3623- TABİAT طبيعة : (Tabia) Yaratılış, huy, karakter. *Âlem ve içindekiler. Şeriat-ı fıtriyye. Hâdiselerin ve varlıkların bağlı olduğu kanunlar. Allah tabiatı yarattığı ve varlıkların nasıl hareket edeceğini kanunlarıyla ve emirleriyle tayin ettiği halde, Allah’ı inkâr edip “tabiat yapıyor” diyenler büyük bir sapıklık içindedirler. Tabiatta hiçbir şey kendi başına hür değildir. Herşey Allah’ın emirlerine bağlıdır. Oksijenle hidrojen, Allah’ın emrine yani koyduğu kanuna göre birleşir ve bu kanuna göre bir birleşim (su) meydana gelir. Işık, hangi eğimle gelirse o eğimle akseder. Bunu değiştiremez. Çünki Allah’ın emri böyledir ve ona uyar. İki cisim birbirini kütleleriyle doğru ve aradaki mesafe ile ters orantılı olarak çeker, başka türlü davranamaz. (O.A.L.) (Bak: Âdetullah, Zerre) (Tabiatçılık fikrini çürüten delillerden nümuneler, bak: 232. p. ve devamı)
3624- “Her şeyi tabiat iktiza ediyor, tabiat yapıyor” deyip Allah’ı inkâr etmek isteyenlere kısa bir cevap:
«Eğer mevcudatta, hususan zîhayatta görünen basîrane, hakîmane olan san'at ve icad, Şems-i Ezelî'nin kalem-i kader ve kudretine verilmezse, belki kör, sağır, düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse lâzım gelir ki; tabiat, icad için herşeyde hadsiz manevî makine ve matbaaları bulundursun; veyahud herşeyde, kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet dercetsin. Çünki nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misalî ve aksî güneşçikler, semadaki tek güneşe isnad edilmese, lâzım gelir ki; bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında tabiî, fıtrî ve güneşin hasiyetlerine mâlik, zahiren küçük, manen çok derin bir güneşin haricî vücudunu kabul ederek, zerrat-ı zücaciye adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi.. -aynen bu misal gibi- mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelî'nin cilve-i esmasına verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zîhayatta hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, âdeta bir ilahı içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhalatın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlık-ı Kâinat'ın san'atını, mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.» (L.182) (Tabiiyyunun batıl, garib anlayışlarını tasvir eden iki misal, bak: 116, 117.p.lar)
3625- «Tabiat, bir san’at-ı İlahiyedir, sani’ olamaz. Bir kitab-ı Rabbanîdir, kâtip olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Bir defterdir, defterdar olamaz. Bir kanundur, kudret olamaz. Bir mistardır, masdar olamaz. Bir kabildir, münfail olur; fail olamaz. Bir nizamdır, nazım olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şari olamaz.» (L.342)
3626- «Sual: Onların daima iftiharla bahsettikleri tabiat, nevamis ve kuva nedir ki, kendilerini onlarla iknaa çalışıyorlar?
Cevab: Tabiat dedikleri şey, bir matbaadır, tabi’ değildir. Tabi’ ancak kudrettir. Kanundur, kuvvet değildir. Kuvvet, ancak kudrettedir. Yahut nasılki bildiğimiz şeriat, insanlardan sudur eden ef’al-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdid eden kaidelerin hülasasıdır veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır. Kezalik tabiat denilen şey de, âlem-i şehadetin uzuvlarından ve eczalarından sudur eden ef’al arasında bir nizam ve bir intizamı ika’ eden İlahî bir şeriat-ı fıtriyedir. Binaenaleyh şeriat ile devlet nizamı, makul ve itibarî emirlerden oldukları gibi, tabiat dahi itibarî bir emir olup, hilkatte yani yaratılışta cari olan âdetullahtan ibarettir.
Amma tabiatın bir mevcud-u haricî olduğunu tevehhüm etmek, bir fırka askerin, idman ve talim esnasında yaptıkları o muntazam hareketlerini gören bir vahşinin, “Aralarındaki o nizamı idare edip birbiriyle bağlayan ip gibi bir şey mevcuttur” diye vahşice ettiği vehme benzer. Binaenaleyh vicdanı ve aklı vahşi olan bir adam, sathî ve tebeî bir nazarla, devam ve istimrarını muhafaza eden tabiatın müessir bir mevcud-u haricî olduğuna ihtimal verebilir.
Hülasa: Tabiat, Allah’ın san’atı ve şeriat-ı fıtriyesidir. Nevamis ise, onun mes’eleleridir. Kuva dahi, o mes’elelerin hükümleridir.» (İ.İ.90)