2242- MANTIK مَنطق : Mantık kelimesi, yunanca “logike” kelimesinin Arapçadaki karşılığıdır. Logike; söz, konuşma, akıl manalarına gelen “logus” kelimesinden gelmektedir. “Logike”; logos’a, söze, konuşmaya yahut akla ait demektir.

Seyyid Şerif Cürcanî (Mi: 1340-1413) “Haşiye-i Suğra”sında şöyle der: “Mantık, nutk-u zahirîye ıtlak olunur ki bu, konuşmadır. Ve nutk-u batınîye ıtlak olunur ki, o da ma’kulatın idrakidir.”

Mantık, bir terim olarak, “doğru düşünme prensip ve kaidelerini inceleyen bir ilimdir” şeklinde tarif edilebilir.

Günlük dilde mantık kelimesi hem bir ilmi, hem bir düşünme tarzını belirtmek için kullanılmaktadır. İnsan, mantık ilmini bilmeden de mantıklı düşünebilir. Mantıklı düşünme tarzından başka düşünme tarzları da vardır.

Meselâ rüya halindeki düşünme tarzı (otistik düşünce), çocukların düşünme tarzı (egosantrik düşünce), ibtidaî insanların düşünme tarzı (prelojik düşünce), tasavvufta cezbe ve sekr halindeki düşünme tarzı (mistik düşünce) gibi... Mantık, hakikata ve kendi iç prensiplerine uygun, tutarlı ve sağlıklı bir düşünme tarzını ifade ettiği gibi, bu doğru düşünme tarzının istinad ettiği prensip ve kaideleri tetkik eden ilmi de ifade eder. (Mantıkta istidlal, bak: 1784-1794.p.lar)

2243- Mantıklı düşünme, insanlıkla beraber var olduğu halde mantık ilminin kuruluşu çok sonradır. Mantık ilminin kurucusu Aristo (Aristoteles) dur. (M.Ö. 384-322) Aristo kendinden önceki ve kendi zamanındaki filozofların mantıklı düşünme üzerindeki fikirlerinden istifade etmiştir. Fakat mantığın mevzularını, prensip ve kaidelerini tesbit ederek düzenli bir ilim haline getiren Aristo olmuştur.

İslâm dünyasında mantık çalışmaları yapılmıştır. İslâm mantıkçıları arasında Farabî (Mi:870-950), El-Kindî (Öl.Mi.873), İbn-i Sina (Mi.980-1037), Gazalî (1058-1111), Fahreddin Razi (Öl.Mi: 1209), Seyyid Şerif (Mi: 1340-1413) sayılabilir.

2244- Farabi ve İbn-i Sina geleneğine uygun olarak yazılmış ve medreselerde yüzyıllar boyunca okutulup açıklamaları yapılmış mantık kitaplarından bilhassa ikisi şöhret bulmuştur. Ebherî’nin İsagoji’si ve Kazvinî’nin Şemsiye’si.

Klasik mantık denilen Aristo mantığı, yüzyıllar boyunca Doğu ve Batı dünyasında hâkim olmuştur. Esas mevzuu terim, kaziye ve kıyas olan bu mantık üzerindeki çalışmalar, bu mantığa fazla bir şey katmamıştır. Bazı teferruatta yenilikler yapılmıştır. Mantık ilmindeki esas gelişme ve yenilik Mi.19.yy.ın ikinci yarısında başlıyan ve yüzyılımızın başından itibaren kuvvet kazanan “Modern Mantık” çalışmalarıdır... Bu yeni mantık “Matematik Mantık”, “Lojistik”, “Sembolik Mantık” adlarıyla da anılmaktadır. Hususiyeti, matematik gibi muhakemenin esas kaidelerinin de, söz ve hislerin tesirinden uzak, mücerret şekillerle ve remizlerle ifade edilmesi ve kat’iyet kazandırılmasıdır. Bu mantığın tatbikatı, “bilgisayar” denilen cihazların yapılmasına yol açmıştır.

2245- Yeni  mantık akımları arasında, bir kaziyenin ya doğru ya da yanlış değer alacağını kabul eden “iki değerli mantık”tan başka, kaziyede doğru ve yanlışın yanında ihtimali de bir değer olarak kabul eden “üç değerli mantık” anlayışı da mevcuddur. Ayrıca kaziyeleri imkânsızlık, ihtimaliyet, zaruret mefhumları bakımından inceliyen, modelite (tarz) mantığı da vardır.

Yeni mantık, klasik mantığı ortadan kaldırmamış, eksiklerini tamamlamış ve onu aşmış, mantığın sahasını daha da genişletmiştir. “Miyar-ul İlm” ve “Mihakk-un Nazar” isimli eserleri yazmış olan Gazali, “El-Munkız”da şöyle demektedir: “Mantıkta ne müsbet ne de menfi cihetten dine taalluk eden birşey yoktur. Mantık delillerin, kıyasların usulünü; bürhanın, mukaddimelerin nasıl terkib edileceğini; hadd-i sahih denilen tariflerin şartlarını, bunun nasıl terkib edileceğini, ilmin ya tasavvurdan -ki tarif yolu ile öğrenilir- ya tedkikten -ki bürhan yolu ile öğrenilir- ibaret olduğunu tetkik eder. Bunlardan reddedilmesi gereken bir cihet yoktur. Bunlar mütekellimînin ve ilim erbabanın delile ait zikrettiği şeyler cinsindendirler.”

2246- Gazali, ilim içinde mantığın dine taalluku olmamakla beraber mantık ile meşgul olanların, iki yönde dine zararları dokunabileceklerini söyler:

1- Red ve inkâr ihtimalinden uzak olan bilgilere vâkıf olanlar, bu bilgileri vaz’ edenlere karşı aşırı derecede itimad edeceklerinden, onların dinî hükümleri inkâra müteallik sözlerini de kabule meylederler.

2- Dine hizmet ettiğini zannederek bu gibilerin her sözünü reddetmeye kalkan bir müslüman da farkında olmadan dine zarar verebilir... (Bekir Sami Sağbaş, Felsefe Öğretmeni)

2247- “İnsan fıtratının merkezinde beş dallı ve dilli bir ihtiyaç şeceresi vardırki, beş sual ile, şu boşluğu dolduran hâdiselere karşı mukabelede bulunmaktadır. Ve onlarla cereyan eden vukuatlara seslenmekte ve kâinata nida etmektedir. O suallerin en mümtazı مَا dır ki, mebadi-i tasavvuriyeyi tevlid eder. Yani şu gördüğümüz eşya nedir, diye مَا ile sual ediyor.

İkincisi de: Mebadi-i tasdikiyeyi ilim içinde tedvin eden şu hükümler ne içindir? diye لِمَ ile soruyor. O zaman hikmet, kâinat lisanıyla ve hikmetin mukaddemesi olan mantık ile, birinci suali tariflerle, ikinci suali de delil ve bürhanlarla cevablandırır.” (M.Nu.642)

“Vakta ki, inayet-i İlahiye, insanın terakkisini ve mücahede ile istikmalini ve hadd-i kemale erişmesini iktiza etti. Şüphesiz ki insanın seciye ve seviyesine vaz’iyyet etmemiş, meyil ve arzularını da kayd altına almamış, ahlâkına sed çekmemiştir. Belki istediği tarafa gitmesi için serbest bırakmıştır. Bunun içindir ki beşere yakınlık uzaklıkça, sıhhat ve fesatça mütefavit pek çok yollar açılmıştır. Buna binaen seciyeleri güzel ukûl-ü selîme sahipleri, hakka doğru yürüdükleri zaman, mesleklerini aşağı tabakalara da ta’mim etmek için, bâtıl ve dalalete düşmemek için şartlar adıyla bazı alâmat-ı ihtiraz koymuşlardır.

İşte buna binaendir ki; mantık, kuvve-i fikriye ve akliyeyi doğru yollara sevketmek için bazı şartlar vaz’etmiştirki, o şartların vücuduyla sıhhate, fık-danı ile de fesada delalet eder.” (M.Nu.643)

2248- “İnsanın fikrinin gayesi ve son mertebesi, nefs-i natıkanın kâinata manevi bir harita olmaktan ibarettir. Bu ise kâinatın hakikatları nefs-i natıkada irtisam etmek ve pek çok hakaik-i nisbiyeyi bir mukayese ile bilmekle hasıl olur. Bu hakikatlar ise kaziyelerdir. Bu kaziyeler de delillerden hasıl olan neticelerdir. Onlar da delillerle eczası teşekkül eder. O ecza da mevzu ve mahmullerden ibarettir. Mevzu ve mahmullerden maksad da tasavvurlarıdır. Tasavvurları ise, tarifler ile hasıl olur. Tarifleri de eczasından hasıl olur. Eczaları ise külliyat-ı hamsedir.

Hülasa; külliyat-ı hamse tariflere mebadidir, tarifler de kaziyelere mebadidir, kaziyeler de delillere mebadidir, deliller de meçhul hakikatlara mebadidir.” (M.Nu.644) (Mantık denilen intikal, bak: 185/1.p.)

Yukarı Çık