3629- TAĞUT طاغوت : İnsanları Allah’a (C.C.) karşı isyana sevkeden Fir’avn gibi (Bak: Fir’avn) azgınlar. İsyankâr. Her batıl mabud. *Şeytan. *İslâmiyetten önce Kâbe’deki putlardan birinin ismi. (Bak: Endad, Sanemperest)
3630- Kur’an (2:256) âyetinde geçen «Tağut, “tuğyan”dan mübalağa sigasıyla bir ism-i cinstir ki aslı ceberrut gibi “tağavut” olup kalb-i mekân ile tavağut yapılarak “vav”, “elif”e kalbedilmiştir. Müfrede ve cem’a, müzekkere ve münnese ıtlak edilir. Ayn-ı tuğyan kesilmiş, tuğyankâr, azgın, azman, azıtgan demek gibidir. İbn-i Cerir-i Taberî’nin tarifi vechiyle, Allah’a karşı tuğyankâr olup kahr u cebr ile veya birriza perestiş edilip ma’bud tutulan gerek insan, gerek şeytan, gerek vesen ve gerek sanem ve sair herhangi bir şey demektir. Bunun tefsirinde Şeytan veya sâhir veya kâhin veya ins ve cinnin mütemerridleri veya Allah’a karşı ma’bud tanınıp razı olan Fir’avn ve Nemrud gibiler veya “esnam” diye müteaddid rivayetlere tesadüf edilir. Ebu Hayyan der ki: “Bunlar birer misal ile beyan olmak gerektir. Çünkü tağut bunların her birinde mahsurdur. ilh...” Bâlâdaki tarif bunların hepsine şamildir. Maamafih Kadı Beyzavi bu hasra “Allah yolundan men’ edenler” fıkrasını da ilave etmiştir ki daha eam bir ta’rifi tazammun eder. Çünkü bunu yapanlar, ma’bud tanınmış olmayabilirler.
Şu kadar ki, bu da اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ ( 45:23 ) mucebince kendi hevasına uyup kendi kendine ma’bud payesi vermiş addolunabileceği mülahaza olunursa, evvelki ta’rifte dahil olacaktır...
3631- Tuğyan mefhumundan anlaşılıyor ki, putlar derece-i taliyede tağutlardır. Bakılırsa zevil’ukul olmıyan esnam ü evsan tağutlardan ma’dud bile olmamak lâzım gelirdi. Zira bunlar kendileri Allah’a karşı sahib-i tuğyan olamazlar ve tuğyana rıza veremezler, fakat red de edemezler; bu sebeple nihayet bir vesile-i tuğyan olabilirler... Bu cihetle putlar asıl tağut değil, tağutların mümessilleridirler...
Nihayet (2:256) فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ şunu da kat’iyyen ifade ediyor ki:
Mü’min-i muvahhid olmak için Allah’a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamağa azmeylemektir..» (E.T.869)
3632- Tağut, Kur’anda bildirildiği ve Kur’an ise, ta kıyamete kadar her asra hitab ettiği ve Kur’anın irşadına her asır için tağutî cereyanlardan çekinmek dersini almak hikmeti bulunduğu nazara alınarak tağuta dair daha umumi bir tarifin yapılması gerektir. Şöyle ki: Tağut: “Cemiyetlerin hüsn-ü cereyanını te’min eden şeair-i diniyeyi tağyir ve sefaheti teşvik ile cemiyeti ifsad edip insanları Allah’a itaatten men’ederek, kendine bağlamak ve itaat ettirmek isteyen azgın ve azgınlar cereyanının başı” diye tarif edilebilir.
Bu mana ile rivayetlerde haber verilen (Süfyan ve Deccallar)ın sıfat ve hallerine daha uygun düşmektedir. (Bak: Deccal) Bununla beraber, tağutun şahsından çok, tağutun temsil ettiği cereyanı (çığırı) olan tağutiyet (tağutçuluk) daha şerlidir.
3632/1- Kur’an’da (5:60) (16:36) (36:60) (39:17) ve emsali âyetlerle bildirilen: “Şeytana, tağuta kulluk etmeyin ve ondan uzaklaşın” şeklindeki İlahî ikazın en çok dikkat edilecek yönü: fitne zamanlarında, hasseten âhirzaman fitnesinde, medeniyet namı altında cemiyeti ifsad eden tağuti münafık cereyanların hayat tarzlarına, gayr-ı İslâmî âdetlerine ve din-i haktaki tevhid hakikatına zıd olan prensiplerine şuursuzca uymak gafletine düşmemektir. Zira böyle bir gaflete düşmek, tağuta ve onun emrinde çalışan insî münafık şeytanlara tebaiyyet ve onlara kulluk etmek demektir. Çünkü en geniş mânasıyla ibadet, bir hâkimiyet merciine tâbi olup emir ve yasaklarına göre hareket etmektir. İnsan ya Allah’a inanıp O’nun emir ve yasaklarına tabi olur veya inkâr ile O’na isyan eder ve O’ndan başkasının emir ve yasaklarına bağlanarak hareket eder. Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı düşmeyen hareketler, bu hükmün dışındadır ve serbesttir. (Bak: 2354.p.sonu)
3633- Hakka tecavüzkâr dehşetli cereyanların azgın başları birer tağut oldukları gibi ene ve tabiattan da tağutları bulunduğunu beyan eden Bediüzzaman şöyle diyor:
«Otuz seneden beri iki tağut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri âlemdedir. Biri “Ene”dir, diğeri “Tabiat”tır. Birinci tağutu gayr-ı kasdî, gölgevari bir ayine gibi gördüm. Fakat o tağutu kasden veya bizzat nazar-ı ehemmiyete alanlar, Nemrud ve Fir’avun olurlar.
İkinci tağut ise, onu İlahî bir san’at, Rahmanî bir sıbgat, yani nakışlı bir boya şeklinde gördüm. Fakat gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilir ve maddiyyunlarca bir ilah olur. Maahaza o tabiat zannedilen şey, İlahî bir san’attır. Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükürler olsun ki, Kur’anın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tağutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi.
Evet Nokta, Katre, Zerre, Şemme, Habbe, Hubab Risalelerimde isbat ve izah edildiği gibi; mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak altında şeriat-ı fıtriye-i İlahiye ve san’at-ı şuuriye-i Rahmaniye güneş gibi ortaya çıkmıştır. Ve keza Fir’avunluğa delalet eden “Ene”den Sani-i Zülcelal’e raci olan “Hüve” tebarüz etti.» (M.N. 118)
«Hülasa: Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mayi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlik’ın evamirine mübarezeye başlar.
Küçük âlemde yani insanda ene, büyük insanda yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tağutlardandır.» (M.N. 201) (Tağuta kulluk etmek en büyük dalalettir, bak: 2353, 2354.p.lar)
3634- Tağut hakkında âyetlerden birkaç not:
-(Semavi) kitabtan nasibedar olmadıkları halde cibt ve tağuta inanıp kâfirleri mü’minlerden daha doğru yolda görenler: (4:51)
-Ehl-i dalaletin tabi olduğu cebbarin anîd (inadcı zorba liderler): (11:59)
-İmanlı olduklarını zanneden ve tağutu inkâr etmekle emrolundukları halde tağut mahkemesine müracaat edenler: (4:60)
-Mü’minler Allah yolunda, kâfirler tağut yolunda savaşırlar: (4:76)
-Mel’un, mağdub ve abede-t tağut olarak ifade edilen üç derece şerli insanlardan tağuta tapanlar, en şerlileridir: (5:60)
-Tağuttan (ona bağlılıktan) içtinab etmek: (16:36) (39:17)
-En sonunda ilahlarıyla (tağutla) ona tapanlar arasında zıdlaşma çıkmasına (19:82) (30:13) (40:84) âyetlerinde işaret edilir. (Bak: 3454/2. p.)