DERSLER / Alfabetik Derlemeler ve Dersler

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirir, bağlar.” S:418

AZAB

Cesedî ve ruhî hislerin duydukları çeşidli elem ve sıkıntılardır. İnsan ve hayvan alemlerini istila eden, akıl ve hayal gözüyle, mazi, hal ve istikbal dairelerinde büyük yekün teşkil eden azabların, Allah’a iltica ile, zıdları olan refah ve lezzetlerin kıymetlerini hissetmek ve dünya alakalarını kesmek gibi hikmetleri nazara alınınca, “lütf u kahrın şey-i vahid, bilmeyen çekti azab” şiiri hatıra gelir…

1- Ademe nisbeten cehennem azabını tercih etmek:

“O kâfir hakkında iki ihtimal var. O kâfir, ya ademe gidecektir veya daimî bir azab içinde mevcud kalacaktır. Vücudun velev Cehennem'de olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musibet ve masiyetlerin de merciidir. Vücud ise velev Cehennem de olsa, hayr-ı mahzdır. Maahaza kâfirin meskeni Cehennem'dir ve ebedî olarak orada kalacaktır.

Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev' ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur. O kâfirlerin dünyada yaptıkları a'mal-i hayriyelerine mükâfaten, şu merhamet-i İlahiyeye mazhar olduklarına dair işarat-ı hadîsiye vardır.” İ:81

2- Çeşidli fısk işleyenlerin azabları:

“Hem onlar fıskla kabuklarından çıktılar, hem Allah'a olan ahidlerini bozdular, hem sıla-i rahmi1 kestiler, hem Arz'da Allah'ın nizam ve intizamını ifsad ettiler.2 Binaenaleyh hâsir ve zararlı onlardır. Dünyada vicdan, kalb ve ruhun azabı ile,3 âhirette de Allah'ın gazabıyla4 ebedî bir azab içinde kalan onlardır.” İ:172

3- Siyasetle meşguliyetin verdiği azab:

Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.5 Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azab çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlahiyeden ve hikmet-i tâmme-i Sübhaniyeden habersiz olduğundan,6 nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azab çekiyor. Çünki lüzumsuz ve malayani bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler. Ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, zarara razı olana şefkat edilmez manasındaki اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ   kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selbetmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına bela getirirler.

Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur'un dairesine sadakatla girenlerdir.

Çünki bunlar, Risale-i Nur'dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adaletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlahiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler. İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur'un imanî ve Kur'anî derslerinde bulabilirler ve buluyorlar.” K: 123

4- Evlenmede küfüv olmazsa azabtır:

Kızlarım, hemşirelerim! Bu zaman, eski zamana benzemiyor.7 Terbiye-i İslâmiye yerine terbiye-i medeniye yarım asra yakın hayat-ı içtimaiyemize yerleştiği için, bir erkek bir kadını ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ı dünyeviyeye medar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâzım gelirken; o bîçare zaîfeyi daim tahakküm altında, yalnız dünyevî muvakkat gençliğinde sever. Ona verdiği rahatın bazı on misli onu zahmetlere sokar. Eğer şer'an küfüvv tabir edilen birbirine denk olmazsa, hukuk-u şer'iye nazara alınmadığından hayatı daima azab içinde geçer. Kıskançlık da müdahale ederse daha berbad olur.8 Em: 49

5- Hz. Üstadın şahsî ibadeti, hizmete tercih neticesi gelen şefkat tokadı azabı ile bizlere verdiği ders:

Risale-i Nur'u hiç bir şeye ve şahsî menfaatlerine ve manevî kemalâtlarına âlet yapmamak ve hakikî ihlası kırmamak için ehl-i siyaset Said hakkında "dini siyasete âlet yapmak" vehmini verip; tâ Said işkencelerle, hapislerle dini siyasete âlet etmesin diye ehl-i siyasetin zalimane hükümleri altında kader-i İlahî Nur'daki hakikî ihlası kırmamak9 için Said'e şefkatli tokatlar vurup "Sakın sakın, hakaik-i imaniyenin tefsiri olan Risale-i Nur'u kendi şahsî menfaatlerine ve hattâ manevî kemalâtlarına ve belalardan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına âlet yapma.10 Tâ ki Nur'un en büyük kuvveti olan ihlas-ı hakikî zedelenmesin!" diye kader-i İlahînin şefkatli tokatları olduğuna kat'î kanaat ediyorum. Hattâ her ne vakit sırf âhiretime şahsî ibadetle ziyade meşguliyetim sebebiyle Nur'un hizmetini bıraktığım aynı zamanda ehl-i dünya bana musallat olup bana azab verdiğine kat'î kanaat getirmişim.11 Em: 75

6- Vicdan azabı:

Gerçi hiçbir tarihte, hiçbir hükûmette bu tarzda işkenceli zulümler, kanun namına, hükûmet namına yapılmadığı halde; damarlarıma dokunduracak tarzda mütemadiyen tarassudlarla herkesi ürkütmekle beni hiddete getiriyordu. Fakat birden kalbime ihtar edildi ki: Bu zalimlere hiddet değil, acımalısın. Onların herbirisi, pek az bir zaman sonra, sana muvakkaten verdikleri azab yerinde bin derece fazla bâki azablara ve maddî ve manevî cehennemlere maruz kalacaklar. Senin intikamın, bin defa ziyade onlardan alınır. Ve bir kısmı; aklı varsa, dünyada da kaldıkça, geberinceye kadar vicdan azabı ve i'dam-ı ebedî korkusuyla işkence çekecekler.12 E: 194

8- Kur’an, azabın şiddetini göstermek için, hafif azabın derecesini gösterir:

“Meselâ: وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ Bu cümlede, azabı dehşetli göstermek için en azının şiddetle tesirini göstermekle göstermek ister. Demek taklili ifade edecek cümlenin bütün heyetleri de bu taklile bakıp ona kuvvet verecek. İşte لَئِنْ  lafzı, teşkiktir. Şek, kıllete bakar. مَسَّ  lafzı, azıcık dokunmaktır. Yine kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ lafzı maddesi, bir kokucuk olup kılleti ifade ettiği gibi, sîgası bire delalet eder. Masdar-ı merre tabir-i sarfiyesinde biricik demektir, kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ daki tenvin-i tenkirî, taklili içindir ki, o kadar küçük ki, bilinemiyor demektir. مِنْ lafzı, teb'iz içindir, bir parça demektir. Kılleti ifade eder. عَذَابِ  lafzı; nekal, ikaba nisbeten hafif bir nevi cezadır ki, kıllete işaret eder. رَبِّكَ lafzı; Kahhar, Cebbar, Müntakim'e bedel yine şefkati ihsas etmekle kılleti işaret ediyor. İşte bu kadar kılletteki bir parça azab böyle tesirli ise, ikab-ı İlahî ne kadar dehşetli olur kıyas edebilirsiniz diye ifade eder. İşte şu cümlede küçük heyetler nasıl birbirine bakıp yardım eder. Maksad-ı küllîyi, herbiri kendi lisanıyla takviye eder. Şu misal bir derece lafz ve maksada bakar.” S:370

“Makam-ı terhib ve tehdidde pek çok misallerinden meselâ: هَلْ اَتَيكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ  suresinin başında beyanat-ı Kur'aniye ehl-i dalaletin sımahında kaynayan rasas gibi, dimağında yakan ateş gibi, damağında yanan zakkum gibi, yüzünde saldıran cehennem gibi, midesinde acı, dikenli dari' gibi tesir eder. Evet bir zâtın tehdidini gösteren Cehennem gibi bir azab memuru, öfkesinden ve gayzından parçalanmak vaziyetini alması ve تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ söylemesi, söyletmesi, o zâtın terhibi ne derece dehşetli olduğunu gösterir.” S:380

9- Mü’minden mü’mine adavet etmek, muaccel azaba sebebtir:

Dördüncü Düstur: Ehl-i kin ve adavet hem nefsine, hem mü'min kardeşine, hem rahmet-i İlahiyeye zulmeder, tecavüz eder. Çünki kin ve adavet ile nefsini bir azab-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azabı ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zulmeder. Eğer adavet hasedden gelse, o bütün bütün azabdır. Çünki hased evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.” M:266

10- Ehl-i dalaletin verdiği azabların faideleri ve azgınların çekeceği azablar:

Pek âdi bahanelerle, zemheririn en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek, büyük ve gayet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta tecrid-i mutlak içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, za'fiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inayet-i İlahiye ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti. Manen: "Sen hapse Medrese-i Yusufiye namı vermişsin; hem Denizli'de sıkıntınızdan bin derece ziyade hem ferah, hem manevî kâr, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurların fütuhatı gibi neticeler, size şekva yerinde binler şükrettirdi, herbir saat hapsinizi ve sıkıntınızı, on saat ibadet hükmüne getirdi; o fâni saatleri bâkileştirdi. İnşâallah bu Üçüncü Medrese-i Yusufiyedeki musibetzedelerin Nurlardan istifadeleri ve teselli bulmaları, senin bu soğuk ve ağır sıkıntını hararetlendirip, sevinçlere çevirecek ve hiddet ettiğin adamlar eğer aldanmışlarsa bilmeyerek sana zulmediyorlar. Onlar hiddete lâyık değiller. Eğer bilerek ve garazla ve dalalet hesabına seni incitiyorlar ve işkence yapıyorlarsa, onlar pek yakın bir zamanda, ölümün i'dam-ı ebedîsiyle kabrin haps-i münferidine girip, daimî sıkıntılı azab çekecekler. Sen onların zulmü yüzünden hem sevab, hem fâni saatlerini bâkileştirmeyi, hem manevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlas ile yapmasını kazanıyorsun!" diye ruhuma ihtar edildi. Ben de bütün kuvvetimle "Elhamdülillah" dedim. İnsaniyet damarıyla o zalimlere acıdım. "Ya Rabbi! Onları ıslah eyle!" diye dua ettim.” L:258

11- Azabdan korkup yeise düşmemenin çaresi:

Birinci Hastalık: "Ye's"tir.

Arkadaş! Amele ve taate muvaffak olamayan azabdan korkar, yeise düşer. Böyle bir me'yusun gözüne, dinî mes'elelere münafî edna ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin saikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh a'male muvaffak olamayanlar, yeise düşmemek için şu âyete müracaat etsin:

قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذِينَ اَسْرَفُوا عَلَى اَنْفُسِهِمْ لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ اِنَّ اللّهَ

 يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ  ” Ms:65

12- Mâsiyet ile azab arasında kavi bir münasebet vardır:

“Cenab-ı Hakk'ın günahkârları afvetmesi fazldır, tazib etmesi adldir. Evet zehiri içen adam, âdetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adldir. Çünki cezasını çeker. Hasta olmadığı takdirde, Allah'ın fazlına mazhar olur. Masiyet ile azab arasında kavî bir münasebet vardır. Hattâ ehl-i itizal, masiyet hakkında, doğru yoldan udûl ile masiyeti, şerri Allah'a isnad etmedikleri gibi, masiyet üzerine tazibin de vâcib olduğuna zehab etmişlerdir. Şerrin azabı istilzam ettiği, Rahmet-i İlahiyeye münafî değildir. Çünki şer, nizam-ı âlemin kanununa muhaliftir.” Ms:238

Muhteva:

1-Ademe nisbeten cehennem azabını tercih etmek

2-Çeşidli fısk işleyenlerin azabları

3-Siyasetle meşguliyetin verdiği azab

4-Evlenmede küfüv olmazsa azabtır

5-Hz. Üstadın şahsî ibadeti, hizmete tercih neticesi gelen şefkat tokadı azabı ile bizlere verdiği ders

6-Vicdan azabı

8-Kur’an, azabın şiddetini göstermek için, hafif azabın derecesini gösterir.

9-Mü’minden mü’mine adavet etmek, muaccel azaba sebebtir.

10-Ehl-i dalaletin verdiği azabların faideleri ve azgınların çekeceği azablar

11-Azabdan korkup yeise düşmemenin çaresi

12-Mâsiyet ile azab arasında kavi bir münasebet vardır.

 

1 Yani islamiyete bağlı olan ana-baba ve aile efradı ve bütün mü’minler arasında ve bütün varlıklara karşı hürmet ve şefkat hisleri ile alakâ ve irtibatın bulunmasını

2 Teşriî ve tekvini kanunları bozdular ve nefislerindeki istek ve meyillere uydular. (Asrı tarif eder.)

3 Mü’minlerde bu hal, ruh sıkıntısı şeklinde ortaya çıkar. Bu sıkıntının İlahî hikmet ve uhrevî faydalarını düşünüp sabır ve tevekkül ve ciddî meşgale gerekiyor.

4 Yani Allah’ın münkir ve müfsidlere karşı ebedi gazabla bakacağını bilmek, en dehşetli azab olacaktır.

5 Çünkü insanların ekseriyeti vahşiyane hareket ettiğinden bu sahada ciddi alakadarlık değil, uzak durmak gerekiyor. Bu gaddarlık, diyanet dairesine de aşılandı. Gözü ve kulağı kapamalı.

6 Allah’ın merhamet ve hikmeti, ebedî hayatı esas aldığından mü’minleri dünyada temizler, şöyle ki:

“Mükâfat-ı hâzıramız ise; fâsık, günahkâr bir milletten, humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatadan neş'et eden müşterek musibet, mazi günahını sildi.” T:134

(Gayet ehemmiyetlidir)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa’da Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem’den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî’ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.” K:111

7 Beşer aleminde iki cemiyet şekli vardır. Birisi, İslamî anlayışın ve şeairin ekseriyetinde hükmettiği İslam cemiyeti veya dünyevî hayatı gaye etmiş ve bid’aların hükmettiği fitne cemiyeti. Fitne cemiyetinde şer’i ölçülere çok dikkat gerekiyor, diye hatırlatılıyor.

8 Asrımızdaki ekser aile hayatının ana yapısını icmalen beyan eder. (Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Nikâh ve Aile maddeleri)

9 Yani dinî hizmetlerde, maddî-manevî menfaat ve kemalat gibi neticelerin elde edilmesi niyetine ve hissine sahib olmamak. Yani, sadece Allah için çalışıp bu çalışma neticelerine niyetinle kendini ortak etmemek.

10 “Hattâ dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını âlet eder. Manevî makamlar olsa, daha ziyade âlet eder. Umumun nazarında kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakikatları basamak ve vesile yapıyor diye itham altında kalıp, neşrettiği hakikatlar dahi tereddüdler ile revacı zedelenir. Şahsa, makama faidesi bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir.” E:75

11 Evet, hukuk-u umumiyenin menfaatına veya zararına bakan işlerde neticelerine göre mükâfat ve mücazat olması şeriatta ciddi bir kaidedir.

12 Kâmil insan, zaman-ı hazır dairesinde düşünmez. Fevkazzaman düşünür ve acele etmez. Hayat-ı ebediyede celal tecellisini ebedi seyretmek, ciddî bir manzaradır, onu nazara almalı. Dünya film alma yeridir. Bu imanî düşünce kuvvetli bir sabır kaynağıdır.

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık