1444- İBADET عبادة : Kulluk. Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçmak. Şeriatta bildirildiği gibi Allah’a kulluk etmek. Çünki ibadet, Allah emrettiği için ve emrettiği gibi yapmakla makbul olur. Yoksa insan kendi düşünüşüne ve meyline göre yaptığı amel ve hizmetler dinî mahiyeti hâiz olmaz, ibtal olur. Nitekim İ.M. 14. hadîs izahında geçen: “Kim hakkında emrimiz olmayan bir amel işlerse, o amel bâtıldır.” mealindeki hadîs bahsimize ışık tutar. (Bak Habt-ı A’mal) Hatta kişinin yaptığı iş ve hareket dinin emrettiği şekle uysa bile, bu işi kişi Allah emrettiği için ve emrettiği gibi yapmak niyetinde ve anlayışında olmadığından, yani bu bir rastlantı olduğundan ibadet manasında makbul olmaz. Nitekim dinsizliğe karşı din namına siyasete girmek lâzımdır diyenlere, Beziüzzaman Hazretlerinin verdiği cevabın bir kısmı bu hakikatı tesbit ve tenvir eder. Şöyle ki:

“Dediler: Dinsizliği görmüyorsun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lâzım.

Dedim. Evet lâzımdır. Fakat kat’î bir şart ile ki, muharriki aşk-ı İslamiyet ve hamiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. Birinci hata da etse, belki ma’fuvdur. İkincisi isabet de etse, mes’uldür.” (S.T.İ.sh: 47)

İbadet kâinatın, insanların ve cinlerin yaradılış gayesidir. (Bak: 1024.p.) Evet kâinatta her varlık zerrattan seyyarata kadar; Âdetullah, kavanîn-i fıtriye ve şeriat-ı kübra gibi tabirlerle ifade edilen Allah’ın kâinatta koyduğu küllî kanunlara göre hareket ederek her şey isyansız ibadet eder. Zira ibadet, Allah’ın her türlü emri ve kanunlarına göre hareket etmenin ismidir. (Bak: 1348,3529.p.lar) Bunun içindir ki Kur’an müteaddid âyetlerde herşeyin Allah’ı tesbih ve ona ibadet ve secde ettiğini tekraren beyan eder.

Evet Kur’anda bazı âyetler küllî ve işarî mânâlarla bu hakikatı ders verir. Ezcümle, gök ve yerdekilerin, (akıl sahibi olanlar bil’ihtiyar, diğerleri ise fıtrî ve ıztırarî olarak) Allah’ın teşriî ve tekvinî emirlerine teslim olduklarını âyet (3:83); hem yine mezkûr ibadet şekliyle, gök ve yerdekilerin gölgeleriyle dahi secde ettiklerini (yani gölgeler de ve gölgelerin yevmî ve senevî olan intizamlı tahavvülleri de Allah’ın fizik ve ışık kanunlarına ve zerrat ve seyyaratı devr ü deverana getiren evamir-i İlahiyeye itaatle hareket ettiklerini) ve (gölgesiz mânevi varlıklarla gölgeli maddi varlıkların) hepsinin Allahın kanunlarına itaatkâr olduklarını âyet (13:15); yine göklerde ve yered olanlarla güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve bir çok insanların Allah’a secde ettiklerini, (yani teşriî ve tekvinî evamirine inkiyad ettiklerini) âyet (22:18); hem yine göklerde ve yerde olanlar ve intizamlı hareket eden kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini; tesbih ve salâtlarını (fıtrî hizmet ve vazife kanunlarını, Allah onların fıtratlarına derc ettiğinden) bilmiş olduklarını âyet (24:41); hem gökler ve yerdekilerin hepsi, Allah’ın olup ona muti’ olduklarını âyet (30:26); ve çimenler ve ağaçlar da ona secde edip evamir-i tekviniyesine münkad olduklarını âyet (55:6); ve emsali âyetler mânâ külliyetleri cihetiyle, kâinat vüs’atındaki enva-ı ibadet hakikatını beyan ve ifham eder. (Tesbih maddesinde: 3769-3771.p.lara bakınız.)

İnsanlar ve cinler ise, imtihan ve sair hikmetler için, Allah’ın Kelâm sıfatından gelen malûm şeriatla, ihtiyar dairesinde ibadetle mükelleftirler. (Bak. Abd, A’mal, Namaz) (3179,3180.p.lar da şahsî ibadet ve kemalâtla alâkalıdır.)

1445- “İbadetin mânası şudur ki: Dergâh-ı İlahîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yani rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaatı ister; rububiyetin kudsiyeti, pâklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarrâ olduğunu, tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin.

Hem de rububiyetin kemal-i kudreti dahi ister ki: Abd, kendi za’fını ve mahlûkatın aczini görmekle kudret-i Samedaniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahü Ekber deyip huzû ile rukûa gidip ona iltica ve tevekkül etsin.

Hem rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki: Abd, kendi ihti-yacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisaniyle izhar ve Rabbının ihsan ve in’âmatını, şükür ve senâ ile ve Elhamdülillâh ile ilân etsin. Demek, namazın ef’al ve akvâli, bu mânaları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlahîden vaz’edilmişler.” (S.41)

1446- “Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rızâ-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi, emr-i İlahî ve neticesi rızâ-yı Hak’tır. Semeratı ve fevâidi, uhreviyedir. Fakat ille-i gaiyye olmamak, hem kasden istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faideler ve kendi kendine terettüb eden ve istenilmiyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zaifler için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatlar, o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen ibtal eder. Belki o hâsiyetli virdi akim bırakır, netice vermez. İşte bu sırrı anlamıyanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faidesi bulunan Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşen-ül Kebir’i, o faidelerin bazılarınıı maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faideleri göremiyorlar ve göremiyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünki o fâideler, o evradların illeti olamaz; ve ondan, onlar kasden ve bizzat istenilmeyecek. Çünki onlar fazlî bir surette o hâlis virde talebsiz terettüb eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.

Yalnız bu kadar var ki; böyle hâsiyetli evradı okumak için, zaif insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp, şevke gelip, evrâdı sırf rızâ-yı İlahî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve selef-i salihînden mervi olan faideleri görmediklerinden, şüpheye düşer, hatta inkâr da eder.” (L.131) (Bak: 4101.p.)

1447- Kur’anda ibadet hakkında çok âyetler vardır. Ezcümle iki âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:(2:21,22)

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ وَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ٭ اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ

اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا

لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Yani: “Ey insanlar! sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vasıl olasınız. çirkinlik Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, Arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış; ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sâir gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka ma’bud ve hâlikınız yoktur.”

1448- Mukaddime: Akaidî ve imanî hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir. Evet Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve te’sirleri zayıf kalır. Bu hale, âlem-i İslâmın hal-i hazırdaki vaziyeti şahiddir. Ve keza ibadet, dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduğu gibi maaş ve maade yani dünya ve âhiret işlerini tanzime sebebdir; ve şahsî ve nev’î kemalata vasıtadır; ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır.

İbadetin dünya saadetine vesile olduğunu izah eden cihetler:

Birisi: İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acib ve latif bir mizac ile yaratılmıştır. O mizac yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ: İnsan en müntehab şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, zinetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.

Şu meyillerin iktizası üzerine, yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini istediği gibi güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. O san’atlara vukufu olmadığından, ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur ki; herbirisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler.

Fakat insandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Sani’ tarafından tahdid edilmediğinden ve insanın cüz-i ihtiyarisiyle terakkisini te’min etmek için bu kuvvetler başı boş bırakıldığından, muamelatta zulüm ve tecüvüzler vuku a gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-i insaniye çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır. Lakin her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki; ferdler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır. (Bak: 1363.p.)

1449- Sonra o şeriatın te’sirini, icrasını, tatbikini te’min edecek bir merci, bir sahib lâzımdır. O merci ve o sahib de, ancak Peygamberdir. Peygamber olan zatın da, zahiren ve batınen halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddi ve manevi bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, Hâlik ile olan derece-i münasebet ve alâkasını göstermek için de, bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mu’cizelerdir. Sonra Cenab-ı Hakk’ın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı te’sis ve te’min etmek için, Saniin azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu tesbit de, ancak akaid ile, yani ahkâm-ı imaniyenin tecellisiyle olur. İmanî hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrar ile teceddüd eden ibadetle olur.

1450- İkincisi: İbadet, fikirleri Sani-i Hakîme çevirttirmek içindir. Abdin Sani-i Hakîme olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intac eder. İtaat ve inkıyad ise, abdi intizam-ı ekmel altına idhal eder. Abdin intizam altına girmesiyle ve nizama ittiba etmesiyle, hikmetin sırrı tahakkuk eder. Hikmet ise, kâinat sahifelerinde parlayan san’at nakışlarıyla tebarüz eder.

1451- Üçüncüsü: İnsan, santral gibi, bütün hilkatin nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevamis-i İlahiyenin şualarına bir merkezdir. Binaenaleyh, insanın o kanunlara intisab ve irtibat etmesi ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umumî cereyanı te’min etsin. Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da ancak, o emir ve nevahiden ibaret olan ibadetle olur.

1452- Dördüncüsü: Emirleri imtisal, nehiylerden ictinab etmek saye-sinde, bir ferd, hey’et-i içtimaiyede çok mertebelerle nisbet peyda eder ve alâkadar olur. Bilhassa ahkâm-ı diniye ve mesalih-i umumiye hususunda bir ferd, bir nevi hükmüne geçer. Yani pek çok hukuklar, haysiyetler, irşadlar, talimler, ıslahlar gibi vazifeler bir şahsa yüklenir. Eğer o emri imtisal, nevahiden ictinab eden o şahıs olmasa; o vazifeler tamamen payimal olur.

1453- Beşincisi: İnsan, İslâmiyet sayesinde, ibadet saikasiyle bütün müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda eder ve kavi bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar ise, sarsılmaz bir uhuvvete, hakiki bir muhabbete sebeb olur. Zaten heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en bi-rinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.

1454- İbadetin şahsî kemalâta sebeb olduğunun izahı: İnsan cismen küçük, zaif ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor ve pek büyük bir istidada maliktir ve hasredilmiyecek derecede meyilleri vardır ve gayr-ı mütenahi emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır ve gayr-ı mahdud şeheviye gadabiye gibi kuvveleri vardır. Ve öyle acaib bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva’ ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.

İşte böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir; istidadlarını inkişaf ettiren, ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren ibadettir; fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir; şeheviye ve gadabiye kuvvelerini had altına alan, ibadet-tir; zahirî ve batınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir; insanı, mukadder olan kemalatına yetiştiren, ibadettir; abd ile Ma’bud arasında en yüksek ve en latif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir.” (İ.İ. 83-85)

Atıf notları:

-İbadetin halavetine mani olan gaflet, bak: 710/1.p.

-İlmin (nafile) ibadetten rüchaniyeti, bak: 1568.p.

-İbadet iki kısımdır, bak: 1212.p.

-Enbiya-ı sabıkada ibadet farklılığı, bak: 831,2419.p.

-Kibirle ibadetten kaçanlar, bak: 2053 .p.ta bir âyet notu

-Yapılan ibadet nisbetinde Cennet’den istifade etmek, bak: 545.p.

-Nübüvvetin takib ettiği ubudiyet-i mahza, bak: 935.p.

-Netice-i hilkat-ı beşeriye ubudiyettir, bak: 3046.p

-Ubudiyetin esası, bak: 3675.p.

Yukarı Çık