589- CİNN جنّ : (Cânn) Lügatta bir şeyi hislerden setretmek, gizlemek mânasına gelir. Cin, bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sahibi olup pek çok şer ve isyan yapabildikleri gibi, Peygamberlerin ve semavî kitabların irşadlarıyla terakki edip yüksek kemalatlara çıkabilirler. İnsanlar kadar terakkiye ve mükellefiyete müstaid olmadıklarından, dinin bir kısım emirlerini yapmakla ve bazı yasaklarından kaçınmakla mükelleftirler. Kıyamet ve haşirden sonra, cinlerden de dünya imtihanını kazananlar Cennet’e, kaybedenler Cehennem’e girecektir. Kur’andaki 72. sure, Cin Suresi’dir. (Bak: İfrit, Medyum, Sihr, Şeytan)
Cinlerin varlığını evvela Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz. Ayrıca Peygamberimiz Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) gelen sahih rivayetleri ve ashabının cinleri görmeleri ve görüşmeleri hâdisleri de vardır. Bunlar latif mahlukat oldukları için gaybî haberler getirmekte kullanılabilirler. Ancak Hazret-i Peygamber’den (A.S.M.) sonra, cinlerin semavi haber hırsızlamaları, Cenab-ı Hak tarafından men’edilmiştir. (Bak: 1014.p.)
590- «Cinden de şeytanlar vardır. İnsten de şeytanlar vardır. Ve cinden olan şeytan, mü’mini aldatmaktan âciz kalınca mütemerrid bir insana, yani insî bir şeytana gider ve mü’mini aldatmağa teşvik eder. Böyle insanlardan şeytanlar bulunduğuna bir delil şudur ki: Hz. Peygamber (A.S.M.) Ebu Zerr’e (R.A.) “Cin ve ins şeytanlarından taavvuz ettin mi?” buyurmuştur.
Ebu Zerr: “İnsin de şeytanları var mıdır?” dedim.
“Evet, onlar cin şeytanlarından daha şerdir.” buyurdu diye rivayet etmiştir.
Firuz Abadî, Besair’inde bunu şöyle telhis ederek demiştir ki:
Cinn hakkında iki türlü kavil vardır. Birincisi, cin mutlaka havassın mecmuundan müstetir olan ruhaniyyuna ıtlak olunur ki, ins mukabilidir. Bu surette melâike ve şeyatîn, cinde dâhil olur. Binaenaleyh melâike ile cin beyninde umum ve husus-i mutlak vardır. Her melâike cindir, her cin melâike değildir.
İkincisi: Cin, ruhaniyyunun bir kısmına ıtlak olunur. Zira ruhaniyyun üç kısımdır:
1- Ahyârdır ki, melâikedir.
2- Eşrardır ki, şeyatîndir.
3- Ahyarı da eşrarı da müştemil olan evsattır ki, mâna-i hâssıyla cin taifesidir... ilh.» (E.T.2029)
591- Bir âyette şöyle buyurulur: وَالْجَٓانَّ Cânnı da, cinn cinsini teşkil eden gizli mahluku da خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِالسَّمُومِ ondan (insandan) evvel nar-ı semumdan, yani şiddetli sam ateşinden halketmiştik.
Semum: Lügatta ateş alevi gibi esen sıcak rüzgâra ıtlak edilir ki, sam yeli tabir olunur. Ve harur dahi denilir. İbn-i Cerir’in beyanına göre bazı ehl-i Arabiye, haruru gündüz esene tahsis etmiştir. Bir hadis-i şerifte semumun bir Cehennem yılanı “lefh-i Cehennem” olduğu haber verilmiştir.
Sâmm, semm maddesinden fâil, semum da onun mübalagası feûl sigasıdır. Semm zehir, bir de “semm-ül hıyat” gibi “ince delik” mânasına gelir. Nitekim bedendeki terin çıktığı ve havanın nüfuz ettiği gizli deliklere “mesemme”, cem’inde “mesâmm” veya “mesemmât” ve cem’ul cem’inde “mesâmmât” denilir. Binaenaleyh sâmm ve semum, mesâmmata nüfuz edici veyahut zehirleyici mefhumlarını ifade eder. Ve o rüzgarın bu nam ile tesmiyesi de bu haysiyetlerden birisini veya her ikisini mülahaza itibariyledir. Cânnın nar-ı semumdan halkedilmiş olması, cin ve şeytanın insana gizli mesammatından hulûl edecek, zehirleyecek, yakacak bir mahiyette olduğunu iş’ar eder. İbn-i Abbas’tan mervidir ki, “Şu bildiğimiz semum, cânnın çıktığı semumun yetmiş cüz’ünden bir cüz’üdür” demiş. Demek insan yaratılmazdan evvel, cânnın halkedildiği sırada Arz çok dehşetli ateşler saçıyormuş.» (E.T.3059) (Bak: 266.p.) Semum ifadesi Kur’anda (52:27) ve (56:42) âyetlerinde de geçer.
592- Diğer bir âyet de şöyledir: «(55:15) وَخَلَقَ الْجَٓانَّ Cânnı da yarattı. Cânn, nun’un teşdidiyle cin demektir. Malih ile milh gibi ikiside vasıftır. Veya cin, milh gibi ism-i cins; cânn, mâlih gibi ism-i sıfattır. Yahud burada insandan murad Âdem olduğuna göre, cânndan murad da cinnin babası demektir. Bazıları bunu Mücahid’den, cinnin babasıdır, İblis değil diye nakleylemiştir. Bizim kanaatimizce mebde itibariyle bütün insan cinsi, “salsal”den yaratılmış olduğundan, insandan murad yalnız Âdem değil, cins olduğu gibi; cânndan murad da cin cinsidir. Aşağıda (55:39) اِنْسٌ وَلاَ جَٓانٌّ diye ikisi de cins olarak zikrolunacaktır. Sure-i Hıcr’de وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ ( 15:27 ) buyurulduğuna göre demek olur ki; insanı yaratmadan evvel cânn yahud cin denilen gizli mahlukları yaratmıştık.
(55:15) مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍۚ Ateşten bir maricden. -Birinci “min” ibdaiyye, ikinci “min” beyaniyye olarak, bir maric ateşten demek olur. Burada maric, iki mâna ile tefsir olunmuştur. Bazıları asıl mefhumu, ızdırab mânasına merecden olarak ateşten ibaret bir çalkanan, yani hâlis ateş, dumansız safi alev demişler. Bazıları da merecin asıl mânası, ihtilat olmak itibariyle muhtelit dumanlı bir ateş demişlerdir. Sure-i Hıcr’de de geçen “Nar-is semum” tabirine muhtelit mânası daha muvafık gelir görünür. Şu kadar ki, muhtelit, sade duman karışık demek gibi ibtidaî bir mânaya olmayıp semum mefhumuna da mutabık olmak üzere herşeye nüfuz ve ihtilat eden diye ateşin hakikatını ifade etmiş olsa gerektir. Bundan başka maric, müteaddi mercden olmak üzere haltedici, yani karıştırıcı demek de olabilir ki, bu da ateşin yani hararetin eşya üzerindeki kimyevî bir hassasını ifade etmiş olur.
Hâsılı demek oluyor ki; insan yaratılmazdan evvel güneşte veya arzın bidayetinde olduğu gibi çalkanıp duran muzdarib ve müteheyyic bir halde bulunan hâlis bir ateş veya elektrik halinde olduğu gibi herşeye karışabilen nâfiz bir ateş veyahud eşyayı birbirine karıştırmak, ihtilat ettirmek hassasına haiz bir ateşten, biz insanların gözlerine bermu’tad görünmeyen gizli bir takım hayat kuvvetleri, hayatî unsurlar yaratılmıştır ki, bunlara cânn tesmiye olunur.» (E.T.4669)
593- Cinlerin erkek ve dişi nevileri olup olmadığı hakkında rey farkı bulunmaktadır. Cumhurun reculiyete istidlal ettiği âyet şöyledir:
«(72:6) كَانَ رِجَالٌ مِنَ اْلاِنْسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنَ الْجِنِّ İnsten bir takım rical, cinden bir takım ricale sığınıyorlardı. -Böylece sığınma dualarına ta’vizat ve efsun namı verilir... Cumhurمِنْ lerin ikisinin de beyaniyye olmasını zâhir görerek bu âyetin zâhiri cinlerin erkekleri ve dişileri bulunduğuna ve onların erkeklerine de rical tabir olunduğuna delâlet eyler demişlerdir.... Biz cinn hakkında rical tabirini hakikatları itibariyle değil, temessülleri itibariyle olmasına hamletmek istiyoruz.» (E.T.5400, 5401)
594- Cinlerin, dünyanın iç tarafında kendilerine uygun meskenleri var. Evet «cin ve ifrit ve sair zişuur ve zihayat mahlukları âlemleri ve meskenleri olduğu çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri» vardır. (L.65)
«Hem nasılki hava, bizi yürümekten ta’vik etmediği ve su bizi zehabdan men’etmediği gibi, cam da ziyanın geçmesine mani’ olmadığı, hatta kesif olan şeyler dahi, röntgen şuaının akıl nurunun, melek ruhunun nüfuzunu köstekliyemediği gibi; demir hararetin akmasına, elektriğin cereyanına mani’ olmadığı; ve hiçbir şey cazibenin sereyanını, ruh ve hâdimlerinin cevelanını ve akıl nurunun ve âlâtının seyeranını ta’vik etmediği gibi, kezalik şu âlem dahi ruhaniyatı deverandan, cinnîleri cevelandan, şeytanları cereyandan ve melâikeleri seyerandan men’ ve ta’vik edemez.» (M.Nu.275)
595- Diğer bir âyette de cinler hakkında şu beyan var:
«(6:112) جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِىٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ اْلاِنْسِ وَالْجِنِّ Her Peygambere de ins ü cin şeytanlarını düşman kıldık... ins ü cin şeytanları, her Peygambere düşman olagelmiştir. شَيَاط۪ينَ اْلاِنْسِ وَالْجِنِّ terkibinin izafet-i beyaniyye veya lâmiyye olması hakkında iki kavil vardır. Beyaniyye olduğuna göre; insten olan şeytanlar ve cinden olan şeytanlar demek olur. Ve şeytanların bir kısmı ins cinsinden, bir kısmı da cin cinsinden olduğu anlaşılır. Lâmiyye olduğuna göre de; inse mahsus yani insanlara musallat, insan aldatmağa mahsus şeytanlar; cinne mahsus, cinnîleri aldatmağa mahsus şeytanlar demek olur. Ve bu surette şeytanın ne ins, ne cin değil, üçüncü bir cins olduğu ve fakat bir kısmı inse, bir kısmı da cinne musallat olmak üzere iki nevi bulunduğu anlaşılır. İkrime, Dahhak, Süddî, Kelbî gibi bazı müfessirîn izafetin lâmiyye olması ve mugayeret ifade etmesi asl olduğuna binaen şeytanların ins ü cinne mugayir bir cins ve hepsi evlad-ı İblis olduğuna kail olmuşlardır. Fakat İbn-i Abbas’tan Atâ ve Mücahid ve Hasen ve Katade, izafet-i beyaniyeyi ihtiyar ederek demişlerdir ki, “Şeytan ins ü cinden herhangi bir âtiy ve mütemerriddir. Yani gerek ins ve gerek cinden olsun serkeş, mütekebbir, fitnekâr, anûd, ele avuca sığmaz, kaypak, yola gelmez olanların hepsine şeytan denilir.» (E.T.2029)
596- Cinlerin ihtidası ve onlarla görüşme hakkında:
«Muhaddisler nakl-i sahih ile İbn-i Mes’ud’dan beyan ediyorlar ki: İbn-i Mes’ud dedi: Batn-ı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin ecinnileri ihtada için Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnilerin geldiklerini haber verdi. Hem İmam-ı Mücahid, o hadiste İbn-i Mes’ud’dan nakleder ki, o cinniler bir delil istediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti. İşte cin taifesine bir tek mucize kâfi geldi. Acaba bu mucize gibi bin mucizat işiten bir insan imana gelmezse, cinnilerin (72:4)يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطًۙا tabir ettikleri şeytanlardan daha şeytan olmaz mı?» (M.128)
597- «Hem Hz. Ömer’den meşhur bir haberdir ki, demiş: “Biz Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın yanında iken, ihtiyar şeklinde, elinde bir asa, Hâme isminde bir cinnî geldi, iman etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ona kısa surelerden birkaç sureyi ders verdi. Dersini aldı, gitti.” Şu âhirki hâdiseye çendan bazı hadis imamları ilişmişler. Fakat mühim imamlar, sıhhatine hükmetmişler. Her ne ise, bu nevide uzun söylemeye lüzum yok, misalleri çoktur. Hem deriz ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın nuruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle, binler Şeyh-i Geylanî gibi aktablar, asfiyalar, melâikeler ve cinler ile görüşmüşler ve konuşuyorlar ve bu hâdise yüz tevatür derecesinde ve çok kesrettedir. Evet ümmet-i Muhammed’in (A.S.M.) melâike ve cinlerle temasları ve tekellümleri ise, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın terbiye ve irşad-ı i’cazkâranesinin bir eseridir.» (M.157)
597/1- «Şimdi, ilhâm-ı Rabbanî ile gaibden haber veren bu âriflerden sonra; gaibden ruh ve cin vasıtasıyla haber veren kâhinler, pek sarih bir surette Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın geleceğini ve nübüvvetini haber vermişler. Onlar çoktur. Biz, onlardan meşhurları ve manevî tevatür hükmüne geçmiş ve ekser tarih ve siyerde nakledilmiş bir kaçını zikredece-ğiz. Onların uzun kıssalarını ve sözlerini siyer kitablarına havale edip, yalnız icmalen bahsedeceğiz.
Birincisi: Şıkk isminde meşhur bir kâhindir ki; bir gözü, bir eli, bir ayağı varmış. Adeta yarım insan. İşte o kâhin, manevi tevatür derecesinde kat’î bir surette tarihlere geçmiş ki, Risalet-i Ahmediye Aleyhissalatü Vesselâm’ı haber verip, mükerreren söylemiştir.
İkincisi: Meşhur Şam kâhini Satîh’dir ki; kemiksiz, adeta azasız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acûbe-i hilkat ve çok da yaşamış bir kâhindir. Gaibden verdiği doğru haberler, o zaman insanlardan şöhret bulmuş. Hatta Kisra (yani Fars padişahı) gördüğü acib rü’yayı ve veladet-i Ahmediye (A.S.M.) zamanında, sarayın ondört şerefesinin düşmesinin sırrını Satîh demiş: “Ondört zat, sizlerde hâkimiyet edecek; sonra saltanatınız mahvolacak. Hem birisi gelecek, bir din izhar edecek. İşte o sizin din ve devletinizi kaldıracak!” mealinde Kisra’ya haber göndermiş. İşte o Satîh, sarih bir surette, âhirzaman Peygamberinin gelmesini haber vermiş.
Hem kâhinlerden Sevad İbn-i Karib-id Devsî ve Hunâfir ve Ef’asiye Necran ve Cizl ibn-i Cizl-il Kindî ve İbn-i Halasat-ed Devsî ve Fatıma Bint-i Nu’man-ı Neccariye gibi meşhur kâhinler, siyer ve tarih kitablarında tafsilen beyan ettikleri vecih üzere; âhirzaman peygamberinin geleceğini, o peygamber de, Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm olduğunu haber vermişler.
Hem Hazret-i Osman’ın akrabasından Sa’d İbn-i Bint-i Küreyz, kâhinlik vasıtasıyla, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın nübüvvetini gaibden haber almış. Bidayet-i İslâmiyette Hazret-i Osman-ı Zinnureyn’e demiş ki: “Sen git iman et.” Osman bidayette gelmiş, iman etmiş.» (M.174)
598- «Hem kâhinler gibi, hâtif denilen şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinnîler, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın geleceğini mükerreren haber vermişler. Ezcümle: Zeyyab İbn-ül Hâris’e hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının sebeb-i İslâm’ı olmuş:
يَا ذَيَابُ يَا ذَيَابُ اِسْمَعِ الْعَجَبَ الْعُجَابَ
بُعِثَ مُحَمَّدٌ بِالْكِتَابِ يَدْعُو بِمَكَّةَ فَلاَ يُجَابُ
Yine bir hâtif-i cinnî, Sâmia İbn-i Karret-il Gatafanî’ye böyle bağırmış, bazılarını imana getirmiştir: جَاءَ الْحَقُّ فَسَطَعَ وَ دُمِّرَ بَاطِلٌ فَانْقَمَعَ Bu hâtiflerin beşaretleri ve haber vermeleri pek meşhurdur ve çoktur.» (M.175)
599- «Hz. Süleyman Aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervah-ı habiseyi teshir edip, şerlerini men’ ve umur-u nâfiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler:مُقَرَّنِينَ فِى اْلاَصْفَادِ ilâ âhir... وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذلِكَ ilâ âhir... âyetiyle diyor ki:
Yerin insandan sonra zişuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir, onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenab-ı Hakk’ın evamirine müsahhar olan bir abdine, onları müsahhar etmiştir. Cenab-ı Hak manen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: “Ey insan! Bana itaat eden bir abdime, cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime müsahhar olsan, çok mevcudat hatta cin ve şeytan dahi sana müsahhar olabilirler.”
İşte beşerin sanat ve fennin imtizacından süzülen maddi ve manevi fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bazan kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habiseye müsahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımat-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.
600- Hem temessül-ü ervaha işaret eden Hazret-i Süleyman (A.S.)’ın ifritleri celb ve teshirine dair âyetler, hem (19:17) فَاَرْسَلْنَا اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا misillü bazı âyetler, ruhanilerin temessülüne işaret etmekle beraber celb-i ervaha dahi işaret ediyorlar. Fakat işaret olunan celb-i ervah-ı tayyibe ise, medenilerin yaptığı gibi; hezeliyat suretinde bazı oyuncaklara o pek ciddi ve ciddi bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip, kendi yerine ve oyuncaklara celbetmek değil, belki ciddi olarak ve ciddi bir maksad için Muhyiddin-i Arabi gibi gizli zatlar ki, istediği vakit ervah ile görüşen bir kısım ehl-i velâyet misillü; onlara müncelib olup münasebet peyda etmek ve onların yerine gidip âlemlerine bir derece takarrub etmekle ruhani-yetlerinden manevi istifade etmektir ki, âyetler ona işaret eder ve işaret içinde bir teşviki ihsas ediyorlar ve bu nevi sanat ve fünun-u hafiyenin en ileri hududunu çiziyor ve en güzel suretini gösteriyorlar.» (S.258) (Bak: Medyum)
601- Hikmet-i İlahiye, cinnî şeytanları da umur-u şerriyede perde etmiştir:
«Nasılki melekler ve umur-u hayriyede ve vücudiyede istihdam edilen zahirî sebebler, güzellikleri görünmeyen ve bilinmeyen şeylerde kudret-i Rabbaniyeyi kusurdan, zulümden muhafaza edip takdis ve tesbih-i İlahîde birer vesiledirler. Aynen öyle de: Cinnî ve insî şeytanlar ve muzır maddelerin umur-u şerriyede ve ademiyede istimalleri dahi, yine kudret-i Sübhaniyeyi gadrden ve haksız itirazlardan ve şekvalara hedef olmaktan kurtarmak ile takdis ve tesbihat-ı Rabbaniyeye ve kâinattaki bütün kusurattan müberra ve münezzehiyetine hizmet ediyorlar.» (Ş.261)
602- Kur’anda: «(6:130) يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَاْلاِنْسِ اَلَمْ يَاْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ âyet-i celileleri mucibince cinlerden de peygamber geldiği bildiriliyorsa da, bu husustaki müşkilin halli için vaki suale, Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği cevab:
«Risale-i Nur’un en ehemmiyetli vazifesi, beşeri dalâletten ve küfr-ü mutlaktan kurtarmak olmasından, bu çeşit meselelere sıra gelmiyor, onlardan bahis açmıyor. Selef-i Salihîn dahi çok bahsetmemişler. Çünki öyle gaybî ve görünmeyen işlerde su-i istimal düşer. Hem şarlatanlar, hodfüruşluklarına bir vesile yapabilirler. Nasılki şimdi ispirtizmacılar “cinler ile muhabere” namıyla şarlatanlık yapıyorlar; dinin zararına âlet ederler diye çokça medar-ı bahs edilmez. Hem Hâtem-ül Enbiya’dan sonra, cinlerde peygamber gelmemiş. Hem Risale-i Nur bu zamanda bir taun-u beşerî olan maddiyyunluk fikrini ibtal etmek için cinnî ve ruhanîlerin vücudlarını kat’i hüccetler ile isbat etmeye çalışmış, bu meseleye üçüncü derecede bakmış, tafsilini başkalarına bırakmış. Belki inşâallah Risale-i Nur’un bir şakirdi, Sure-i Rahman’ı tefsir edip bu meseleyi de halleder.» (Ş.337)
Kur’an (46:29, 30) âyetlerinde, bir grup cinnin Resulullah’a gelip Kur’an dinledikleri ve sonra kavimlerine dönüp bunu tebliğ ettikleri bildirilir.