1046- GENÇLİK گنجلك : (Osmanlıcada: Şebab, Şebabiyet) İnsanın zinde ve parlak devresi ki, ortalama 15 ile 22 yaşı arasıdır. Daha umumi manada, 40 yaşına kadar gider. Bu devrede hisler kuvvetli ve hareketlidir. Bu sebeble haramlara ve günahlara düşmek tehlikesi bulunduğundan çok ikaz ve irşad ile gençliğin korunması gerekmektedir. Gençlerin dürüst ve kâmil yetişmeleri için, içtimaî hayatta gençliğin hevesatını tahrik edecek günahlar olmamalı ve ikna ve irşad edici dinî ve ahlâkî dersler verilmelidir. Dinimizde gençlerin irşadına çok ehemmiyet verilmiştir. Ezcümle:

1047- Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve şimdiki aldatıcı lehviyyat ve hevesatın hücumları karşısında âhiretimizi nasıl kurtaracağız diye soran gençlere, Beziüzzaman şu nasihatı veriyor:

“Kabir var, hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda üç yoldan başka yol yok.

Birinci yol: O kabir, ehl-i iman için dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.

İkinci yol: Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalalette gidenlere, bir haps-i ebedî bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikadettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.

Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalalet için bir idam-ı ebedî kapısı. Yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek. Bu iki şık bedihidir, delil istemiyor, göz ile görünür. Madem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç-ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mesele karşısında biçare insan; o idam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bakiye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi; o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir.

1048- Bu kat’i hakikat, bu üç yol ile bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç hakikat ile olacağını ihbar eden yüzyirmidört bin muhbir-i sâdık, ellerinde nişane-i tasdik olan mu’cizeler bulunan enbiyalar ve o enbiyaların haber verdikleri aynı haberleri, keşf ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan yüz yirmidört milyon evliyanın aynı hakikate şehadetleri ve hadd ü hesaba gelmiyen muhakkiklerin kat’i delilleriyle -o enbiya ve evliyanın verdikleri aynı haberleri- aklen ilmelyakin derecesinde1 isbat ettikleri ve yüzde doksandokuz ihtimal-i katî’ile idam ve zindan-ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalnız iman ve itaat iledir, diye ittifakan haber veriyorlar:

1049- Acaba yüzde bir ihtimal-i helaket bulunan bir tehlike yolunda gitmemek için, bir tek muhbirin sözü nazara alınsa ve onun sözünü dinlemeyip o yolda giden adamın, endişe-i helaketten gelen elem-i manevi, onun yemek iştihasını kaçırdığı halde; böyle yüzbinler sâdık ve musaddak muhbirlerin yüzde yüz ihtimal ile, dalâlet ve sefahet göz önündeki kabir darağacına ve ebedî haps-i münferidine kat’i sebeb olduğunu ve iman, ubudiyet yüzde yüz ihtimal ile o darağacını kaldırıp, o haps-i münferidi kapatıp, şu göz önündeki kabri bir hazine-i ebediyeye, bir saray-ı saadete açılan bir kapıya çeviriyor diye ihbar eden ve emarelerini ve âsârlarını gösterdikleri halde, bu acib ve garib ve dehşetli ve azametli mes’ele karşısında bulunan biçare insan ve bahusus müslüman, eğer iman ve ubudiyeti olmazsa, bütün dünya saltanatı ve lezzeti birtek insana verilse; acaba o göz önündeki, her vakit oraya çağrılmasına nöbetini bekliyen bir insana verdiği o endişeden gelen elîm elemi kaldırabilir mi? Sizden soruyorum.

Maden ihtiyarlık, hastalık, musibet ve her tarafta vefiyatlar o dehşetli elemi deşiyorlar ve ihtar ediyorlar. Elbette o eh-i dalâlet ve sefahet yüzbin lezzeti ve zevki alsa da, yine o manevi bir cehennem kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği muvakkaten hissettirmez.

1050- Madem ehl-i iman ve taat, göz önünde gördüğü kabri bir hazine-i ebediyeye, bir saadet-i leyazalîye kendisi hakkında bir kapı olduğunu ve o ezelî mukadderat piyangosundan milyarlar altun ve elmasları kazandıracak bir bilet dahi iman vesikasıyla ona çıkmış. Her vakit “Gel biletini al!” diye beklemesinden derin, esaslı, hakiki lezzet ve zevk-i manevi öyle bir lezzettir ki; eğer tecessüm etse ve o çekirdek bir ağaç olsa, o adama hususi bir cennet hükmüne geçtiği halde; o zevk ve lezzet-i azîmeyi terkedip, gençlik saikasıyla, o hadsiz elemler ile âlûde zehirli bir bala benziyen sefihane ve heveskârane muvakkat bir lezzet-i gayr-i meşruayı ihtiyar eden, hayvandan yüz derece aşağı düşer.

Ecnebi dinsizleri gibi de olamaz. Çünki onlar, Peygamberi inkâr etseler, diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah’ı tanıyabilirler. Allah’ı bilmeseler de kemalâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir Müslüman hem enbiyayı, hem Rabbini, hem bütün kemalâtı Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan daha hiçbir peygamberi tanımaz ve Allah’ı da tanımaz. Ve ruhunda kemalâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünki peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti, umum nev’-i beşere baktığı için mu’cizatça ve dince umuma faik ve bütün nev’-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip, ondört asırda parlak bir surette isbat eden ve nev’-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyelerini ve usul-i dinini terkeden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemal bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur. (Bak: Mürted)

1051- İşte ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine mübtela ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan biçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz; meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu, sâbık beyanatta elbette anladınız.

Eğer mazi yani geçmiş zamanın hâdisatını, sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi; istikbaldeki ahval dahi, meselâ ellisene sonraki halleri bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüz binlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar. Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruruisteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kendine rehber etmek gerektir.” (S.142) (Bak: 1005 p.)

1052- Elhasıl “gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek. Eğer o fani ve geçici gençliğini iffetle hayrata istikamet dairesinde sarfetse, onunla ebedî, baki bir gençliği kazanacağını bütün semavi fermanlar müjde veriyorlar. Eğer sefahete sarf etse, nasılki bir dakika hiddet yüzünden bir katl, milyonlar dakika hapis cezasını çektirir.

Öyle de gayr-i meşru dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiret mes’uliyetinden ve kabir azabından ve zevalinden gelen teessüflerden ve günahlardan ve dünyevi mücazatlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübe ile tasdik eder. Meselâ, haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok arızalar ile o cüz’î lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer. Ve o gençliğin su-i istimali ile gelen has-talıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere ve kalb ve ruhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden neş’et eden sıkıntılarla meyhanelere, sefahethanelere veya mezaristana düşeceklerini bilmek istersen,. git hastahanelerden ve hapishanelerden ve meyhanelerden ve kabristandan sor. Elbette ekseriyetle, gençlerin gençliğinin su-i istimalinden ve taşkınlıklarından ve gayr-ı meşru keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin. Eğer istikamet dairesinde gitse, gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlahiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve baki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’an olarak çok kat’i âyâtıyla bütün semavi kitablar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.

Madem hakikat budur. Ve madem helal dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazan bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette gençlik nimetine bir şükür olarak o tatlı nimeti iffette, istikamette sarfetmek lâzım ve elzemdir.” (Ş.204)

1053- Sual: خَيْرُ شَبَابِكُمْ مَنْ تَشَبَّهَ بِكُهُولِكُمْ وَ شَرُّ كُهُولِكُمْ مَنْ تَشَبَّهَ بِشَبَابِكُمْ 2 hadis midir, bundan murad nedir?

Elcevab: Hadis olarak işitmişim. Murad da şudur ki: “En hayırlı genç odur ki; ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesetına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki; gaflette ve hevesetta gençlere benzemek ister; çocukçasına hevasat-ı nefsaniyeye tabi olur.” (M.282) (Bak: Lezzet, Sefahet)

1(*): Onlardan birisi Risale-i Nur'dur. Meydandadır.

2Cami-us Sagir (şerhi ile beraber) ci: 2 sh.245 ve Binbir Hadis (Osmanlıca) sh: 176 hadis: 428 ve R.E. 28/15

Yukarı Çık