604- CUMHURİYET جمهورية : Demokraside temsilî hükümet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (milletvekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükümet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı üç tatbik şekli vardır.
1- Parlementer hükümet: Hükümeti meclisler karşısında bağımsız sayan şekil.
2- Meclis hükümeti: Hükümeti meclise bağlı sayan şekil.
3- Başkanlık hükümeti: Devlet ve hükümet başkanı aynı kişidir ve halk tarafından seçilir. Hükümeti başkan kurar, başkan değiştirir. Başkan meclislere karşı bağımsızdır. (Amerika’daki gibi). (Bak: Demokrasi, Lâiklik)
605- Bediüzzaman, 1909’da yazdığı bir makalesinde cumhuriyet mânasında meşrutiyeti şöyle tarif eder:
«Meşrutiyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. Onüç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, Din-i İslâm’a büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.
Kuvvet kanunda olmalı; yoksa istibdad tevzi olunmuş olur.
(22:40)اِنَّ اللّهَ هُوَ الْقَوِىُّ الْمَتِينُ hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da marifet-i tam ve medeniyet-i âm veyahut Din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdad daima hükümferma olacaktır. İttifak hüdadadır, heva ve heveste değil! İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar. Her şey hür oldu. Başkasının kusuru, insanın kusuruna senet ve özür olamaz! Ye’s, mâni-i her kemaldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün” istibdadın yadigârıdır.» (T.H.59)
Ve yine 1909 senelerinde Bediüzzaman meclis sisteminin lüzumunu belirtmişti. O devrede yazdığı bir eserinde şöyle diyor:
«Zaman-ı sâbıkta revabıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşa’ub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüd etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb’usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilesinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir. Ve idare ve terbiye edebilir.» (İ.M.Ş.78)
606- Cumhuriyet hakkında 1935 senesinde Eskişehir Mahkemesinde Bediüzza-man Hazretlerinden sorulan bir suale verdiği cevabından bir parça:
«Orada benden sordular ki: Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?
Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden, ben dindar bir Cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder. Hülasası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim, bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri Cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten tanelerini karıncalara veriyorum. Sonra dediler: Sen selef-i sâlihîne muhalefet ediyorsun? Cevaben diyordum: Hülefa-i Raşidîn hem halife hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşere’ye ve Sahabe-i Kiram’a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mâna-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.
İşte ey müddeiumumi ve mahkeme âzaları! Elli seneden beri, bende olan bir fikrin aksiyle, beni ittiham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki; lâik mânası, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim. Yirmibeş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükümet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El’iyazü billah, eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilan ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeğe hazırım.» (Ş.363)
606/1- Bediüzzaman Hazretleri bir mahkeme müdafaasında, cumhuriyet idaresine istinad eden bir hukuk devletinin mahiyetini şöyle izah eder:
«Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükümet ele bakar kalbe bakmaz. İdare ve asayişe ilişmeyen şiddetli muhalifler, her hükümette bulunur. Hatta Hz. Ömer’in (R.A.) taht-ı hâkimiyetindeki Hristiyanlara kanun-u şeriat ve Kur’anı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile Risale-i Nur’un bir kısım şakirdleri, idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usulünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse, hatta rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen ilişilmez.» (Ş.350) (Bak: 1414/1.p.)
İşte böyle bir devlet, hukuk devletidir; milletine karşı tarafsızdır ve idaresindeki her sınıf halkın itimadını kazanır. Gayr-ı hukukî ve anarşik hâdiselere karşı kanunî icraatında kuvvet kazanır. Eğer devlet, millet ekseriyetine rağmen bir ideoloji sahibi olarak baskı metodlarıyla tarafgir tavra girerse, millî bünyede gruplaşmaya kapı açar, milletin itimadını kaybeder, giderek anarşiye yol açabilir.