185- AKL (Akıl) عقل : İnsanın hayrı, şerri ve ilimleri anlayan, sebeblerden neticeleri çıkaran ve eserden müessire intikal eden hassası. Düşünme ve anlama kabiliyeti. Zihin, zeka, tefehhüm, fehim, irade, anlayış, kuvve-i hafıza, mülahaza, re’y, yaptığını bilme. İlim, zihinde hasıl olan suret. İnsan zihninin sıfatı. Kalbde hak ve batılı ayırdedebilen bir nur. *Huk: Bir cinayetten dolayı icab eden diyeti vermektir. Diyet mânâsına da kullanılır.
Akıl, esasen imsak ve imtisak mânâsınadır. Diyet vermek, kan dökülmesini men’ ve imsak edecek müeyyid bir kuvvet mesabesinde olduğundan bu cihetle de diyete akl denilmiş olması melhuzdur. (O.A.L) (Bak: İlm, Naklî Delil)
185/1- Elmalı’lı Hamdi Efendi, akıl mevzuunda (2:164) âyetini tefsir ederken aklı şöyle izah eder:
«Akıl: Madeni, kalb ve ruhda; şuaı, dimağda bulunan bir nur-u manevidir ki, insan bununla mahsûs olmayan (beş duygu ile hissedilmeyen) şeyleri idrak eder. Akletmek; esbab ile müsebbebat, eser ile müessir arasındaki alâkayı, yani illiyet kanununu ve ona müteferri’ lüzum alâkalarını idrak ederek eserden müessire, veya müessirden esere, veyahut bir müessirin iki eserinin birinden diğerine intikal eylemektir ki, mantık denilen bu intikal sayesinde bir eser-i mahsûsdan (yani beş duygu ile bilinen eserden) gayr-ı mahsûs olan müessir.. keşf ü idrak olunur.” (E.T.566) (Mantıkta intikal ve istidlalin üç nev’i vardır, bak: İstidlal)
186- İnsanın diğer hislerinde olduğu gibi akıl dahi hakka teslim olmakla değerini bulur. Aksi halde zararlı bir âlet durumuna düşer. Meselâ:
«Akıl bir âlettir. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir âlet olur ki: Geçmiş zamanın âlam-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki: Fâsık adam, aklın iz’ac ve ta’cizinden kurtulmak için galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Malik-i Hakiki’sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan; akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki: Şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.» (S.27)
187- Hem «insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise hazır lezzetini geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz’i lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl-i dalâletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalâleti noktasında madumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor.
Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî fıraklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer iman hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvi ve manevi ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor.» (S.145)
188- Hem dine tabi olmak şartıyla, İslâmiyet akla büyük değer verir. Meselâ:
«Kur’an-ı Hakim lisanıyla اَفَلاَ تَعْقِلُونَ ٭ اَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ٭ اَفَلاَ يَتَفَكَّرُونَ gibi kudsi havaleler ile, aklı istişhad ediyor ve ikaz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike sevkediyor. Onun ile, ehl-i ilim ve ashab-ı akla, din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik mezhebi gibi aklı azletmiyor, ehl-i tefekkürü susturmuyor; körü körüne taklid istemiyor.» (M.436)
Esasen akıl, dinin emrinde olmalıdır. Çünki «vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder.» (Mün.78)
Evet «kalp ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da, ulûmu akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir. Demek manevi olan hastalıklar insanları aklî ilimlere teşvik ve sevk eder. Ve akliyat ile iştigal eden emraz-ı kalbiye mübtela olur. (M.N.69)
189- Hem «mütekellimînin mütebahhirîn ulemasından olan Mu’tezile imamları, zinet-i surisine meftun olup, o mesleğe ciddi temas ederek, aklı hâkim ittihaz ettiklerinden, ancak fasık, mübtedi bir mü’min derecesine çıkabilmişler..» (S.543) (Akıl mürşide muhtaçtır, bak: 2893.p.)
«Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) sünnetleri birer yıldız, birer lamba vazifesini gördüklerini gördüm. Herbir sünnet veya bir hadd-i şer’i, zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerre-miskal o sünnetlerden inhiraf ve udul ederse; şeytanlara mel’ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır. Ve keza o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nail olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatında bulunan firavun gibi bir firavun olur.» (M.N.77) (Bak: Akliyyun) (Aklın vazifesi, bak: 1552.p.)
190- Kur’anın pek çok yerlerinde zikredilen akıl hakkında âyetlerden birkaç not:
-Aklı, istidlal ve tefekküre teşvik eden âyetlerden bazıları: (2:164) (13:4) (30:24,28) (45:5)
-Aklını hüsn-ü istimal etmeyenlerin cezası: (10:100)
-Temsilat-ı Kur’aniyenin hikmetini, âlimler taakkul ederler: (29:43)