olduğunu göstermemek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannu'lara mecbur olmamak için ve yirmi sene tecridatın verdiği tevahhuş için, hattâ dostlarla dahi -hizmet-i Nuriye olmazsa- görüşmeyi terkediyorum ve etmeğe ruhen mecbur oluyorum ve tekellüfe ve kıymetten ziyade kendimi göstermeğe ve ziyade hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlasa tam münafî kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin zararlı ve fâni zevkini aramak haletleri ise, ey nefsim meftun olduğun o zevkleri hiçe indirirler.

Ey nefis! Ey zevke mübtela bedbaht kör hissiyat! Binler dünyevî zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur, o zevk ayn-ı elem olur. Madem yüzde doksan mazideki ahbab âdeta güya beni berzaha çağırıyorlar. Bu hazır zamandaki on dosttan ben kaçmağa mecbur oluyorum. Elbette bu ihtiyarlık ve yalnızlık hayata, berzah hayat-ı maneviyesi bin derece müreccahtır.. diye bu iki hakikatla hadsiz şükürler olsun o ikinci nefs-i emmare tam susturuldu, kalb ve ruhtan gelen zevke razı oldu, şeytan dahi sustu. Hattâ damarlarımdaki maddî hastalık da gayet hafifleşti.” E:200

Yani Nur cemaatının teveccühlerinin zevkinden ölümle ayrılmak istemeyen hissiyatı nazara verip, ileride böyle garib hissiyatlar çıkıp hizmete zararlar verebileceği ve enaniyet hissinin zevkiyle şahıs merciiyeti gibi tefrika vesilelerinin çıkabileceği cihetiyle nazara verilen gayet ince manalı ikazdır. Cemaat içinde böyle temayüz zevki gibi tefrika hareketlerinden uzak durup mesuliyet ortağı olmamakla beraber, hakikatı fikir sahasında tebliğ etmek tarzını tercih etmek gerektir.

“Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir. يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلآخِرَةِ  âyetinin sırr-ı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde, dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa, bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve akibeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman safi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O musibet sırrıyla, hakikî mü'minler dahi bazan ehl-i dalalete tarafdar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar..” K:197

Netice: Kısmen tesbit edilen bu dersler muvacehesinde anlaşılıyor ki, bu anlatılan kör hissiyatı gereği gibi bilip ona karşı, yani o kör hissiyatın dünyaperestliği, nefisperestliği ve enaniyetperestliğine karşı gereken tedbirleri almak icab eder.

 

1 Bu parçanın da, herkese faidesi var.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık