255- ARABİYYAT عربيات : Arabçaya dair ilimler, kitab veya fikirler. Arab edebiyatı. (Bak: Lisan, Terceme)
Arabça, bütün lisanlardan farklı bazı hususiyet ve meziyetlere sahiptir. Arabça, Kur’an lisanıdır. Bu cihetle, yani en ulvi hakaik-ı İlahiyeyi ifade etmek vasıtası olması sebebiyle Arabça, kazandığı mânâ külliyeti ve camiiyeti itibariyle emsalsizdir. Evet Kur’an «(26:195) بِلِسَانٍ عَرَبِىٍّ مُب۪ينٍۜ “mübin” yani anlattığını açık ve güzel bir ifade ile anlatır Arabî bir lisan ile indirilmiştir. Arabça, hadd-i zatında her mânâyı iyi anlatabilen bir lisan olmakla beraber, Kur’an onu en yüksek bir nekahet ve vuzuh ile parlatmıştır.» (E.T.3645) (Kur’anın iyi anlaşılması için Arabça lisanı üzerine nazil olduğu, bak: 2136.p.)
Hem lisan-ı Kur’an olan Arabçanın zamanla bozulup meziyetlerini kaybetmemesi için ülema-i Arabiye, Arabçanın gramer ve sair kaidelerini bütün incelikleriyle tesbit ettiklerinden, küllî ve dakik mânâları ifade etmede mümtaziyet kazanmıştır. Bu hususiyetleriyle muhafaza ve devamı için taksim-ül a’mal kaidesince ve vazife-i kifayet mânâsında Arabiyatta ihtisas sahibi bir kısım ilim adamları bulunmak gerektir.
256- Ulûm-u âliye yani âlet ilimleri tabir edilen ilimlerden biri olan Arabiyat ve lafız; mânâya vesilelik makamında kalıp gaye durumuna geçmemesi gerektiğini beyan eden Bediüzzaman Hazretleri, Muhakemat adlı eserinde şöyle diyor.
«Ulûm-u medarisin tedennisine ve mecra-yı tabiîden çevrilmesine bir sebeb-i mühim budur: Ulûm-u âliye آلِيَه maksud-u bizzat sırasına geçtiğinden, ulûm-u âliye عَالِيَه mühmel kaldığı gibi, libas-ı mânâ hükmünde olan ibare-i Arabiyenin halli, ezhanı zabtederek asıl maksud olan ilim ise, tebeî kalmakla beraber evkat, efkârı kendisine hasredip harice çıkmasına meydan vermemeleridir.» (Mu.47)
«Tarih lisan-ı teessüfle bize ders veriyor ki: Saltanat-ı Arab’ın cazibesiyle a’cam, Arablara muhtelit olduklarından; kelâm-ı Mudari’nin melekesi denilen belegat-ı Kur’aniyenin madenini müşevveş ettikleri gibi, öyle de acemlerin ve acemilerin belagat-ı Arabiyenin sanatına girdiklerinden fikrin mecra-yı tabiîsi olan nazm-ı maaniden, zevk-i belâgatı nazm-ı lafza çevirmişlerdir.» (Mu.77)
«Arab’dan olmıyan dahîl ve tufeylî ve acemiler, belâgat-ı Arabiyede üdeba sırasına geçmeye çalıştıklarından, iş çığırdan çıktı. Zira bir milletin mizacı o milletin hissiyatının menşei olduğu gibi lisan-ı millîsi de, hissiyatının ma’kesidir... Milletin emziceleri muhtelif olduğu gibi, lisanlarındaki istidad-ı belâgat dahi mütefavittir. Lâsiyyema Arabî lisanı gibi nahvî bir lisan olsa... Bu sırra binaen cereyan-ı efkara mecra ve belâgat çiçeklerine çimengâh olmaya çok derece nâkıs ve kısa ve kuru ve kır’av olan nazm-ı lafz; mecra-yı tabiîsi olan nazm-ı mânâya mukabele ederek, belâgatı müşevveş etmiştir...» (Mu.78)
Fakat bu müşevveşiyet, müsbet bir neticeye de vesile olmuş, yani «ihtilat-ı a’cam ile kelâm-ı Mudari’nin melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ülema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler.» (Mu.17)
Böylece Arabiyat, kaidelerine istinad ederek tahkim olundu ve muhafaza altına alındı. Peygamberimiz (A.S.M.) bir hadis-i şeriflerinde mealen şöyle buyuruyor: «Şu üç sebebden dolayı Arab’ı sevin: Ben Arabım, Kur’an Arabçadır ve Cennet ehlinin lisanı da Arabçadır.» (R.E. ci:1, sh:17 ve K.H. hadis:133) (Risale-i Nur ulûm-u âliye, gramer, sarf-nahiv gibi ilimleri tahsil etmeden ulûm-u âliye denen iman, marifetullah ve hikemiyat-ı İlahiye gibi yüksek ve esas teş-kil eden ilimlere az zamanda isal eder. Bak: 3666/5.p.)