2858- NİKÂH نكاح : Kelime manasıyla, zam (katılma), vat (cinsî mukarenet.) *Istılahta: Şer’î şartlarına göre salahiyetli şahsın huzurunda yapılan evlenme akdi; yani, taraflar arasında hukuki bir sözleşmedir.
Büyük İslâm İlmihali, nikah akdini şöyle tarif eder: “Nikah denilen evlenme muamelesi, müslümanlarca zevc ve zevce olacak kimseler veya bunların velileri veya vekilleri arasında en az iki müslim erkeğin veya bir müslim erkek ile iki müslim kadının huzurlarında: “Ben seni tezevvüc ettim” Ben de kabul eyledim” veya “Ben filanın kızı filaneyi velisi veya vekili bulunduğum filan için tezevvüc ettim” “Ben de filaneyi velisi veya vekili bulunduğum filaneabilvelaye veya bilvekale tezvic ettim” gibi bir icab ve kabul ile akdedilir. Ve kadına “mehr” namıyla emsaline göre bir miktar mal verilmesi de lâzım gelir. Bu mehr, iki tarafın rızasıyla evvelce de tayin edilebilir. Kadın bu mehrini sonra kocasına bağışlayabilir.” (B.İ.İ.415) Mezkûr nikah akdi tarifini K.H. 3092. hadis te’yid der.
“Nikahların sırren=gizlice akdi bir hadîs-i şerif ile men edilmiştir. Nikah-ı sır ise lâakal iki şahit bulunmaksızın yapılan nikahtır. Bilâhare yapılacak ilân kifayet etmez. İki şahid bulunduğu halde akid ise alenî bir surette yapılmış olur. Çünkü iki kişiyi tecavüz eden sır, sır olmaktan çıkar. Şu kadar var ki nikahın daha ziyade aleni olması mendubdur.
Filhakika nikah, bir hususî ehemmiyeti haizdir. Bunun alelâde muameleler, akidler gibi hemen iki kimsenin icab ve kabulu ile olup bitmesi hikmete muvafık değildir. İki tarafın sifah töhmetinden vikayesi aralarındaki münasebetin gayr-ı meşru münasebetlerden tefrik edilmesi elzemdir. Binaenaleyh Hanefiyeye göre nikah akdedilirken şahitlerin hazır bulunmaları herhalde şarttır. Şahit bulunmadıkça nikah, caiz ve bilâhare vukubulacak işhad, muteber olmaz. Bedayi, Hidaye, Dürer, Hindiye.
(İmam-ı Şafiî ile İmam Ahmed’e göre de şehadet, akd-i nikahın şartıdır. Hin-i akidde şahit bulunmazsa nikah, sahih olmaz.)
(İbn-i Hazm’e göre de nikah, en az iki adil kimse işhad edilmedikçe tamam olmaz. Meğer ki umumî ilâm bulunsun.)
(Ebu Sevre, Zühriye, ve imam Ahmed’den bir rivayete göre şühud, nikahın ne sıhhatinin, ne de tamam olmasının şartı değildir. Mücerred ilân kafidir.)
(Mâlikî mezhebine göre de şehadet akd-i nikahın şartı değildir. Belki nikahın devam ile meşruiyeti mukarenetin şartıdır. Binaenaleyh ilân şartiyle akdedilen bir nikah caizdir.) (H.İ.ci 2, shf:32)
H.İ. ci: 2,3. kitab nikaha ait olup, üç bölümdür. Birinci bölüm ıstılahlar ve nikahın (nişan vs. gibi) mukaddematı, ikinci bölüm muharremat, üçüncü bölüm mehir hakkındadır. Bâtıl olan nikah-ı muvakkat ile nikah-ı mut’a aynı eserin 24-25. sahifelerindeki 114. ve 115. maddelerinde izah edilir. D.M.İ.F.ci:5, shf: 2159 da aynı mevzuda tafsilat verilir. S.B.M.1613 ve 1802. hadîsleri de aynı mes’eleye dairdir. (Bak: Aile, Bekar, Hürmet-i Müsahere, Muharremat, Talak, Taaddüd-ü Zevcat)
İslâm öncesi cemiyetlerde de semavi dinlerin ta’lim ve telkiniyle nikah âdeti mevcuddu. Maderşahî tabir edilen ve soyda anayı esas alan âdet ve anlayışı ile, pederşahî denilen ve soyda babayı asıl sayan anlayışa dayanan an’anevî aile toplulukları; nikah esasından doğuyordu. İslâm nikah hukuku, bu an’anevî nikah hukukunu en mükemmel şekliyle ve bir ibadet manasında vaz’etmştir.
Zira ibadet, Allah emrettiği için ve emrettiği gibi yapmaktan ibarettir. Nikah da, Allah emrettiği için ve emrettiği gibi yapılırsa ibadet olur. Nikahsız evlenme haramdır. (Bak: Zina)
2859- Nikahın hikmet-i teşriiyesine gelince: Nikah, aile müessesesini te’sis ve zevc ile zevce arasındaki maddi ve manevi hukuku, dinî hayat isti-kametinde tayin ve temin eder. Zira şer’î nikah ile taraflar, şer’î hukukun tayin ettiği hak ve salahiyetleri, resmen teminat altına almış olurlar. Şer’î hukuka itaat etmek mecburiyetini kaldıran cemiyetlerin hukukî şartları içinde evlenenlerin, çok kuvvetli dinî salabetleri ve şer’î kıstaslara bağlılıkları gerektir ki; şer’î hukukun mer’î olduğu yerlerde sağladığı hukukî ve manevî disiplin bir derece temin edilebilsin. Yani manen ve maddeten mes’ul makamda bulunan erkeğe, kadının itaatını netice versin. Halbuki hayata meyyal olan ekser kadınların hissiyatını tahdid edip şer’î istikamete tevcih etmekle muvazzaf olan ve Kur’an lisanında kavvam vasfıyla tavsif edilen erkeğin, eşini şer’i istikamete tevcih edecek hukukî istinadı ve salahiyeti bulunmazsa; moda ve israf dünyasında ve kadın hürriyetine istinaden naşizeliğe giren ve kanunî istinadları bulunan asrın kadınını, manevî ve ahlâkî disiplin altına almak, gayet müşküldür. Böylece salahiyet ve mes’uliyetleri bulunması gereken bir erkeğin idaresinde nizama girmeyen aile hayatı, ciddiyetini kaybeder.
İşte resmiyete ve hukukî müeyyideye dayanan şer’î nikahla, zevc ve zevce arasındaki vazife ve salahiyetler, dinî ve ahlâkî istikamette teessüs edebildiği için olsa gerektir ki; Hanbelî Mezhebi, (Dar-ül harbde evlenmenin haramiyetine veya bir müslüman esir olduğu zaman tezevvücü asla caiz olmadığına) hükmetmiştir. (Kitab-ül Fıkıh Ale-l Mezahib-il erbaa Tercemesi, ci: 5, shf: 19, Mütercim: Hasan Ege)
2860- Nikahta mehir şartiyeti ise: Erkeğin kadından istimtaına karşılık verilen bir haktır. Evet kadının evlenebilme ihtimalini azaltan bekâretin izalesi sebebiyle, -bir hâmiye muhtaç olan kadının boşandıktan sonra- tekrar evlenememesi halinde, bir derece malî bir iktidara sahib olabilmesini sağlar. Evet evlenmede cari olan asrımızdaki âdete göre; erkek istediği zaman, kadın ise istendiği zaman evlenebildiklerinden, kadının evlenebilme ihtimali erkeğe nisbetle azdır. Asr-ı Saadette ise, (S.B.M.ll. ci. 1803, 1804. hadislerinde görüldüğü gibi) böyle değildi. Evlenme teklifi kız tarafından da yapılırdı.
Ondandır ki, ailelerde kız evlendirme işinde endişe edilip bazan şer’î ciddiyeti aşarlar. Bazan da çok nahoş durumlar olur.
Dinden uzak asrî hayat anlayışı, nikahsız kız-erkek arkadaşlığını medenilik namıyla terviç ederek haya ve şahsiyet gibi ahlâkî değerleri izale edip, neslin bozulmasına ve umumi ahlâk ve itaatın zedelenmesine kapı açmıştır. (Haya hissi, meşru şeylerin yapılmasına mani olmamalı, bak: 1241/1.p.)
2861- Evet “rivayette var ki: “Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder.”1
Allahu a’lem bissavab, bunun iki te’vili var:
Birisi: O zamanda meşru nikah azalır veya Rusya’daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan kırk bedbaht kadınlara çoban olur. (Bak: 981.p.)
İkinci te’vili: O fitne zamanında, harblerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeğe sebebiyet verdiğinden, emr-i İlahiyle kızlar pekçok olur.” (Ş.586)
2862- Nikahın fıtrî ve vicdanî sahadaki hikmetlerinden biri şudur: Meşruiyet dairesinde kurulan aile efradı arasında fıtrî ve nesebî karabet ve münasebet yani manevî bağlar tahakkuk eder. Bu ise hakiki bir teavüne sebebdir. Hele annelerin evladlarına şefkât-ı fıtriyeleri, aile müessesesinin esasıdır. Beşerin pek çok ahval ve mesaib-i dünyeviyesine karşı aile yuvası, bu fıtrî alâka ile bir tahassüngâh olur. (Bak: Sıla-i Rahm)
2863- Hem nikah yolu ile, fıtrî alâkadarlıkları tazammun eden nesebî karabetle ana, baba, evlad, kardeş zevc ve zevce gibi kelimelerle ifade edilen ve hakiki insaniyeti teşkil eden ve ebedî devam edecek olan ulvi mefhumlar, manevi değerler, seciyeler ve fıtrî alâkadarlıklar ortaya çıkar, anlaşılır ve yaşanır. (Bak: 3530.p.sonu) Aksi takdirde insaniyet hayvaniyete döner, mahvolur. Böyle hikmetlerin iktizasıyla da Cenab-ı Hak, insanların herbirisine tanınması için ayrı bir sima vermiştir. Halbuki hayvan envaındaki efradda, insan siması derecesinde alâmat-ı fârikalı sima yoktur. Meselâ, bir koyun, sürüsü içinde kendi koyununu karıştıran onu tanıyamaması mümkündür. Hele balık nev’inde tamamen karıştırılır. Çünkü insan mülkiyetinden uzak, deniz içinde olduklarından onlarda tanınma alâmetine ihtiyaç yoktur. Fakat milyonlarca insan içinde herbir insan, simasıyla hatta sesiyle tanınır. İşte mezkûr hakikatlerden anlaşılıyor ki, aile müessesesini kaldırmak isteyen Komünizmin -başka cihetlerde olduğu gibi- bu cihetteki felaketi de gayet dehşetlidir.
1S.B.M. hadis: 72, 697 ve Riyazüssalihîn Tercemesi ci: 3 hadis: 1857