2651- MUSİKÎ موسيقي : Müzik, Ses ölçülerinden, ölçülü ses ve san’atkârlığından bahseden ilim. (Bak: 3736-3738.p.lar)
Kulaklarda güzel seslerden zevk alma kabiliyetini yaratan Allah, kulaklar için de güzel sesleri yaratan yine O’dur. Yani, fıtraten ses ve kulak münasebetini Allah tanzim etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: “Cenab-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, bu insanda istihdam ettiği bu cihazatın elbette her birerlerine lâyık ücretlerini verecektir” (S. 646) Demek kulak fıtraten güzel ses dinleme hakkına sahibdir. Fakat yine her organ için olduğu gibi, kulak için de seslerin zevki, meşru ve gayr-i meşru olarak iki kısma ayrılır. Gayr-ı meşru kısmı için Kur’an ve hadislerden irşad ve teyakkuz makamında şu örnekler verilebilir:
2652- وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ى لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًۜا اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ
(31:6) Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, Allah yolundan bilmiyerek sapıtmak ve onu (Allah yolunu) eğlence yerine tutmak için laf eğlencesi (oyalayıcı söz ve sesleri) satın alır. İşte bunlara mühîn bir azab vardır...” (E.T. 3837)
Mezkûr âyette geçen لَهْوَ الْحَد۪يثِ “Laf eğlencesi” : eğlence söz, insanı oyalayan, (haktan) işinden alıkoyan, asılsız hikâyeler, masallar, romanlar, tarih kılıklı efsaneler, güldürücü lakırdılar, hokkabazlıklar (Bak: 4106.p.) gevezelikler, teganniler (şarkılar) gibi eğlence sesler.
Bunun sebeb-i nüzulünde deniliyor ki: Nadr İbn-i Haris ticaretle Faris’e gidiyor, Acemlerin hikâyelerini, efsane kitaplarını getiriyor ve bunları Kureyş’e okuyarak “Muhammed size Âd ve Semud hikâyeleri söylüyor, gelin ben size Rüstem’in, İsfendiyar’ın, Kisraların hikâyelerini anlatayım” diyor ve bu suretle bir çoklarının Kur’an dinlemesine mani oluyordu. Bundan başka güzel bir hanende (şarkıcı) cariye almış birinin müslüman olacağını işittiği zaman onu alıp cariyesine: Haydi buna yedir içir, söyleyiver; der, bu suretle eğlendirip “Gördün ya! Muhammed’in çağırdığından, namazdan, oruçdan, onun önünde çarpışmaktan daha iyi değil mi?” dermiş.
لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ Bilmiyerek Allah yolundan sapıtmak, yani saptırdığını hissettirmeden, yaptığı işin akıbetini sezdirmeden dini, ahlâkı bozmak; وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًۜا ve onu, yani Allah yolunu, hak dinini eğlence yerine tutmak için...” (E.T. 3838)
Sefahete medeniyet, salabet-i diniyeye irtica diyerek milli ahlâkı tahrib etmeğe çalışan münafıklar, bu âyetin tehdidine mazhardırlar. (Bak: 985.p.)
2653- Çok âyetlerde olduğu gibi mezkûr âyetin de umum zamanlara bakan mana külliyeti vardır. Bilhassa zamanımızda tekniğin gelişmesiyle bütün insanlara tesir etmek imkânını veren neşir organları yoluyla ve nefsanî zevklerin cazibedarlığıyla insanları diyanetten, maneviyattan alıkoymak ve sefahete atmak olan din düşmanlarının dehşetli planlarından, bu âyet insanları ikaz eder. Keza İblis’in ve İblis’e bağlı olan sefih insî şeytanların, yani münafık cereyanların halkı şehevî çalgılarla dalalete itmesine ve ihtilalci ve neşriyatta yaygaracı müfsidlere işaret eden (17:64) âyeti de gayetle câlib-i dikkattir. (Bak: 167.p.)
2654- Bir rivayette buyuruluyor ki:
لَا تَبِيعُوا الْقَيْنَاتِ وَلَاتَشْتَرُوهُنَّ وَلَاتُعَلِّمُوهُنَّ وَلَاخَيْرَ فِى تِجَارَةٍ فِيهِنَّ وَثَمَنُهُنَّ حَرَامٌ فِى مِثْلِ ذَلِكَ نَزَلَتْ: وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَرِى لَهْوَ الْحدِيثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ(اَلْآيَةِ)
“Yani: Şarkıcı cariyeleri ne satın ne de satın alın, ne de öğretin. Onlarla yapılan ticarette hayır yoktur, parası da haramdır. “İnsanlardan bazıları, Allah yolundan saptırmak için boş lafa müşteri çıkanlar vardır.” (Lokman Suresi, 6) âyet-i celilesi bu gibilerin hakkında nazil olmuştur.”1
2655- Diğer bir rivayet de şöyledir:
“اِنَّ الْغِنَاءِ يُنْبَتُ النِّفَاقَ فِى الْقَلْبِ Abdullah (R.A.)’den: Peygamber (A.S.M.) dedi ki: Şarkı ve çalgı, kalbde nifak tohumlarının bitmesini sağlar.”2 Yani milli ahlâkı bozarak çılgın sefahete ve anarşizme kapı açar.
2656- Başka bir hadiste de şöyle buyuruluyor:
فِى هَذِهِ الْاُمَّةِ خَسْفٌ وَمَسْخٌ وَقَذْفٌ فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَتَى ذَاكَ؟ قَالَ اِذَا ظَهَرَتِ الْقَيْنَاتُ وَالْمَعَازِفُ وَشُرِبَتِ الْخُمُورُ
“İmran b. Husayn (R.A.)’den: Resulullah (A.S.M.) : Bu ümmette hasf, (bak: 2359 p. Sonu) mesh (bak: mesh) ve kazf belaları vardır, buyurdu.
Müslümanlardan bir adam: Ey Allah’ın Resulü, bu ne zaman? diye sordu. Peygamber (A.S.M.) : Şarkıcı kadınlarla çalgı âletlerinin yaygın hale geldiği ve içki içmek çoğaldığı vakit, buyurdu.”3
İbn-i Mace, Kitab-ül Fiten, 4020. hadisi de aynı rivayeti teyid eder.
Hasf (yere batma) ve zelzele ile alâkalı ayet notları:
-Dünya servetine dayananların kıyamete kadar gelen muakiblerinden yere batırılma (hasf) cezaları: (28:81) manaca alâkalı ayet (34:9) (67:16)
-Müfsidlerin zelzele musibetiyle cezalandırılmalarına bakan ayet: (10:26)
Müşriklere gece veya gündüz gelen helaket (7:4)
2657- Bir hadis-i şerifte mealen şöyle buyuruluyor:
“Bir zaman gelecektir ki, ümmetimden muhakkak bir takım zümreler türeyecektir. Bunlar zina etmeyi, ipekli elbiseler giymeyi, şarap içmeyi, defler dümbelekler ile eğlenmeyi helal ve mübah sayarlar. Bunlardan bir takım merhametsiz ve hodgâm zümreler de dağ mesirelerine yaslanacaklar. Bunun üzerine Allah, sevip eğlendikleri dağı üzerlerine indirerek, bir kısmını helâk edecek, sağ kalan öbürlerini de kıyamet gününe kadar maymun ve domuz suretlerine tebdil edecek.” (S.B.M. Hadis No: 1892 tercümesinden) (Bak: Mesh)
2658- Şimdi de meşru sesler bahsine geçelim:
Güzel seslerin meşruiyetine delalet eden şu âyet:
“(34:10) يَا جِبَالُ اَوِّب۪ى مَعَهُ Ey dağlar, dedik onunla beraber te’vib, yani terci’ yapın; ötün, çınlayın وَالطَّيْرَۚ siz de ey kuşlar!
Yani Davud’a öyle güzel bir ses, öyle şanlı bir eda verilmişti ki, akşam sabah tesbih ettikçe, onun sesine bütün dağlar ve kuşlar iştirak eder, çınlar, öterlerdi. (Bak: 647,648.p.lar) Demek ki, güzel sesle hüsn-ü elhan Davud’un bir fazilet-i mahsusası, kuşları dahi başına toplayan bir mu’cizesi olmuştu. Bu mana iledir ki, savt-ı Davud meşhur olduğu gibi, Mezamir-i Davud da meşhurdur. Bu güzel sanatı, İslâm’da suret-i mutlakada mezmum zannedenler olmuştur. Fakat bilmek lâzım gelir ki, mezmum olan lühun-u fısktır (fısk olan nağmelerdir). Yoksa Kur’an okurken tertil ve tahsin-i savt, me’murun bihdir. Bu babda kütüb-ü sıhahda hayli hadisler vardır.
2659- Bir çokları da müsikînin tesirini ruhanî zannederler. Böyle bir zan, ruhu heva zannetmektir. Ses, bir hava ihtizazı olduğu için musikînin doğrudan doğruya verdiği tesir ve heyecan, bir buse zevki gibi cismanî ve asabî bir tesirdir. Taganni, ancak bir kelimenin, bir kelâmın manasını ruha duyurmağa hizmet etmesi itibariyledir ki, ruhanî bir kıymet alabilir. Ehl-i fısk, hep şehevanî mevzularla cismanî heyecan aradığı için manayı öldürerek, sade asaba basan kuru nağmelerle cismanî tesir arar. Bu ise ruhanî şuuru terbiye değil, ifna eder. Belki fâsık için bütün şuurundan geçip mest-i laya’kıl olmak bir zevktir. Fakat dinin, şer’in vermek istediği zevk bu değil; güzel manalı, mukaddes şuurlu bir hayat yaşatmaktır.” (E.T. 3948)
2660- Sefahet ve dalalete düşen bir insan, vahşetli bir halet-i ruhiye ile âleme bakar, âlemi de vahşetli görür. Böyle insanlar hakkında Bakara Suresi’nin 7. âyetindeki "وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ kelimesiyle, küfür sebebiyle kulağa ait pek büyük bir nimeti kaybettiklerine işaret edilmiştir. Hatta kulaktaki zar, nur-u iman ile ışıklandığı zaman, kâinattan gelen manevi nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hatta o nur-u iman sayesinde, rüzgarların terennümatını, bulutların na’ralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her nevi’den Rabbanî kelâmları ve ulvi tesbihatı işitir. Sanki kâinat, İlahî bir musikî dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbanî aşkları intıba’ ettirmekle kalbleri, ruhları nuranî âlemlere götürür, pek garib misalî levhaları göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder.
Fakat o kulak, küfür ile tıkandığı zaman, o leziz, manevi yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri iras eden avazlar, matem seslerine inkılab eder. Kalbde, o ulvi hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedî yetimlikler, malikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur.
2661- Bu sırra binaendirki, şeriatça bazı savtlar helal, bazıları da haram kılınmıştır. Evet ulvi hüzünleri, Rabbanî aşkları iras eden sesler, helaldir. Yetimane hüzünleri, nefsanî şehevatı tahrik eden sesler, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı te’sire göre hüküm alır.” (İ.İ.70)4
2662- Evet “o yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.
Kur’an’ın şevki ise: Ruh düşer heyecana, şevk-i maalî verir. İşte bu sırra binaen, Şeriat-ı Ahmediye (A.S.M.) lehviyatı istemez.
Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helal diye izin verip... Demek hüzn-ü Kur’anî veya şevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.
Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse, âlet haramdır. Değişir eşhasa göre; herkes birbirine benzemez.” (S.737)
Bir atıf notu:
-Şerre dua mes’elesi:704.p. ve devamı
Şarkı hakkındaki fıkhî hükümler için: Bak: D.M.İ.F.ci: 7, shf: 2945 ve İ.U. ci: 2 8. kitab adab-ı sema ve vecd başlığı sh: 675
1T.T.ci: 5 hadis: 867
2T.T.ci: 5 hadis: 866
3T.T.ci: 5 hadis: 1008
4Burada beyan edilen musikî tesirinin şahıstan şahısa değişeceği hususunun su-i istimal edilmemesi için nazara alınması gereken bazı noktalar vardır. Ezcümle, nağmelerin kız ve kadın sesiyle olmaması, gayr-i ahlâkî veya itikadiyata aykırı manaları taşımaması gibi şartlar var. Bu tarz nağmelerin kişiye su-i tesir edip etmiyeceği mevzubahis olamaz, suret-i kat'iyede memnu'dur.
Böyle dince memnu' nağmelerin dışında kalan musiki ve kişilere göre tesiri değişebilen seslerin cevazında, kişinin şahsî kemalat veya sefahet durumu nazara alınıyor. Kur'an (49:7) âyetinde açıkça ve çok manidar ifade edildiği gibi; dinî hayatı kemal-i ciddiyetle yaşayan insan, manen tekâmül edip nefsaniyatı ve günahları kerih görür, hoşlanmaz. Nefsanî zevkler içinde hayat geçirenler de, maneviyattan hoşlanmaz, sıkılır. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikatı vecize şeklinde şöyle ifade eder: “Kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnud eden bir hâlet; çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez, onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî ve şehvanî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.” (S.736)
Bu asrın insanlarının ekserisinin mevcud cemiyetin umumileşmiş sefaheti içinde ne halde olduğu zahirdir. Hayale geliyor ki; bu asrın sefih insanlarına güzel bir ilahî dinletilse, “Getir saki bir kadeh” diyecek...