3926- VAHY وحي : (Vahiy) Kur’an (4:163) âyetinin tefsirinde vahiy hakkında verilen izahatta deniliyor ki:
«Îha, vahiy göndermektir. İbn-i Kesir’in Nihaye’de ve Süyutî’nin Dürr-i Nesir’de zikrettikleri vechile vahiy lügatta risalet, kitabet, işaret, ilham, kelâm-ı hafî manalarına gelir. Ve asl-ı madde, sür’at manasındadır. Ragıb’ın Müfredat’da, Firuz Abadî’nin Besair’de tavzihlerine göre vahiy asl-ı lügatta, işaret-i serîa demektir. Bu mana kâh remiz ve tariz tarikıyla kelâm ve kâh terkibden mücerred savt ve kâh cevarihden biriyle işaret ve kâh kitabet ile olur.
Nitekim (19:11)فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِيًّا kavl-i İlahîsi bu manaya mahmuldür ki, remiz veya itibar veya kitabet denilmiştir. (6:112) يُوح۪ى بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًۜا kezalik (6:121) وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ âyetlerinde de vahiy bu vücuh üzerinedir ki, (114:4) مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ nazm-ı mecidinde işaret olunan vesvese ile olur. Bir de vahiy, Allah Teala’nın enbiya ve evliyasına ilka olunan kelime-i İlahiyeye ıtlak olunur.
Bu da وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلاَّ وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓاىِٔ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِىَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ ( 42:51 ) kavl-i İlahîsinin delalet ettiği üzere bir kaç nevidir ki, ya Cibril Aleyhisselâm’ın Hazret-i Peygamber’e suret-i muayyenede tebliği gibi zatı görülür ve kelâmı işitilir bir resul-i meşhud vasıtasıyla veya Hazret-i Musa’nın Kelâmullahı işitmesi gibi mingayri muayenetin (görünmeden) sema’-i kelâm (kelâm işitmek) ile veya اِنَّرُوحَ الْقُدْسِ نَفَثَ فِى رَوْعِى 1 hadis-i Nebevîsinde beyan olunduğu üzere rua, yani samim-i kalbe (kalbin içine) nefs (üfürmek) ile veya (28:7) وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِع۪يهِۚ gibi ilham ile veya (16:68) وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ gibi teshir ile veya rüya-yı saliha ile olur.
Nitekim Aleyhissalatü Vesselâm: اِنْقَطَعَ الْووَحْىُ وَبَقِيَةِ الْمُبَشِّرَاتُ رُؤْيَاا لْمُؤْمِنِ2 buyurmuştur. Âyet-i mezkûrde ilham, teshir, rüya اِلَّاوَحْيًا ile, sema’-i kelâm اَوْمِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ ile, tebliğ, Cibril de اَوْيُرْسِلَ رَسُولًا ile ifade olunmuştur. وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ قَالَ اُو۫حِىَ اِلَىَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَىْءٌ( 6:93 ) zikr olunan enva-i vahiyden hiçbiri olmadığı halde, oldu diye iddia edenler hakkındadır.
Demek ki, alel-umum vahiy, evvel-emirde ikiye ayırmak lâzım gelir ki; biri masivaullahdan olan işaret ve i’lam, diğeri de Allah tarafından olan işaret ve i’lamdır. Vahiy esas-ı lügatta bunların hepsine şamil ise de, örf-i lügatta ancak Allah tarafından olan işaret ve i’lama isim olmuştur...
3927- Hey vahiy bir hâdise-i ruhiyedir. Gerek meşair-i zahire ve gerek meşair-i batınadan kalbe bir tarîk-ı hafi ile seri’ bir şuur telkin eden bir nüzul-i ruhanidir. Eğer bu nüzulün bir ruh-u emin ile olduğu bittecrübe ma’lum bulunursa tam manasıyla vahiy tahakkuk etmiş ve o zat makam-ı Nübüvvet ihraz eylemiş olur. Nitekim نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ اْلاَم۪ينُۙ ـ عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ buyurulmuştur (26:193, 194).» (E.T. 1525-1527) (Bak: İlham)
3928- (73:5) «اِنَّا سَنُلْق۪ى عَلَيْكَ قَوْلاً ثَق۪يلاًۜ Çünkü biz sana ağır bir söz ilka edeceğiz, tahammülü, icra ve ifası çok zor olan büyük bir kelâmı üzerine indirip tatbik ve icrasını sana emredeceğiz ki o söz, ağır teklifleri ve mes’uliyetleri ihtiva eden ve def’ u reddi kabil olmayan Kur’an ile risalet emri, ilkası da onun vahyidir. Resulullah’a vahiy nazil olurken o kadar ağır ve şiddetle gelirdi ki derhal çehresi değişirdi. Nitekim Hazret-i Aişe demişti ki: Gayet soğuk bir günde vahiy inerken baktım, açılırken alnından ter fışkırıyordu. Kezalik Hıccetül’ veda’da Arafat’ta Gadba nam devesinin üzerinde iken vahiy gelince, ağırlıktan deve çöke kalmıştı. Vahiy ve ilka böyle maddeten bile bir sıklet ve tazyik ile geldiği gibi, ma’nasındaki ahkâm ve ahlâkın icra ve tatbikatı da nice mücahedelere mütevakkıf ağırlıkları muhtevidir.» (E.T.5428)
3928/1- «Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim’de sened-i mahsuslarıyla Urvetübnü Zübeyr’den Hazret-i Aişe’den evvel-i vahiy ve evvele-i nüzul-i Kuran (96:1) اِقْرَاْ olduğu mealen şöyle rivayet edilmiştir ki: Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimize ilk vahiy ibtida rü’ya-yı saliha ile başlamıştır. Bir rü’ya görmezdi ki, fecr-i sadık gibi zuhur etmiş olmasın. Sonra halveti, uzleti hoşlanır oldu. Hira mağarasına çekilir, avdet etmeksizin orada müteaddit geceler taabbüd ederdi ve bunun için azığını da götürürdü. Sonra Hazret-i Hatice’ye avdet eder, yine azığını alır, giderdi. Nihayet Gar-ı Hira’da idi ki, ona hak geldi. (Müslim’de füc’eten geldi.) Şöyle ki: Kendisine bir melek geldi ve اِقْرَاْ =İkra yani oku dedi. O da ben okumuş değilim مَا اَنَا بِقَارِءٍ diye cevab verdi. Rasulullah şöyle buyurdu: bu cevab üzerin melek hemen beni tuttu ve vücudumu sarıp öyle sıktı ki takatım hemen tükeniyordu (bizim tabirimizle canıma tak dedi), sonra salıverdi.» (E.T.8)
«Bu hal üç kere tekrarlandı. Sonra Rasulullah (A.S.M.) eve avdet etti. Hazret-i Hatice Rasulullah’ı amcazadesi Varaka ibn-i Nevfel’e götürdü. Varaka cahiliye devrinde Nasraniyeti kabul etmiş ihtiyar ve âlim bir zat idi. Hira Mağarasındaki hâdiseyi Rasulullah’a (A.S.M.) şöyle izah etti: Sana gelen Cebrail’dİr (A.S.), telaş etme; bu nübüvvetin alâmetidir.» (E.T.8, kısmen telhisen alındı.) (Ve S.B.M. ci:1, hadis:2, ilk vahyin keyfiyeti hakkındadır.)
3929- «İbn-i Abbas hazretlerinden mervidir ki; (2:281) âyeti, Kur’anın en son nazil olan âyetidir. Şöyle ki: Resullullah hacc ettiği zaman âyet-i kelale yani (4:176) يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِى الْكَلاَلَةِۜ nazil oldu. Sonra Arafat’ta vakfede iken (5:3) اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ى nazil oldu. Sonra işbu (2:281) وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ nazil oldu. Ve Cibril Aleyhisselâm “Ya Muhammed! Bunu Bakare’den ikiyüz sekseninci âyetin başına koy” dedi ve bundan sonra Resulullah seksen bir gün yaşadı ki, yirmi bir gün veya yedi gün, yahud üç saat yaşadığı da söylenmiştir.» (E.T. 975)
3930- Vahiy ve ilhamın farkları:
«Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekserisi melaike vasıtası ile ve ilhamın ekserisi vasıtasız olmasıdır. Meselâ: Nasılki bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var. Birisi: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyet-i umumiye haysiyetiyle bir yaverini bir valiye gönderir. O hâkimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için bazan vasıta ile beraber bir içtima yapıyor. Sonra ferman tebliğ edilir.
İkincisi: Sultanlık ünvanı ile ve padişah-ı umumi ismiyle değil, belki kendi şahsı ile hususi bir münasebeti ve cüz’î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçi veya bir adi raiyetiyle, hususi telefonu ile hususi konuşmasıdır. Öyle de Padişah-ı Ezelî’nin umum âlemlerinin Rabbi ismiyle ve kâinat hâlikı ünvanı ile vahiy ile ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamlar ile mükâlemesi olduğu gibi, her bir ferdin ve her bir zihayatın rabbi ve hâlikı olmak haysiyetiyle hususi bir surette fakat perdeler arkasında onların kabiliyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.
İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, safidir ve havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumidir. Melaike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit hem pekçok envalarıyla denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbaniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor.» (Ş.124)
3931- «Vahiy iki kısımdır:
Biri: “Vahy-i sarihî”dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadis-i kudsiye gibi.
İkinci Kısım: “Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülasası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilatı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde Zat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselâm, bazan yine ilhama, ya vahye istinad eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilat ve tasviratı ya vazife-i risalet noktasında ulvi kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı amme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.
İşte her hadiste bütün tafsilatına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelatında, risaletin ulvi âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumi cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilata bazan tefsir lâzım geliyor, hatta tabir lâzım geliyor. Çünki bazı hakikatler var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzur-u Nebevî’de derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem’in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür.” Bir saat sonra cevap geldi ki: “Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem’e gitti.” Zat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselâm’ın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin te’vilini gösterdi.» (M.93)
3932- Kur’anda geçen ins ü cin şeytanlarının telkini manasındaki vahiy ifadesi şöyle tefsir ediliyor:
«İns ü cin şeytanları (6:112) يُوح۪ى بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًۜا birbirlerine gurur için, aldatmak için laf zührufu, söz yaldızı, içi bozuk, dışı süslü aldatıcı sözler vahyederler.
Suret-i umumiyede vahiy, biri vahy-i hak, biri vahy-i batıl olmak üzere iki nevidir. Ve bunun ikisine de şamil olan en umumi manasıyla vahiy, “seri bir ima ile söz” demektir. Vahy-i hakiki vahy-i hak ve cebr-i İlahî olmakla beraber, seri bir ima ve işaretle suret-i hafiyede verilen telkinat-ı batılaya dahi mecazen vahiy ıtlak edilir.
Şeytanetkâr olanlar da vahiy veya ilhamı hep bu mecazi manada kullanarak falan ve falandan icra-yı şeytanet edereler: İlham almış derler...» (E.T. 2032)
Bir atıf notu:
- İnsî ve cinnî şeytanların aldatıcı telkinleri, bak: 760/1, 2714.p.sonu.
3933- Vahiy hakkında âyetlerden bir kaç not:
- Vahyin lüzumu ve üç şekil: (45:51)
- Resulullah’ın (A.S.M.) vahyi unutmaması: (20:114)
- Miracdaki vahiy: (53:10)
- Havariyyuna gelen ilham manasındaki vahiy: (5:111)
- Hz. Musa’nın (A.S.) anasına ilham manasına gelen vahiy: (28:7) (20:38)
- Kendilerine vahiy gelen peygamberlerden bir kısmının isimleri: (4:163)
- İnsanlar arasında bir recüle gelen vahyin taaccüble karşılanması: (10:2)
- Vahiy ve hakikatının te’vilat-ı faside ile beşerî arzulara uydurulması isteğinin reddi: (17:73)
- Vahiy hakikatının ilim ve akl-ı beşerde bulunamıyacağına işaret: (17:86)
- Emrimizden bir ruh vahyettik mealindeki âyet: (42:52)
- Peygamberimizden önce, erkekler arasından seçilen peygamberlere vahiy gelmiştir: (12:109) (16:43) (21:7)
- Bütün Peygamberlere gelen vahyin en mühim müşterek hükmü: (21:25)
- Vahye mazhar olduklarını yalandan iddia edenlerin en zalim kimseler olacaklarının beyanı: (6:93)
- Nübüvvet vahye istinad eder: (4:105) (6:50) (7:203) (10:15, 16) (33:2) (46:9)
- Kur’anın Ruh-ül Emin’le inzali: (2:97) (26:193)
- Vahiy gelmesi manasında, “Biz sana ağır bir söz ilka edeceğiz” mealindeki âyet: (73:5)
Bir atıf notu:
- Vahye şüphe iras etmemek için semadan şeytanların recmedilmesi, bak: 1018.p.