DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

TERBİYEDE HASSASİYET MEKTUBLARI

Muhterem hemşîrem,

Aile istikametine bakan gayretinizin ve mesuliyet duygunuzun varlığını gösteren mektubunuzdaki sualler, şayan-ı tebriktir. Bu dehşetli fitne asrında çocukların muhafazası, hakikaten zor, fakat çok ehemmiyetli bir meseledir. Çocukların muhafazasındaki zorlukların en zoru da, mektubunuzda belirttiğiniz gibi televizyon afetidir ve şer cereyanın ifsadatında kullandığı ve kullandırdığı aletlerin en cazibedarı ve en umumî olanıdır. Böyle fitnelerin dehşetli ifsadından sakınmaya bilhassa hadislerde çokça dikkat çekilir. Ezcümle Envar baskı Kastamonu Lahikasının 186. Sahife sonundaki şu beyana dikkat gerek:

“Ve madem يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا gibi hitablarda her asır gibi, bu asırdaki ehl-i iman, Asr-ı Saadetteki mü'minler gibi dâhildir.

Ve madem İslâmiyet noktasında bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur'an ve Hadîs ihbar-ı gaybî ile, ehl-i imanı onun fitnesinden sakınmak için şiddetle haber vermiş.”  (K:186)

Keza “tarîk-ı hakta ve hidayette gidenler, pek çok ihtiyat ve şiddetli sakınmaya ve mükerrer ihtarata ve kesretli muavenete muhtaç olduklarındandır ki, Cenab-ı Hak o tekrarat cihetinde binbir ismi ile ehl-i imana muavenetini takdim ediyor ve binler merhamet ellerini imdadına uzatıyor.” (L:78)

“Sonra bu zamanımızın fitnesi en büyük bir fitne olduğundan, hem müteaddid hadîsler, hem çok işarat-ı Kur'aniye aynı tarihiyle haber veriyorlar.” (Ş:332)

“Rivayette var ki: "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ وَ مِنْ فِتْنَةِ آخِرِ الزَّمَانِ vird-i ümmet olmuş.” (Ş:584)

İşte bu ve benzeri beyanlar, açıkça gösteriyor ki fitne-i ahirzamana karşı müteyakkız olmak ve hassas davranmak gerektir.

Çocukların vücud yapılarının gelişmesi için fıtraten hareket etmeleri gerekiyor. Mesela evde meşgul edebilmek için küçük ve üç tekerlekli bisikletle (ev müsaid olsa) hareket imkânı vermek ve bu hareketinde yalnız bırakmayıp hareketine tasvibkâr katılır görünmek ve benzeri idman hareketleri ile tek çeşit hareketin bezginliğini önlemek. Hem zaman zaman isim vermeden bazı mahallelerde bazı çocukların, kendi çocuğumuzun ilgi duyduğu televizyon, maç ve kötü arkadaş edinme gibi sebeblerle kötüleşme hadiselerini müşahhas hikâyelerle ve üzüntülü tavırlarla takbih etme telkinleri de önemlidir.

Keza aynı tarzda bazı çocukların Kur’an ve Risale okuma ve dini ahlâkı yaşama gibi meziyetlerinden dolayı çokca sevilir hale gelip, çok kimselerin o çocukların bu iyi hallerini konuştuklarını ve benzeri teşvik edici telkinleri yapmak da gereklidir.

Çocuk dünyaya geldiği zaman iki organından yani: göz ve kulağından, adeta bir teyp gibi dolup fikrî ve hissî şekiller alır, müsbet-menfi hususiyetler kazanır. O halde çocuğun duyacağı ve göreceğine dikkat gerekiyor. Yani fikrî telkinle beraber fiilî ders gayet önemlidir. Bu manada Hz. Üstad diyor ki:

“Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir. Bu münasebetle ben kendi şahsımda kat'î ve daima hissettiğim bu manayı beyan ediyorum:

Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.

Ezcümle; meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmek ve Risale-i Nur'un da en büyük hakikatı olan acımak ve merhamet etmeyi, o vâlidemin şefkatlı fiil ve halinden ve o manevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum.” ( L:200)

Bu manayı te’yid eden bir hadiste şöyle buyruluyor:

الْحَجَرِ عَلَ كَالنَّقْشِ صِغَرِهِ فِى الْعِلْمَ يَتَعَلَّمُ الَّذِى مَثَلُ

الْمَاءِ عَلَى يَكْتُبُ كَالَّذِى كِبَرِهِ فِى الْعِلْمَ يَتَعَلَّمُ الَّذِى مَثَلُ وَ

“İlmi küçüklüğünde öğrenmenin misali, taş üzerine yazılan nakış gibidir. İhtiyarlığında ilim öğrenmenin misali, su üzerine yazı yazmak gibidir.”

Keza hadislerde çocukların İslâm fıtratı üzere doğup, ilk terbiye merkezi olan aile yuvasında sağlam müslüman veya gayr-i müslim gibi dinî anlayıştan uzak düştüğü beyan edilir.

Şöyle ki:

يُنَصِّرَانِهِ اَوْ يُهَوِّدَانِهِ فَاَبَوَاهُ الْفِطْرَةِ عَلَى يُولَدُ اِلَّا مَوْلُودٍ مِنْ مَا

فِيهَا تُحِسُّونَ هَلْ جَمْعَاء بَهِيمَةً الْبَهِيمَةُ تُنْتِجُ كَمَا يُمَجِّسَانِهِ اَوْ

الَّتِى اللَّه فِطْرَةَ : عَنْهُ اللَّهُ رَضِىَ هُرَيْرَةُ اَبُو يَقُولُ ثُمَّ جَدْعَاءَ مِنْ

القَيِّمُ الدِّينُ ذَلِكَ اللَّه لِخَلْقِ تَبْدِيلَ لَا عَلَيْهَا النَّاسَ فَطَرَ

“Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. (Bakınız: Fıtrat derlemesi ve İslam Prensipleri Ansiklopedisi Fıtrat maddesi) Sonra anası ile babası onu Yahudi yahut Nasrani yahut Mecusi yaparlar. Nasılki her hayvanın yavrusu tamm-ül aza olarak doğar. Hiç o yavrunun bur­nunda, kulağında eksik, kesik bir şey görülür mü? Sonra Ebu Hüreyre radıyallahü anh (30:30) âyetini okudu ki meali şöyledir:

“Habibim! Allah’ın, insanları hakkı idrak ve kabule müsait yarattığı fıtrat-ı asliyeyi -ki fıtrat-ı İslâmiyedir- rehber-i hareket ittihaziyle Allah’ın yarattığı bu İslâm ve tevhid seciyesini şirk ile tebdil etmek, muvafık değildir. Bu İslâm ve tevhid dini, en doğru bir dindir.” (Sahih-i buhari Muhtasarı, 4. Cild,664. Hadis)

Keza Emirdağ Lahikası 41 de adeta bu hadislerin hükmünü açıklayan şu ikaz var:

“Risale-i Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?

İşte bu hakikata binaen en bahtiyar çocuklar onlardır ki; Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve vâlidesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a'maline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve âhirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlâd olurlar.” (E:41)

Mezkûr beyanda görülen ebeveynin mesuliyeti bir hadiste şöyle beyan edilir:

رَاعٍ النَّاسِ عَلَى الَّذِى فَاْلَامِيرُ  رَعِيَّتِهِ عَنْ مَسْؤُلٌ وَكُلُّكُمْ رَاعٍ  كُلُّكُمْ اَلَا

رَعِيَّتِهٌ وَالْمَرْاَةُ عَنْهُمْ مَسْؤُلٌ وَهُوَ بَيْتِهِ اَهْلِ رَاعٍ وَالرَّجُلُ رَعِيَّتِهِ عَنْ مَسْؤُلٌ

سَيِّدِهِ مَالِ عَلَى رَاعٍ وَالْعَبْدُ عَنْهُمْ مَسْؤُلٌ هِىَ وَلَدِهِ بَعْلِهَا عَلَى

رَعِيَّتِهِ عَنْ مَسْؤُلٌ فَكُلُّكُمْ رَاعٍ فَكُلُّكُمْ عَلَى عَنْهُ مَسْؤُلٌ هُوَ

“Haberiniz olsun ki, her birerleriniz birer çobandır ve her birerleriniz idaresi altındakilerden mes'uldür: İnsanlar üzerinde emîr bulunan bir kimse bir çobandır ve idaresindeki milletten mes'uldür. Erkek, ev halkı üzerinde bir çobandır ve idaresindeki aile efradından mes'uldür. Kadın kocasının evi ve çocukları üzerinde bir çobandır ve o da çobanlığından mes'uldür. Hizmetçi, efendisinin malı üzerinde bir çobandır. O da ondan mes'uldür. Haberiniz olsun. Her birerleriniz birer çobandır. Ve her birerleriniz güttüklerinden (yani elinin altında ne varsa ona lâyıkıyla bakıp korumaktan) mes'uldür.” (Sahih- Müslim Tercemesi 6. Cild,sahife 20)

Malumdur ki bu fitne asrındaki ifsadatın temeli münafıklığa dayanır. Dinimiz münafıkın kafirden daha fena olduğuna dikkat çeker. Mesela: saf müslümanları aldatmakla kendi tarafındaki faaliyetlere çekebilmek için bazı saf müslümanları kendi faaliyetinde çalıştırır. Diğer bazı saf müslümanlar da, Bu içtimaî faaliyette müslümanlar çalışıyor zannederek münasebet kurar ve çocuğunu onlara gönderir. Halbuki bu içtimaî faaliyet ve çalışmaların gizli tarafında sezdirmeden iğfale ve ifsada çalışan nifak cereyanı sinsice çalışır. Keza zahirde kadın-erkek ayrımı ile dini bir görüntü verip toplantılara davet eder ve perde arkasında gizli çalışan şer ceryanı, gafil ve saf müslümanı sinsice ve yavaş yavaş ve alıştıra alıştıra ve hatta aldatabildiği bu müslümanlara kendi lehinde telkinler ve faaliyetleri hakkında medihler yaptırarak kendi tarafında din kisvesinde yaptığı ve yaptırdığı içtimaî yani: kendi tabirlerince sosyal faaliyetlerine nazarları çevirir ve sezdirmeden hevesatı tahrik eder ve ettirir. Üstelik bu faaliyetlerine dinî hizmet adını takar. Bir de şöyle aldatıcı sözler yayıp yaydırırlar. Yani: daha kötüye düşmemek için böyle yapmak gerek derler ve dedirtirler. Hz. Üstad ise, böyle anlayışları nakzeden şeriatın hükmünü şu vecize ile nazara verir: Lâübaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azimetlerle, şiddetle ikaz edilir.”(M:428) 

Keza kadınların  dinî salâbetleri kakkında da:Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı lâzımdır tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları!” (S:727) Diyerek kadınların fitnelere alet olmamalarını hatırlatır.

Sorduğunuz “Risale-i Nur’u anlama” meselesi ise:

Risale-i Nur’da gösterilen yol: Dikkatini vererek ve teslimiyetle okumaya devam etmektir. Diğer tarafdan da aklı, kalbi ve merak hissi gibi anlama cihazlarını dünya meşgalelerine fazlaca meşgul etmemek gerekiyor. Sizler gibi hemşirelerin çoluk-çocuk ve ev meşgaleleri var. O halde dereceleri bulunan Nurları anlamada derecemizi muhafaza ve mümkün olduğu kadar dereceyi arttırmak niyeti ve gayretimiz sebebiyle, Allah bizi Kur’an yolunda muhafaza eder ümidini taşırız.

Bu manaya bakan şu ifade esas alınmalı: “Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütaala ile izdiyadıma çalışmalıyız.” (S:93) Madem Üstad böyle diyor, bizde (evet) diyoruz.

Anlayabilmekte devam ettikçe, anlayışımızın da farkına varmadan zamanla geliştiğini külliyattan anlıyoruz.

- Çocukları Nur’a teşvik etmekte çocuğun anlama derecesine göre ve başta yazıldığı gibi davranmak, bezdirmeyen sohbetlerle teşvik etmek güzeldir. Örnek olarak, Lem’aların 277. sahifesindeki (Elmas, Cevher, Nur) bahsini taklid etmek tercih edebilir.

-Pardesü ile dışarı çıkılınca eğer yabancıların görmesi ihtimali yoksa caiz olur.

-Çocuğun dershanede kalıp yetişmesi hususu, İslâm cemiyetinde 7 yaş olarak caiz olsa da içinde bulunduğumuz fitne cemiyetindeki şartlar nazara alınmalı. Yani Kur’an Kurslarından ve benzeri yatılı yerlerden bazı talebe dershanelerine kadar haylazlıklar hükmettiğinden çocuğun evde terbiyesine dikkat etmek daha isabetlidir. Amma bazı çocuklarda fıtraten ve ciddî terbiye vesilesiyle gayet ciddiyetli olup haylazlığa nefret etse ki buna yaşca değil, kemalatca rüşte erme denir.  Bu durumda güvenilir evsafta kişilerin bulunduğu vakıfların dershanesine gitmesi olabilir. Şimdi ise böyle medreseler nadirdir.

Günümüzün bozuk içtimaî şartlarında çocuğun bir derece güvenilir olmasıyla beraber medrese sahiplerinin de adab-ı diniye terbiyesini kazanmış olmaları ve çocuğun da şab-ı emred devresini geçirmiş olması yani, yüzünü traş etme çağına girmiş olması gibi şartlara riayet gerektir. İslam Prensipleri Ansiklopedisi’ nin 2820 ve 2820/1.P larda kaynaklariyle beyen edildiği üzere şab-ı emred çağındaki çocuklarla bu devreyi geçirmiş gençler arasında belli bir mesafe gerekiyor. Güreş ve benzeri laübaliyane hareketler olmamalıdır.

Şimdilik bu kadarla iktifa edip, dualarınızı beklerim.           

Kardeşiniz     

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık