بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
İSTİKAMETLİ NUR MERKEZİNİN LÜZUMU
Bu derlemede, haslar dairesinin lüzumunu bildiren Risale-i Nur’un ifade ve beyanlarından kısmen alınan parçalar tesbit edildi.
Önce bir mukaddeme mahiyetinde olarak şu hususu nazara almak gerek: Evet, tekvinî ve teşriî kanunlar dairesinde vazife birliğini ve istikametini korumak için Hikmet-i İlâhiye, idare ve istikamet merkezleri koymuştur.
Âlem-i İslâmda hilâfet merkezi olduğu gibi cemaatlerin ve aile bünyesinin de müdebbiri ve müdebbirleri vardır. Hatta bu merkeziyet, varlık âleminde dahi atomun çekirdek merkeziyetinden tut, tâ manzumat-ı şemsiye denilen Güneş sistemlerine tâ hayvanat âlemlerine kadar uzanan bir kanun-u fıtrattır. Bu fıtrî kanunun yokluğu halinde hareket birliği bozulur.
Bediüzzaman Hazretleri diyor:
“Şems hareket-i mihveriyesiyle silkinse, meyveleri düşmez; silkinmezse, yemişleri olan seyyarat düşüp dağılacaktır.” M:472
Demek güneş, şeri’at-ı fıtriyece kendisine verilen vazife için, merkezî hareketini yapmazsa, cemaati dağılır ve kıyamet de kopar. Mesela hayvanlar âleminde, yine Hz. Üstadın ifadesiyle:
“Karıncayı emîrsiz, arıları ya'subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye elbette beşeri de bırakmaz şeriatsız, nebîsiz. Sırr-ı nizam-ı âlem, böyle ister elbette.” M:469
Evet, gerek kâinatta ve gerek hayvan âlemlerinde şeri’at-ı kübrasiyle ve insanlar üzerinde de teşriî hükümleriyle hükmeden, te’sir eden ve istikametlendiren yalnız Sultan-ı kâinattır. Ancak Hikmet-i İlâhiye esbab ve vesileler koymuştur. İhtiyarsız varlıklarda nizam-ı âleme itaat mükemmeldir, fakat muhtar olup imtihan edilen insan âleminin teşriî ve tekvinî kanunlara itaatları, beşerî ihtiyar araya girdiğinden, çeşidli temayüllere sahib olan ferdlerden meydana gelen cemaatlerde mükemmel olmaz. Bilhassa manevî hizmetlerde istikametlendiren manevî ve müstakîm bir merkeziyetin bulunması icab ediyor.
Burada şu hususa dikkat gerektir: Halkı teslimiyetli ve kemalatın kazanılmasına müsaid olan geçmişteki İslamî cemiyetlerde dinî bir şahsiyet, istinad ve istikamet merkezi olmakta yeterli oluyordu. Fakat Risale-i Nur bu fitne asrında müstakîm ve esaslara sadakatla bağlı ve Risale-i Nur’ları ve cemaatını temsil edebilen keyfiyetli bir haslar dairesini nazara verir ve lüzumuna dikkat çeker.
Evet, Resul-i Ekrem A.S.M. عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائيِلَ ferman etmiş. Gavs-ı A'zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zâtlar bu hadîsi, kıymetdar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı manevî hükmünde bulunan Risalet-in Nur'u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş.” K:7
Evet “Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı manevîsi "Ferîd" makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz,'da bulunan kutb-u a'zamın tasarrufundan hariç olduğunu.. ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil.” K:196 gibi Risale-i Nur’un çeşitli beyanları, haslar dairesinin varlığını ve lüzumiyetini göstermektedir.
Bu meseleye bakan Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri de dikkat çekicidir:
“Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur'anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur'u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı manevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem daima da şimdiye kadar yapıyorlar. Meselâ, seninle görüşen muvakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa, Risale-i Nur'dan bir cüz'ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde ondan nasihat alır, sohbet eder. Hem Nur şakirdlerinin hasları, bu vazifeni her vakit yapıyorlar. Ve inşâallah pek yüksek bir makamda bulunan ve duası makbul olan onların şahs-ı manevîleri, daimî beraberlerinde bir üstad ve yardımcıdır diye ruhuma hem teselli, hem müjde, hem istirahat verdi.” Ş:493
Yani, Nurun geniş dairesinin istikametini koruyacak müstakîm bir haslar dairesinin varlığı ile Hz.Üstad, ruhen istirahat edeceğini, aksi halde üzüleceğini ifade ediyor.
Keza, “Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sahib ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime” K:76
“Medreset-üz Zehra erkânları, benim şahsımın da hakikî vekilimdirler.” Em:22
“Aziz, sıddık kardeşlerim, Medreset-üz Zehra erkânları, Nur naşirleri!
Evvelâ: Bir mes'eleyi biz münasib gördük; size, asıl Nur hakkında söz sahibi Medreset-üz Zehra erkânlarının tensibine havale etmek için kalbe geldi.” Em:46 gibi beyalar da nazara alınmalıdır.
Yukarıda tekraren nazara verilen haslar dairesindeki erkânlar, hizmeti yürüten haslar dairesinin meşveret merkezi olduğu görülüyor. Bu nakillerden maksad, o zamanki mevcud durumdan bahis değil, Nurun meslek esasını göstermektir..
Evet nümune-i imtisal ve nokta-i istinad dairesinde bulunanların sahib olmaları gereken hususiyetler vardır. Kuvvetli bir tahkiki iman, zendekaya baş eğmiyen metanet ve kitabı esas almak olan sıddıkıyyet; yani hizmet sahasındaki her mes’elenin hükmünü Risale-i Nur’dan alıp, kendi beşerî anlayışıyla tasarruf etmeden o hükümlere ittiba etmektir ki, buna sadakat denir. Keza Risale-i Nur’ların neşri ve tebliği ve dünyevî ve uhrevî hiçbir menfaatı istememek olan a’zamî istiğna ve ihlâs ve hakiki tesanüd, yani Risale-i Nur’un esaslarına sadakatlı bağlanmanın neticesi olan hizmet birliği ve beraberliği ve keyfiyet denen mezkûr hususiyetlere sahib olanların meydana getireceği mütesanid cemaatin varlığı gerekmektedir.
Bütün Külliyatta çokça serpilmiş olan metanet, sebat ve hizmette ciddiyet gibi hususiyetlerden az bir kısmını, nümune için naklediyoruz. Şöyle ki:
“...amansız din düşmanlarının plânlarıyla mahkemelere sürüklenen Risale-i Nur talebelerinin müdafaaları; ve bu talebelerin İslâmiyete hizmetleri esnasında, gizli İslâmiyet düşmanı, insafsız, cebbar zalimlerin entrikalarıyla maruz kaldıkları işkencelerden yılmamak, şahıslarını düşünmeden, yani şahsî refahlarını İslâmın refah ve saadeti için feda ederek, sıddıkıyetle sebat etmeleri ve eşedd-i zulme mukavemet etmeleri aşikâr bir delil teşkil etmektedir.
Evet, hem yirmibeş seneden beri Risale-i Nur'la iman hizmetine bütün varlığını vakfeden ve şimdiye kadar "gaddar din düşmanlarının" çok defalar tecavüz ve taarruzuna ve taharriyata maruz kaldığı halde, yirmibeş senedir inziva içinde, Risale-i Nur'un naşirliğini yapan Nur kahramanları ağabeylerimiz, bizlere birer nümune-i imtisal olan, iman ve İslâmiyet fedaileridir.” S:766
“Ve yazdıkları risaleleri her taraftan nazar-ı dikkati celbetmek ve dünyanın mal ve evlâdı ve istirahatı pek muvakkat ve geçici ve herhalde bir gün onları bırakıp toprağa girecek olmasından, onların yüzünden âhiretini zedelememek ve sabır ve tahammüle alışmak ve istikbaldeki ehl-i imana kahramanane bir nümune-i imtisal, belki imamları olmak gibi çok cihetle ayn-ı merhamettir.” Ş:301
İşte bu altı çizili olup Risale-i Nur’da çokça nazara verilen sıfatlar, hasseten nümune-i imtisal olan has daire ehlinin evsafıdır.
İstinad merkezini gösteren bazı beyanlar:
“Evet bu asrın dehşetine karşı, taklidî olan itikadın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan; her mü'min, tek başıyla dalaletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin. Risale-i Nur bu vazifeyi; en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-i Kur'aniye ve imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli bürhanlar ile isbat ederek, o iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirdleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şehirlerde -hizmet-i imaniye itibariyle- âdeta birer gizli kutub 1 gibi, mü'minlerin manevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i maneviye-i itikadları cesur birer zabit gibi, kuvve-i maneviyeyi ehl-i imanın kalblerine verip, mü'minlere manen mukavemet ve cesaret veriyorlar. ” Ş:748
“Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, bu zamanda Risale-i Nur'da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü'minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nur'da buldukları öyle bir hakikattır ki; hiçbir şeye âlet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksad içine girmeyecek ve hiçbir şübhe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak; dünya maksadları ona karışmayacak; tâ ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikata ve sadık naşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.
Evet o ehl-i iman, lisan-ı hal ile diyecek ki: Madem bu hakikatı, bu kadar şiddetli düşmanları çürütemediler ve itiraz edemiyorlar ve şakirdleri, haktan başka onun hizmetinde hiçbir maksad taşımıyorlar; elbette o hakikat, ayn-ı hak ve mahz-ı hakikattır diye bin bürhan kadar bir delil hükmünde imanını kuvvetlendirir ve kurtarır; ve "İslâmiyet'te bir hakikatsızlık mı var?" diye daha evhama düşmeyecekler.” E:214
Demek oluyor ki, zâhirî hayat seyrinde mezkûr sıfat ve hareket tarzlarına sahib olmayıp haslar dairesinde görünenler, merkezden muhite doğru emniyet, itimad ve kuvve-i maneviye veremiyecekleri gibi teşettüt ve dağınıklığa sebebiyet verirler.
“Şimdi şu zamanda iman-ı tahkikînin dersini vermek, pek büyük bir fazilettir ve kudsî bir vazifedir. İman-ı tahkikîyi taşıyan bir mü'min, çok mü'minlere bir nokta-i istinad olur ki; şuursuz olarak avam-ı mü'minîn o iman-ı tahkikî sahibinin kuvvet-i imanına istinad ederek, kuvve-i maneviyeleri kırılmaz, dalaletlere karşı dayanırlar.” B:250
“Aziz, sıddık kardeşim Re'fet Bey,
Mâşâallah şimdi siz ümid ettiğim tarzda risaleleri takib ediyorsunuz ve yazıyorsunuz. Senin gibilerin az sa'yi dahi çok hükmündedir. Çünki çoklar size itimad edip, sizi taklid eder.” B:331
Yukarıda nazara verilen “yazıyorsunuz” ifadesi şimdi, neşir ve Nurun hakikatlarını tebliğ vazifesine bakar.
Bediüzzaman Hazretleri, “Dalâlet cereyanlarının karşısında ehl-i îman fedakârlarından büyük bir şahs-ı mânevî meydana çıkararak, muhkem bir sedd-i Kur'anî ve îmanî tesis edip mü'minlerin nokta-i istinadı olmasıdır. İnandığı kudsî dâvaya gösterdiği azim ve sebatla, mü'minlerin kalblerini ihtizaza vererek, ruhlarda İslâmî aşk ve heyecanı uyandırmasıdır.” T:23
Tesanüdün elzemiyeti hakkında ciddi bir ikaz
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi yalnız bize ve Risale-i Nur'a menfaati için değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin kat'î buldukları bir hakikata dayanmağa pek çok muhtaç bulunan avam-ı ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci', bir mürşid, bir hüccet olmak cihetiyle sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaat eder ki; bir hakikat var, hiç bir şeye feda edilmez, ehl-i dalalete başını eğmez, mağlub olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya ve sefahete iltihaktan kurtulur.” Ş:320
Şu ehemmiyetli ikazda nazara verilen evsafa sahib ve kavlen ve fiilen müstakîm ve mu’temed ve tam mütesanid bir merkeziyet bulunmazsa, avam, bid’alara alıştırılır ve alışır ve böylece halkın ekseriyeti habersiz ve şuursuz olarak ehl-i dalâlete dehalet etmiş sayılır. Bu durum ise gayet dehşetli bir netice olduğundan mecbur olmadan tesanüdün bozulmasına sebeb olmamalı.
Hz. Üstadın gösterdiği düsturlara uygun bir yolda yürümekle mükellef olan bu mu’temed mücahidlerin en mühim vazifelerinden birisi de, Risale-i Nur’daki ölçüler dairesinde olmak şartı ile karşı ikaz edici telkinleri nazara vermektir. Mesela Hz. Üstadın nümune-i iktida olan bir hareket tarzı şöyle beyan ediliyor:
“...bid'aları tanıtan ve durduran ve şeair-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve Sünnet-i Seniyeyi ihya eden eserleri perde altında otuz senedenberi neşretmiş ve muhitinde, âdeta Devr-i Saadet'in bir cilvesini yaşatmıştır. Bir Sünnet-i Seniyyeye muhalif hareket etmemek için işkenceli bir inzivayı ihtiyar etmiştir. Otuz senedenberi milyonlara hükmeden dinsiz ve emsalsiz bir istibdad-ı mutlak, Bediüzzamanı hiçbir cihetten hiçbir vakit hükmü altına alamamış, bilâkis zâlim müstebitler O'na mağlûp olmuşlardır.” T:694
Keza, “İslâmî kıyafeti kat’iyyen ve aslâ tebeddül etmeyen ve kıyafetine ilişmek isteyen ve sonra kendi kendini öldürmekle tokadını yiyen Nevzad isminde Ankara valisine: “Bu sarık bu başla beraber çıkar” tarzında konuşarak boynunu göstermesi” Em:19
“Ezan-ı Muhammedî'nin (A.S.M.) yasak edildiği ve bid'aların cebren umuma yaptırıldığı zulümatlı ve dehşetli bir devirde, Nur Talebeleri, o uydurma ezanı okumamışlar ve böyle bid'alara karşı, kendilerini kahramanca muhafaza ederek, bid'alara girmemişlerdir.” S:757
“Şeair-i İslâmiyenin cebren kaldırıldığı ceberut devrinde, dünya hatırı için kendini mecbur zannederek o kudsi şeairden fedakârlık yapanların ve din zararına hareket edenlerin ve İslâmiyete muhalif fetvalara ve bid'alara mecbur edilenlerin çokluğu zamanında Bediüzzaman, ne lisan-ı halinde, ne lisan-ı kalinde ve ne de fiiliyatında o kadar zulümler çektiği ve idamlarla tehdit edildiği halde en küçük bir değişiklik bile yapmamıştır.” T:694
Evet Risale-i Nur’da serpilmiş bulunan bu ikazların ders ve neşriyle ikazatta bulunmak, has dairenin vazife-i asliyesinden olduğu görülüyor.
Netice: İstikamet merkezi olarak tabir ettiğimiz haslar dairesi, lisan-ı halleriyle yani zâhirde görünen İslâmî yaşayış ve metanetleriyle, diğer cemaatlere de ibret ve teşvik vesilesi olmalıdırlar. Evet, Hz. Üstad haslara hitaben diyor ki:
“Risale-i Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.” K:77
Evet lisan-ı hal, yani haslar dairesinin zâhirde görünen şeaire uygun yaşayışı, avama müsbet te’sir etmesi cihetiyle çok ehemmiyetlidir.
Yine Hz. Üstad diyor:
“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet'e girecekler. Belki küre-i arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyet'e dehalet edecekler.” Em:142
Evet, Hz. Üstadın dinde lâübali ve Avrupa hayatına mütemayil gafillere selâmet-i İslâm için gayet şiddetli hitablarından bir nümune de şudur:
“Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebiye sevdiremezler.” H:91
“Lâübaliler ruhsatlarla okşanılmaz; azimetlerle, şiddetle ikaz edilir.” H:130
Ve keza,“ Risale-i Nur dahi, felsefe-i maddiyeden gelen dehşetli dalalet-i ilmiyeye karşı avam-ı ehl-i imanın taklidî olan imanlarını, o dalalet-i ilmiyenin savletinden kurtarıp, umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi, zabtedilmez bir kal'a hükmüne geçmiştir ki; bu emsalsiz dehşetli dalaletler içinde, yine avam-ı mü'minin imanını şübhelerden ve İslâmiyetini hakikatsızlık vesveselerinden muhafaza ediyor.” E:91
Evet, haslar dairesi heyetinin kıyamete kadar devam edeceği de şöyle beyan ediliyor:
“İsevîliğin din-i hakikîsi zuhur ile ve İslâmiyete inkılab etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı başgösterir, galebe eder ve "El-hükmü lil-ekser" kaidesince, yeryüzünde "Allah Allah" diyecek kalmayacak, yani ehemmiyetli bir cemaat, Küre-i Arz'da mühim bir mevkiye sahib olacak bir surette "Allah Allah" denilmeyecek demektir. Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlub düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak, ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.” M:58
İşte yukarıda kısmen tesbit edilen ve Nur’un esaslarına müstenid gösterdikleri istikamete uyulması gereken Haslar Dairesinin elzemiyeti ve vasıfları, sarîh beyanlarla gösterilmiş oluyor. Uyulması istenen şeair, kısmen yaşanmasa da fikren müdafaa ve tebliğini yapmak kolaydır ve hasseten haslar dairesi için lüzumiyeti var. Bu makamda şu beyan çok manidardır;
“Emirleri imtisal, nehiylerden içtinab etmek sayesinde bir ferd, heyet-i içtimaiyede çok mertebelerle nisbet peyda eder ve alâkadar olur. Bilhassa ahkâm-ı diniye ve mesalih-i umumiye hususunda bir ferd, bir nev’ hükmüne geçer. Yani pek çok hukuklar, haysiyetler, irşadlar, talimler, ıslahlar gibi vazifeler bir şahsa yüklenir. Eğer o emri imtisal, nevahiden içtinab eden o şahıs olmasa; o vazifeler tamamen payimal olur.” İ:85
Bu dersi indirmek için tıklayınız.