2353- MESH مسخ : Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek. *Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak, bîtab hale getirmek.
Mesh hakkında (5: 60) âyetinde, müefessir Hamdi Efendi şu izahatı veriyor: “Ya Muhammed, o ehl-i kitaba şöyle de: Daha fenasını kemal-i ehemmiyetle haber vereyim mi? İşte (5:60) مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ “Allah’ın lanetlediği ve üzerine gazab ettiği وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ ve kendilerinden maymunlar ve hınzırlar yaptığı وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ ve bir de Tağut’a tapan –Tağut’a kulluk eden kimseler– (Bak: Tağut) اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ işte bunlar mevki’ce daha fena ve tarîk-i müstakimden daha ziyade sapmış kimselerdir.”
2354- Kırade ve hanazir yapılanların yani sureten ve ma’nen mesh denilen, bu hale getirilenlerin Ashab-ı Sebt olduğu, bunların gençleri maymun, ihtiyarları da hınzır kılığına konulmuş bulunduğu zikrediliyor ki ümem-i salifede ve ezcümle Benî İsrail’de böyle meshler ma’ruftur. Nasara’da da maide-i İsa ashabı hakkında mesh mervidir. Bunun için bazı müfessirîn kırede, ashab-ı sebt; hanazir, maide-i İsa ashabıdır, demişlerdir... İnsanların böyle hayvan haline konulmasına “mesih” ta’bir olunur ki, ya yalnız ma’nevi veyahut hem surî ve hem manevi olmak üzere iki türlüdür. Mesh-i manevi sefalet-i ahlâkiyye intac eden tahavvül; mesh-i surî ve manevi de sefalet-i ahlâkiyye ile beraber sefalet-i hayatiyeyi intac eden tahavvüldür ki, buna mesh-i hakiki dahi tabir olunur. Memsuh olanlarda tenasül olmaz. Binaena-leyh maymun ve hınzır oldular demek; enva-i hayvanatın maymun ve hınzır tenasülü yapar bir nevi oldular demek değil, sefalet-i külliye içinde inkıraz ve akamete mahkûm oldular demektir.
...Ayette la’netten gadaba, gadabdan mesha, mesihten ubudiyet-i Tağut’a doğru giden silsile-i beyan gösteriyor ki; bunların hey’et-i mecmuası değil, her biri bir şerdir. Ve bunlar içinde ednası la’net, aksası Tağut’a ubudiyettir. Demek ki Tağut’a ubudiyet, bunların cümlesini istilzam eden bir mebde-i şerdir. Bunlar evvela mel’un olur, rahmet-i İlahiyeden teb’id edilir. Saniyen, teb’id ile kalmaz, gazab-ı İlahî başlarına çöker, âlâm ve mesaib içinde kıvranırlar. Salisen, maymun gibi bir insan mukallidi, kararsız, mütelevvin, sahtekâr, bir bakışa zeki, insanın her yaptığını derhal taklid eder, fakat hakikatta ne yaptığını bilmez, taklid derdiyle her felakete atılır, sevk edilir, gayet çirkin, suratsız bir maskaralık timsali veya hınzır gibi canavar, boynu bükülmez, kafası tuttuğuna gider, her habaseti yapar, her pisliği yer, derisi bile debagat kabul etmez, müstekreh, menfur, makhur bir cinayet ve denaet timsali olur, gider.” (E.T. 1724)
2355- Sünuhat adlı eserde, asrımızdaki sefih medeniyetin beş menfi esasından birisi olan “heva”nın beşerin mesh-i manevisine sebeb olduğu şöyle ifade ediliyor:
“Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci’ ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir.
O heva ise şe’ni, insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i manevisine sebeb olmaktır.
Bu medenilerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayele gelir.” (S.T.i.40)
2356- Aynı mevzuda Lemaat’ta manzum tarzda mimsiz medeniyet hakkında ifade şöyledir:
“Cazibedar hizmeti: Heva, hevesi teşci’, teshil; hevasatı, arzuları tatmin; bundan çıkar sefahet.
O heva, hem heves, şe’ni budur daima: İnsanı memsuh eder, sîreti değiştirir. Ma’nevi meshediyor, değişir insaniyet.
Şu medenilerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün; başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır; sîreti olur suret.
Gelir hayali karşına, postlarıyla tüyleri. İşte şununla görünür meydandaki âsârı...” (S.712)
2357- Lem’alar adlı eserde de mevzuyu te’yiden şu bahis var:
“Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-ı imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telaşa düşen ve itikadını bozan biçare insan! Bil ki, kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve adet çokluğunda değil, çünki insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder. İnsan, bazı frenkler ve frenkmeşrebler gibi ihtirasat-ı hayvaniyede terakki ettikçe, daha şiddetli bir hayvaniyet mertebesini alır. Sen görüyorsun ki, hayvanatın kemmiyet ve adet itibariyle hadsiz bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gayet az iken, umum enva-ı hayvanat üstünde sultan ve halife ve hâkim olmuştur. İşte muzır kâfirler ve kâfirlerin yolunda giden sefihler, Cenab-ı Hakk’ın hayvanatından bir nevi habislerdir ki, Fâtır-ı Hakîm onları dünyanın imareti için halketmiştir. Mü’min ibadına ettiği nimetlerin derecelerini bildirmek için, onları bir vâhid-i kıyasî yapıp, akıbetinde müstehak oldukları Cehennem’e teslim eder.” (L.120)
2358- Allah’ın emirlerini dinlemiyen ve nihayet peygamberlerine isyan ve tecavüz eden geçmiş kavimlere ibretlik olmak üzere gelen musibetlerden biri de mesh cezasıdır. Ezcümle Benî İsrail, “deniz kenarında bulunan bir karyede cumartesi gününün hürmetine riayet etmiyerek dinin hududunu tecavüz etmişlerdi de (2:65) فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئ۪ينَۚ biz de onlara maymun olunuz, sürününüz dedik.
(2:66) فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِمَابَيْنَ يَدَيْهَا وَمَاخَلْفَهَا Ve bu kıssayı o zaman hazır olanlara ve arkalarından gelen ve gelecek haleflerine (bütün insanlara) ibret-i müessire وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّق۪ينَ ve müttakilere de bir mev’ıza ve muhtıra yaptık.
...Bunlar zahiren ve batınen kuyruklu maymuna mı döndüler? Yoksa zahiren ve sureten insan, batınen ve manen maymun gibi mi oldular?
Bunun tefsirinde iki kavil vardır. Bir hayli müfessirîn zahiren nazaran mesh-i tamme kail olmuşlardır. Fakat Mücahid ve ona peyrev (tabi) olan diğer müfessirîn bu hükmün temsilî olduğuna ve binaenaleyh mesh-i maneviye kail olmuşlardır ki, zamanımızın zihniyetine bu daha karib görünür.” (E.T.378) (7:165) âyeti de aynı hâdiseyi te’yid eder.
2300- Mesh hakkında hadis-i şerifler de vardır. Ezcümle Buhari’nin 59. Kitab-ül Halk, 15. babında zikredilen bir hadisin meali şöyledir:
“Benî İsrail’den bir kavim (mesh olunup) beşer tarihinden silindi, yok oldu. Bilinmez ki o kavim ne (fenalık) işlemiştir. Ben zannetmem ki o ümmet, fareden başka bir şeye mesh ve tahvil edilmiş olsun. Çünkü fare (içsin) diye (bir yere) deve sütü konulursa, onu içmez de koyun sütü konulursa onu içer.” (Ebu Hüreyre der ki) Ben bunu Kâ’b-ül Ahbar’a hikâye ettim. O da bana:
–Ey Ebu Hüreyre! Sen Nebi (Sallallahu Aleyhi Vesellem) den böyle söylediğini işittin mi? diye sordu. Ben de:
–Evet işittim, dedim. Sonra Kâ’b tekrar tekrar bana: Resulullah’tan böyle söylediğini işittin mi? diye sordu. Ben de nihayet (onu reddederek):
–Ben sana Tevrat’ı mı okuyorum. (Ben ancak Resulullah’tan duyduğumu hikâye ediyorum) diye mukabele ettim.”1 (S.M. 8. ci.548.shf. 2997. hadis ve sh: 140’da 2663. hadis ve mevzu ile alâkalıdır. İ.M. 36. Kitab-ül Fiten, 29. babında ve T.T.5. ci.608. sahifede günah çoğalınca hasf, mesh ve diğer belaların vuku’ bulacağı bildirilir.) (Bak: 2656, 2657.p.lar)
1 S.B.M. hadis: 1364