DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

DİN’DE REFORMCULARA CEVAPLAR

Bütün müslümanlar bilirler ki,  dinî hükümlerde temel iki kaynak vardır: Kitab ve Sünnet. Yani Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin (asm) sünnetleri.

Sonra bu iki kaynaktan sıhhatli anlama derecesine sahib olan müctehidlerin re’y ekseriyetine dayanan ve ictihad ve kıyas usulü ile ortaya çıkarılmış olan hükümler esas alınır.

Dinde reform (aslında deform) hareketlerinin en fazla bahsedildiği 1920-30’lu yıllarda, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yazdığı eserlerle meseleye açıklık getirmiştir.

Zamanımızda ise bilhassa son iki-üç senedir bu meseleden yine fazlaca bahsedilmektedir. Biz de zaten cevapları verilmiş ve iddia sahiplerinin aslında iddiaları çürütülmüş olan bu meseleyi tekrar nazara vermeyi uygun bulduk. Tâ ki, insaflı olanlar gerçekleri öğrensinler…

MÜCTEHİD KİMDİR VE KİME DENİR?

Bediüzzaman Hazretleri ictihad ve müctehid meselesini şu veciz ifadesiyle şöyle tesbit eder:

«Müstaid, müçtehid1 olabilir; müşerri’ olamaz.2

Ümmeti davetle teşri’ edemez.3 Fehmi, şeriatten4 olur, lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri’ olamaz. 5

Yoksa davet bid'attır,6 reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz.» (S:705)

Şeri’attaki teşri’ kaidesinin yani kanun koyma yetkisinin ehemmiyetli bir cihetini özetliyen yukarıdaki beyanlar gösteriyor ki, bir müctehidin ortaya koyduğu şer’î bir re’y ve hükmü, müctehidlerin ekserisi tasdik etmedikçe müslümanlar o hükme uymaya davet edilemezler ve böyle bir davet reddedilir.

Bu şer’î ölçüyü nazara alarak günümüzde dinde deformasyon heveslisi ve düşünce yanlışları ile bid’alara (dine zıt anlayış ve hayat tarzına) bulaşmış ve şeri’atta söz sahibi olmayan bazı kimselerin sözlerini reddetmek, dine bağlılığın icabıdır.

Bediüzzaman Hazretleri, gazete, radyo ve televizyon gibi neşriyat organlarıyla yapılan menfî propağandalara bakan bir ikazında diyor ki:

«Cumhur-u mü’mininin7 kabul etmedikleri bid'at ve müstahdesatı8 umumi gazetelerde neşretmek, doğrudan doğruya hiç şüphesiz dalâlete bir da’vettir ve onları neşreden de dalâlet daisidir. Şu halde şu herifin yalnız ağzına vurup şamarla  susturucu cevap vermek değil; belki ta’nif9 ve şiddetle ellerini, kollarını tutup bağlamak gerektir.»  (B. Mesnevî-i Nuriye:179)

DİNİ HÜKÜMLER FIKIH KİTAPLARINDAN ÖĞRENİLİR

Kur’ânın tercümelerinden dinî hükümleri anlamağa kalkışmamalıdır. Çünkü Kur’ânın çok derin ve ince mânâları olduğu gibi; nasih-mensuh, mücmel-müfesser, zahir-hafî, nas ve müteşabih gibi yüksek ilim seviyesini gerektiren hususiyetleri bulunmaktadır. Bu gibi sebeblerden dolayı, dinî hükümleri, Kur’ân ve hadîs tercümelerinden değil, şeriat kitablarından öğrenmek mecburiyeti vardır. Ancak Asr-ı Saadette Resulullah’ın talimiyle sahabeler ve tabiîn doğrudan doğruya Kur’ândan ders almışlar, müctehid ve mezheblere ihtiyaçları olmamıştır.

KUR’ÂN’IN HAKİKİ TERCÜMESİ MÜMKÜN DEĞİL

Kur’ânın tercemesi meselesine gelince:

Bu iddia gizli ve sinsi şer cereyanlarının tahrikiyle seneler önce iddia olunmuş ve Bediüzzaman Hazretleri cevablar vermiştir. Takriben 1932 yıllarında alenî şekilde ortaya atılan bu iddiaların Kur’âna bir su-i kasd olduğuna dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri bir yazısında diyor ki:

«Bundan on iki sene evvel10 işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık,11 Kur’ân’a karşı suikastını, tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.

Fakat Risale-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri12 kat’î ispat etmiş ki, Kur’ân’ın hakikî tercümesi kabil değil, ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî13 yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini14 başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren  kelimât-ı  Kur’âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunmaz diye, Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur’ân güneşini üflemekle söndürmeye ahmak çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları sebebiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele15 yazdırıldı tahmin ediyorum.» (Ş:253)

CEHENNEM ATEŞİYLE TEHDİT

«Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, rehberimiz ferman etmiş ki: كُلُّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلُّ ضَلاَلَةٍ فِى النَّارِ Acaba bu ferman-ı kat’îye karşı, ulemâü’s-sû’16  tabirine lâyık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvâyı veriyorlar ki, lüzumsuz, zararlı bir surette şeâir-i İslâmiyenin bedîhiyâtına17 karşı geliyorlar, tebdili kabil görüyorlar? Olsa olsa, muvakkat bir cilve-i mânâdan gelen bir intibah-ı muvakkat,18 o ulema-i sû’u aldatmıştır» Mektubat ( 396 )

HAZRETİ ALİ’NİN (R.A)  KASİDE-İ ERCÜZE’SİNDE NELER VAR?

Hazret-i Ali (r.a) ve Abdülkadir-i Geylanî’nin (k.s) matbu eserlerinde âhirzamanda gelecek fitne ve bid’atlara işareten ihbar edip şiddet gösterdikleri kısımları tesbit edip izah eden Bediüzzaman Hazretleri şunları nakleder:

«Hz. İmam (r.a.), üstadı olan Habibullah Aleyhisselatü Vesselamdan aldığı dersin bir kısmını işarî bir surette zikrediyor. Feth‑i Hayber’deki hem mucize-i Nebeviye, hem keramet-i Aleviye olan harika vakıayı bahsettiği gibi, tesis-i İslâmiyete temas eden mühim noktaları da bahsediyor. Sonra istikbale bakıyor.

”On dördüncü asr-ı Muhammedîde (a.s.m.) bin üç yüz kırk dokuz (1349) ve Rûmice bin üç yüz kırk yedi (1347)’de (M.1931) Arabî hurufunu terk edip, ecnebi ve acemi19 hurufuna İslâmlar içinde başlanacak. Hem umum, hem fakir ve zengin emir ve işçi, çoluk ve çocuk gece dersleri ile o hurufu cebren öğrenecekler.

Sonra diyor.

 …“Kim inayet-i ilahiyeye mazhar ise Hz. Cebrail’in tabiri ile bu Sekine-i Kudsiye olan İsm‑i Âzamı Cenab-ı Hak ona hediye eder. Onunla o zamanın şer ve fitnelerinden kurtarır.” Bu sözden dört sayfa evvel yine demiş:

 “Kim saadete mazhar ise... said ise... şaki değilse... o İsm-i Âzam onun boynunda mübarek bir gerdanlık hükmünde bir nüsha olur.” Sonra diyor

“O bid’alar ve acemî ve ecnebi hurufunun intişarı zamanı olan o ahirzamanın fena adamları bir kısım ülemaü’s-su’dur ki; hırs sebebiyle batınlarını20 haramla doldurmak için bid’alara yardım ve fetva verenlerdir.” Sonra bir kısım ülemaü’s-su’u tokatlamak için de birisiyle konuşuyor. Der:

“Yâ o zamana yetişen ve âlimlerden olan insan! Cenab-ı Haktan o fitnenin şerrinden muhafaza için sana ders verdiğim İsm-i Âzam ile dua et.”

Biz Al-i Beyt’ten her kürbet ve şiddet zamanında birer Gavs çıkıp imdat ediyor.” Esedullahü’l-Galib Hz. Ali (r.a.), İbn-i Ebu Talib keramullahü vechehü ihbarat-ı gaybiyeye21 ait şu kasidesinin bir kısmında Risale-i Nur şakirtlerine bilhassa baktığına müteaddit emareler var. O da Gavs-ı Geylanî gibi Risale-i Nur’un makbuliyetini imza ediyor ve alkışlıyor.

Birinci emare: Latin hurufunun İslâmlar içinde cebren kabul ettirildiğini teessüfle bahsedip ve ulemaü’s-su’u tokatladığı yerde birdenbire birisiyle irşadkârane konuşuyor ve diyor ki, “Sana verdiğim ders ile hıfz duasını et.”»

HAZRETİ ALİ’NİN (R.A.) ULEMAÜ’S-SU’YA HİDDETİ

«İkinci emare: Hz. Ali (r.a.) hırs ve tama’ yolunda bid’alara tâbi olan bir kısım ulemaü’s-su’u tokatladığı vakit ulema içinde birisiyle merhametkârane konuşmaya başladı. Üstadımızı bilenlere malumdur ki Ankara rüesası İstanbul’da onu İngilizlere karşı mücahedatını takdir ederek onu istediler. Ankara’ya gitti. Van’da Medresetü’z-Zehra namında kendi darü’l-funununa yüz elli bin banknot, iki yüz meb’ustan yüz altmış üçünün imzasıyla i’tası kararlaştırılan layiha-ı kanuniye22 kabul edilmekle beraber Şeyh Sinûsî makamında vilayat-ı Şarkiyeye vaiz-i umumiliği23 ve hem Darü’l-Hikmetin azaları orada Diyanet Riyasetinin azaları olmakla, o da içinde bulunmakla beraber meb’us olmak ve daha ne isterse yapılacak diye teklif ettikleri halde sırf sünnet-i seniyeye muhalif hareket etmemek için o teklifleri kabul etmeyip on dokuz sene, belki yirmi iki sene işkenceli bir esareti kabul eden Üstadımıza elbette Hz. Ali’nin (r.a.) ulemaü’s-su’a hiddet ettiği zaman ona karşı hususi iltifatı olacak ve o mânevî mecliste onu okşayacak.

BİR KISIM BİD’ATKÂR DİN ADAMLARI VE KUR’ANI KORUMAKLA VAZİFELİ NUR TALEBELERİ

«Hz. Ali (r.a.) huruf-u ecnebiyi24 İslâmlar içinde cebren kabul ettirmek hadisesi ile ulemaü’s-su’un bid’alara yardımlarından teessüfle bahsedip bu iki hadise ortasında irşadkârane bazılarından bahsediyor ki, o Sekine olan İsm-i Âzamla ecnebi hurufuna karşı mukabele ediyor. Hem ulemaü’s-su’a muhalefet ediyor. İşte bu zamanda o adamlar Risale-i Nur şakirtleri ve naşirleri oldukları şüphesizdir. Çünkü onlardır ki hatt-ı Kur’ân’ı muhafaza ediyorlar ve bid’akâr bir kısım ulemalara karşı da mukavemet ediyorlar

Beşinci emare: Ecnebi hurufatını ehl-i İslâmın en mühim hükümeti resmi bir surette kabul ve neşir ve cebrettiği halde Risale-i Nur şakirtleri bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’âniyeyi neşir ve tamim ve muhafazasına çalıştıkları bir zamanda Hz. Ali (r.a.) tarihiyle ondan haber vermekle gaybî keramatı beyan ettiği yerde ulema içinde birisine iltifat gösteriyor. Elbette bu iltifatın gerçi çok efradı olabilir. Fakat bu karine-i hal gösteriyor ki Risale-i Nur şakirtleri bir hususiyet kesbetmiş ki Hz. Ali (r.a.) iltifatla Risale-i Nur’u alkışlıyor.

Elhasıl: Hz. Ali (r.a.) keremallahü vechehü ecnebi hurufuna karşı şiddetli teessüf ve hiddet ettiği ve bid’aya taraftarlık eden bir kısım ulemaü’s-su’a karşı şiddetli nefret ve hiddet ettiği yerde irşadkârâne bazılarla konuşuyor.» (Osmanlıca 18. Lem’a’dan)

BATI DİLLERİNE GÖSTERİLEN İLGİ VE DİNÎ TABİRLER

«Kendine Müslüman diyen bir adam, dünyanın bir menfaati için bir günde elli kelime frengî lügatından taallüm ettiği25 halde, elli senede ve hergünde elli defa tekrar ettiği Sübhanallah, Elhamdü lillâh ve Lâ ilâhe illâllah ve Allahu ekber gibi mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle hayvanlar için bu kelimât-ı mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve tehcir edilmezler.26 » (M:439)

2. Sayfa için tıklayın

 

1 Kitab ve Sünnetten (Kur’an ve Hadîs) dini hükümleri çıkarma selahiyetini kazanmış olan âlim kimse

2 şeriat hükümlerinin koyucusu olamaz. (Yani âlim kimsenin ortaya koyduğu hüküm, müctehidlerin çoğunluğunun tasdikini kazanmadığı müddetçe, şeriat hükümleri gibi ümmeti bağlamaz)

3 kanun koyamaz

4 şeriatca ve dince makbul

5 şeriat hükümlerinin koyucusu olamaz

6 dine aykırıdır

7 müslüman çoğunluğun

8 dine aykırı ve sonradan çıkarılmış, dinin aslında olmayan şeyleri

9 şiddetli azarlamak

10 Bu risalenin telifinden on iki sene evvel. (1944 yılından on iki sene evvel)

11 dinsizlikte ısrarcı ve tavizsiz

12 düşmanları susturan isbatlayıcı delilleri

13 çok ince ve derin manaları ifade edebilen dilbilgisi kurallarına dayanan Arab lisanı

14 üstün özellikleri ve ince ve derin manalarını

15 Risale-i Nur Külliyatından Şualar adlı eserin 11. Şua’nın10. Meselesi

16 hadîslerde haber verilen ve dünya menfaatlerine dinini satan ve şer cereyanlarına taraftarlık gösteren âlimler

17 İslâm alâmeti olan dinin açık ve kesin hükümlerine

18 geçici bir etkilenme

19 yabancı ve latin

20 karınlarını, yani midelerini

21 gelecekteki hâdiselerden ve gizli meselelerden haber vermeye

22 kanun tasarısı

23 din dersi vermede genel yetki sahibliği

24 Avrupalıların latince yazısını

25 yabancı dili sözlüklere bakarak öğrendiği

26 İslâmiyetten ayrılamazlar


Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık