519- CEMAAT جماعة : Topluluk. Bir yere toplanmış insanlar. Takım, bölük, *Fık: Bir imama uyup namaz kılan müslümanların heyeti. Bir mezhebe tabi bir heyet teşkil eden ahali. Bilhassa Âl-i Beyt silsilesi âlem-i İslâm’da, kemalât-ı maneviyenin bir merkez-i maneviyesi olmuştur. (Bak: Âl-i Beyt) *Aralarındaki münasebetleri din, örf ve âdetlere göre tanzim eden; akrabalık, komşuluk, hemşehrilik gibi rabıtalarla birbirine bağlı insan topluluğu. (Bak: Cem'iyyet, Ehl-i Sünnet, Hizb, Hizbullah, İttifak, İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti, Millet, Milliyet, Ümmet)

520- Dinî bir cemaatın en ehemmiyetli vasfı ve mahiyeti, hak ve hakikat yolunda, rıza-yı İlahîyi kazanmak gayesiyle birleşen ve bir hizmet proğramı ve belli düsturlar dairesinde hareket eden topluluk olmaktır ki, bu şekliyle sağlam ve kâmil bir şahs-ı maneviyi teşkil ederler. Böyle bir cemaat mensubları, cemaata ait meselelerde, şahsî kanaat ve temayüllerine göre hareket etmezler. Bunların muayyen olmayan meselelerde şer’î usule uygun olarak yapacakları meşveretin hakka isabet ve hakikatı ihata derecesi, ferdî kanaatlardan çok üstün ve mutemed olur. (Bak: Şûra)

Bununla beraber maneviyatta yükselmiş bir şahsa bağlı kalarak teşekkül eden cemaatler de vardır. Tarikatlarda olduğu gibi.

521- Kur’an, i’lâ-i kelimetullah cemaatını şöyle tavsif ediyor:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Meal-i Şerifi: “Hem sizden müteşekkil, önde gider, hayra davet eder, maruf ile emir ve münkerden nehyeyler bir ümmet (bir cemaat) olsun. İşte onlardır o felahı bulacaklar...(Bak: 179.p.sonu)

Hayra davet, emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünker, alel-umum müslümanlara farz-ı kifayedir. Bu yapılmayınca hiç bir müslüman mes’uliyetten kendini kurtaramaz.

Alel-umum müslümanların vazifeleri, içlerinden bunu yapacak bir ümmet-i mahsusa teşkil etmek ve onlara muavenet ve ittiba ederek o vasıta ile bu vazifeyi ifa ettirmektir.» (E.T.1154) (Bak: Emr-i Bi-l Ma'ruf)

522- Dine hizmet yolunda önde giden bu cemaat, asrın gayr-ı İslâmî alışkanlıklarının tesirinde kalmamalı ve levm-i lâimin tenkid ve kem nazarından çekinip aşağılık duygusuna kapılmamalıdır. Kur’an (3:102) âyetinin izahında şöyle deniliyor:

«Allah yolunda hakkıyla gücünün yettiği kadar mücahede etmek ve bu babda hiç kimsenin levminden korkmamak, hatta anası babası kendi aleyhinde bile olsa, Allah için adl ü hakkaniyetten ayrılmamaktır ki, bu hak vücub ve sübut mânasındadır ve (64:16) âyeti bunun beyanıdır.» (E.T.1155) (Bak: 179.p.)

Diğer bir âyet de şöyledir:

«(7:181) وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟

Halkettiğimiz kimselerden bir ümmet -bir cemaat-ı fâzıle- de vardır ki, hakka sarılarak rehberlik ederler ve bilhakkın icra-yı adalet eylerler. Binaenaleyh bunların icmaına ittiba, hidayettir.» (E.T.2340)

Atıf notları:

-Âl-i Beyt’in cemaat-ı mütesanidesi, bak: 199.p.

-Çığır açmak, bak: Essebebü Ke-l Fail

-Fıkıh (imanî hakikat) için bir cemaat-ı kalile, bak: 958/1.p.

-Dinî cemaatlar maksadda ittifak eder, bak: 1853.p.

-Muktesid bir cemaat-ı kalile, bak: 1979.p.da âyet notu.

-Levm-i lâimden çekinmeyen mücahid cemaat, bak: 1883.p.da bir âyet notu.

-Fitne devresinde İslâm cemaatından ayrılan, cahiliye ölümü ile ölür, bak: 2447.p.

Müfsid bir cemiyetin menfi tesirinden azade kalmak için gereken müsbet cemaat, bak: 2289/5.p.son yarısı

523- “Âhirette her cemaat imamları ile beraber çağrılacak” mealindeki (17:71) ayeti de müsbet dini cemaatlerin vücuduna işarettir. (Bak: 748. p.başı) On iki cemaat olan Musa (A.S.)’ın kavmi hakkında, asa mucizesiyle nebean eden oniki kaynaktan her cemaatın kendi kaynağını bilmesi mealinde olan (7:160) âyeti mâna-yı küllîsiyle, zaman ve mekânca farklı ve istidadca muhtelif olan insan cemaatlarına maneviyat âb-ı hayatını veren asırların imam ve mürşidlerini de telmih eder. (5:12) âyeti de aynı mânayı teyid eder.

524- Bir hadis-i şerifte de mealen şöyle buyuruluyor:

«Ümmetimden bir taife Allah’ın emirlerini yerine getirmekte devam edecektir. Onlara yardımdan çekinenler, yahud onlara muhalefet edenler, bu taifeye asla zarar veremiyecek, Allah’ın (kıyamet) emri gelinceye kadar bu mutlu taife, insanlara karşı böyle galib ve muzaffer halde kalacaklardır.” (S.M. ci: 6 sh: 126, 174. hadis) (Bak: 988.p.)

Aynı mâna ile alâkalı olarak İbn-i Mace Mukaddime 1. Bab’da 6 ilâ 10. hadisler de vardır. Ekser âlimler, Allah’ın inayet-i hassasına mazhar olmuş bu cemaatın, cihad-ı manevî ehli olduklarını beyan ederler. (Bak: 2922.p.)

Hadis metninde geçen ve “cemaat” manasında olan “taife” kelimesinin izahından bir parçası şöyledir:

«Bu cemaatın Allah Teâla tarafından alacakları yardımı, “Münkirlere karşı kullandıkları susturucu hüccetler, hak ve hakikatları isbatlayıcı bürhanlar ve ikna edici deliller” diye tefsir eden hadis âlimlerine göre, bu cemaat ilim ehlidir. Yardım ve desteği; kılıçlar, mızraklar ve benzeri silahlar ile açıklayanlara göre ise bu cemaat, gazilerdir. Yetkili âlimlerin çoğu, birinci görüştedirler. İbn-i Mace de hadis-i şerifi bu konuya almakla, ilk görüşe temayül etmiş oluyor.» (İbn-i Mace ci: l sh: 17)

Bu rivayet, 387.p.ta bildirilen rivayetle de alâkalı olsa gerektir.

525- Bilhassa fitne ve fesad artarak cemiyetin bozulduğu devrede sağlam ve salabet-i diniyeye sahib bir İslâm cemaatının bulunması gereklidir. Zira cemiyetin tahribatına karşı ferdler, bu İslâmî cemaata istinaden korunurlar. Aksi halde ferd allame de olsa, bozuk cemiyetin ifsadat-ı azîmesi içinde kendini muhafaza etmesi zorlaşır. (Bak: 3491.p.)

Bir rivayette mealen şöyle buyuruluyor:

«Şeytan (insî münafıklar) insanın kurdudur. Koyunu kapıp götüren kurd gibi. Nasıl kurd koyunun tek, sahibinden uzak ve köşe-bucakta kalmasını kollarsa, şeytan da böyledir. (yani müfsid cereyanlar da İslâm cemaatından kopuk insanı öyle kollar. En çok cemaattan ayrı olana musallat olur. Cemaata veya şahsa muhalefet hissinden dostâne hulul edip yakalar ve inşikaka vesile yapar.) Öyle ise size cemaatı, ülfeti (sık irtibatı) ve ammeyi (müslüman ekseriyeti) ve mescidleri (müslümanların toplanıp görüştüğü ibadethane ve medrese gibi dinî mahalleri) tavsiye ederim. Sakın ha cemaattan ayrılmayın ve tefrika ve ihtilafa düşmeyin.» (R.E. 216/16)

Fitne zamanlarında müsbet bir dinî cemaat içinde bulunmanın elzemiyetini beyan eden Bediüzzaman Sünnet yolunda olmak şartıyla bir tarikat mensubunun dahi, münferid yaşıyan bir âlimden daha mahfuz kalacağını şöyle izah eder:

«Adi bir samimi ehl-i tarikat, surî zahirî bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebairle fasık olur fakat kâfir olmaz, kolaylıkla zendekaya sokulmaz. Şedid bir muhabbet ve metin bir itikad ile aktab kabul ettiği bir silsile-i meşayihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütmediği için onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse, zendekaya giremez.

Tarikatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmiyen bir muhakkik âlim zat da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkilleşmiştir.» (M.445)

Bununla beraber keyfiyetsiz çokluğa da katılmamalıdır. Nitekim bir hadis mealinde şöyle buyuruluyor:

«Bir kimse bir kavmin (keyfiyetsiz) kalabalığını artırırsa, o da onlardan olur (keyfiyet meziyetini kaybeder). Kim bir kavmin (cemaatın) ameline (yaptıklarına) razı olursa (beğenirse), onların ameline ortak olur.» (R.E.441) (Bak: 1979, 4038.p.larda âyet notları)

Bir atıf notu:

-Zaman cemaat zamanıdır, bak: 384, 2917, 3579.p.lar

Yukarı Çık