بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
MUHTAÇ
Bu ders daha çok hizmet düsturlarına bakar.
Bir şeye kaşı çok istekli olmak ve çok ciddi arzulamak. Bu kelime Risale-i Nur eserlerinde daha çok hakaik-i Kur’aniyeye duyulan alâka ve bilme isteğini ifade eder. Bu manadaki merak ve isteklerin ileri derecedeki sahiblerine müştak denildiği gibi tebliğ hususunda böyle sıfatlara sahib olan kişilerin muhatab alınması esas alınıyor.
Hz. Üstad diyor ki: “Nur dersleriyle bu medresenin mütemadiyen çıkan ve giren muhtaç ve müştaklarına teselli vererek yardım etmeliyiz. Ş:536
“Nasılki aziz Üstadımız bu Kur’anî cevherleri kendisine göstermekle iktifa etmiyor ve muhtaçlara da bakınız, görünüz, istifade ediniz; siz de muhtaçlara, müştaklara, mütehayyirlere göstermeye vasıta olunuz buyuruyorlar. Bu fakir talebeniz bu emre (ale’r-re’s-i ve-l ayn, sem’an ve taaten) demiş. Ve alâ kadr-il imkân ve mütevekkilen alellah, bu emel uğrunda hizmette bulunmayı minnetdarane arzu etmekte bulunmuştur. Hulusî” B:85
“Nur şakirdleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes’elesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, 1 hem marifet, hem ibadettir. Eski medreselerde beş-on seneye mukabil, inşâallah Nur medreseleri beş-on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor.” E:249
Bu kısımda, akıl ile anlamaktan başka kalbî hisler ve lâtifelerle hissedip manaları massetmekle gafleti izale etmenin lüzumuna işaret ediliyor. Bu hakikatı anlatan İlim Amel İçindir isminde bir derleme de vardır.
“Bu yeni Medrese-i Yusufiye’deki Risale-i Nur’un yeni talebelerine deriz: Kuvvetli hüccetlerle hattâ ehl-i vukufu da teslime mecbur eden işarat-ı Kur’aniye ile Nur’un sadık şakirdleri iman ile kabre girecekler. Hem şirket-i maneviye-i Nuriyenin feyziyle herbir şakird derecesine göre umum kardeşlerinin manevî kazançlarına ve dualarına hissedar olur. Güya âdeta binler dil ile istiğfar eder, ibadet eder. Bu iki faide ve netice, bu acib zamanda bütün zahmetleri, sıkıntıları hiçe indirir; pek çok ucuz olarak o iki kıymetdar kârları sadık müşterilerine verir.” Ş:489
Bu parçada ise, şahs-ı manevînin teşekkülünün, sadakatla Nurun düsturlarına samimi tebaiyetle olduğu bildiriliyor.
“Amerika'da, siyasete âlet değil; belki dini, din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşâallah Asâ-yı Musa'yı alan, o dindarlardandır. Keçeli Salahaddin tam bir Abdurrahman'dır, kahramanlıkta babasından geri kalmak istemiyor. Bizi de arasıra âdetimize muhalif olarak dünyaya baktırıyor. Eğer o Amerika'lı ehemmiyetli âlim bütün Risale-i Nur'u istese ve neşrine söz verse, sizin meşveretinizle bir mükemmel takım ona vereceğiz.” E:158
Burada da, dini dünya için değil, ahiret için iltizam edenlere alâka gösteriliyor.
“Sonra gizli düşmanlar beni zehirlediler ve Nur'un şehid kahramanı merhum Hâfız Ali benim bedelime hastahaneye gitti ve benim yerimde berzah âlemine seyahat eyledi, bizi me'yusane ağlattırdı. Ben bu musibetten evvel Kastamonu'nun dağında bağırarak mükerrer defa dedim: "Kardeşlerim! Ata et, arslana ot atmayınız." Yani her risaleyi herkese vermeyiniz; tâ, bize taarruz edilmesin.” L:265
Yani tebliğ hizmetinde ölçüsüz ve hissiyata göre hareket edilmemeli diye bir ikazdır.
“Süleyman Efendi’den anladım ki, bazı hususî müşkilâta maruz oluyorsun. Sizin gibi metin insanlara sabır tavsiyesi zâiddir. Hizmetin kudsiyeti ve o hizmetteki zevk ve gayretindeki şevk, o acı hususî müşkilâta karşı gelir ve galebe eder tahmin ediyorum. Mümkün olduğu kadar aldırmamalısın. Kıymetdar, kusursuz bir malın dükkâncısı müşterilere yalvarmaya muhtaç değil. Müşterinin aklı varsa o yalvarsın. خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrınca azîm hayırların müşkilâtı çok oluyor. Müşkilât çoğaldıkça ehl-i himmet fütur değil, gayret ve sebatını ziyadeleştirir. İnşâallah siz de öyle metin ve sebatkârlardansınız.” B:330
Burada hakiki bir Nurcunun her Nurcuya bakar manada çok ehemmiyetli bir hususiyeti anlatıldı. Evet, dava adamı olmak fazileti, müşkilatlı şartlarda tahakkuk eder ve ebedî ve canlı filimler ahirete gider.
Evet, Hz. Üstadın kendi şahsından umuma bir dersi de şöyledir: “Rıza-yı İlahîden başka vazife-i fıtriye-i ilmiyenin sevkiyle yalnız ve yalnız imana hizmetin kendisi ayn-ı ücret bana gösterilmiş. Çünki şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi' olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyet ile muhtaçlara tesirli bir surette bildirmenin bu dehşetli zamanda çare-i yegânesi ve imanı kurtaracak ve kat'î kanaat verecek bu tarzda, yani hiçbir şeye âlet olmayan bir ders-i Kur'anî lâzımdır ki, küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalaleti kırsın ve herkese kanaat-ı kat'iyye verebilsin. Böyle bir derse bu zamanda bu şerait dâhilinde hiçbir şahsî ve uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle kat'î kanaat gelebilir.” Em:106
Yani meşru olarak gelen medih ve teveccühleri dahi düşünmemek, niyet etmemek ve bilirade hoşlanmamak gibi fıtrî ubudiyet meziyetlerini kafi görmek dersi veriliyor.
“Senin mektublarını iyi gördüm. Fakat şimdiki gazeteciler ve baştakiler, hakikatları tam takdir edemiyorlar. Hem Risale-i Nur yalvarmaz, onlar yalvarmalı ve aramalı; ve kıymetini takdir edip müşteri olduktan sonra onların yardımını kabul eder.” E:109
Yani şahısların hizmet-i diniyeyi kendi davası olarak görmeleri gerekiyor.
“İstanbul’daki Amerika sefiri vasıtasıyla Amerika’daki müslüman heyetine Zülfikar’ı ve bir Asâ-yı Musa’yı göndermesini isteyen o dostumuz ve kardeşimize deyiniz ki: Sefirlerin kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa çabuk takdir edemiyor. Hem Risale-i Nur, müşterileri aramaz; müşteriler onu aramalı, yalvarmalı. Amerika, buranın en küçük bir havadisini merakla takib ettiği halde; buranın en büyük bir hâdisesi olan Risale-i Nur’u elbette arayacaktır. “ E:223
Yani Risale-i Nur’u arayanlarla alakadar olunur.
“Hem müşterileri aramak değil, belki müşteriler hakikî ihtiyacını hissedip ve yarasının tedavisi için Risale-i Nur’u aramasının lüzumu... Halbuki gönderilecek o mübarek merkezler, şimdilik Nurlara hakikî ihtiyacını değil, belki âlem-i İslâm’ın hayat-ı diniyesine ait cihetlerinden düşünmeğe mecbur olması...” E:257
Burada geçen “hayat-ı diniye”, Kastamonu Lahikasında geçen: “Hayat-ı ictimaiye-i islamiye ve siyaset-i diniye” K:190 p.1de manasındadır.
“Yirmisekiz seneden beri dehşetli mahkemeler dessas ve kıskanç muarızlar, bu kudsî hizmetten başka onlarda bir maksad bulamadıkları için onları mahkûm edemiyorlar ve dağıtamıyorlar. Ve Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız, onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar.” diyorlar. Kemmiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakikî ihlası taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.” Em:170
Bu anlatılan kemmiyete bedel keyfiyeti esas almak, Nur hizmetinde bir esastır.
Tebliğin, tam mütesanid haslar dairesi merkezinden yapılmasının ehemmiyeti hakkında Hz. Üstadın şu müşevvik beyanı dikkat çekicidir:
“O mübarek cemaat ise; -Hulusi'nin tabiriyle- telsiz telgrafın âhizeleri hükmünde ve -Sabri'nin tabiriyle- nur fabrikasının elektriklerini yetiştiren makineler hükmünde ayrı ayrı meziyetleri ve kıymetdar muhtelif hasiyetleriyle beraber, -yine Sabri'nin tabiriyle- bir tevafukat-ı gaybiye nev'inden olarak, şevk ve sa'y ü gayret ve ciddiyette birbirine benzer bir surette esrar-ı Kur'aniyeyi ve envâr-ı imaniyeyi etrafa neşretmeleri ve her yere eriştirmeleri ve şu zamanda (yani hurufat değişmiş, matbaa yok, herkes envâr-ı imaniyeye muhtaç olduğu bir zamanda) ve fütur verecek ve şevki kıracak çok esbab varken, bunların fütursuz, kemal-i şevk ve gayretle bu hizmetleri, doğrudan doğruya bir keramet-i Kur'aniye ve zahir bir inayet-i İlahiyedir. Evet velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus Lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.” M:372
Yani merkezî tebliğ ve neşir, mezkûr meziyetlere sahib olmalarıyla inayat-ı İlahiyeye mazhar olunur. Hizmet dairesinde a’zamî fedakârlığa bedel, tenperverlik ve füzulî sohbetlerle zaman geçirmek takib edilmemeli diye nümune-i imtisal bir hizmet heyeti nazara veriliyor. M:349 p.7. bu mana ile alakalıdır.
“Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür ediyoruz ki; Medreset-üz Zehra'nın erkânları, hakikî bir tesanüd ve sarsılmaz bir ittihad kerametiyle, bütün müşkilata ve manialara galebe edip Nur'un elmas Zülfikar'larını ve hârika mu'cizatlı hüccetlerini muhtaçlara yetiştirmeğe muvaffak oluyorlar. Bu neticeye mukabil çektiğimiz zahmet bin derece ziyade olsa da ucuzdur, ehemmiyeti yoktur.” E:223
“Hem müşterileri aramak değil, belki müşteriler hakikî ihtiyacını hissedip ve yarasının tedavisi için Risale-i Nur'u aramasının lüzumu... Halbuki gönderilecek o mübarek merkezler, şimdilik Nurlara hakikî ihtiyacını değil, belki âlem-i İslâm'ın hayat-ı diniyesine ait cihetlerinden düşünmeğe mecbur olması... “ E:257
Risale-i Nur’un haslar dairesi, iman hakikatlerinin tebliğ ve neşriyle mükelleftir. Geniş daireye bilfiil girmeyip bu zamanda takib edilecek istikameti gösterir.
Evet, “Kur'anın feyzinden gelen ve i'caz-ı manevîsinin lemaatı olan ve hakikatlarının tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur'un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zahir manevî keramatını ve iman noktasında zendekanın bütün dinsizliklerini mağlub ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz” E:195
Yani Risale-i Nur’un harika meziyetlerinin bilinmesini istemek ve Rahmet-i İlahiyeden beklemek güzel bir anlayış ve haslettir.
“Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celbetmekle olur. İşte hapsimizle Nurlara nazar-ı dikkat celbolunur, bir ilânat hükmüne geçer. En ziyade muannid veya muhtaç olanlar onu bulur, imanını kurtarır ve inadı kırılır, tehlikeden kurtulur ve Nur'un dershanesi genişlenir.” L:266
Yani cemiyette düşünerek ve isteyerek şa’şaalı hareketler yapmak değil, ancak halisane hizmet dairesinde iken, nifak cereyanının tecavüzüyle ortaya çıkan mahkeme hadiselerinin duyulması dahi bir nevi tebliğdir ki, 163. maddenin kalkması ile bu devre geçmiş, yani nifak cereyanı tecavüzü bırakarak hulûl denilen, yani münafık dost görünerek Nur dairesine girip, dairedeki bazı garazkâr enaniyetlileri, veya ferasetsiz saflardan bazılarını aldatarak Nurun hizmet cemaatını dağıtmak planını esas almışlardır. Onun için, safiyane dostlukta dikkat etmeli. Bu mevzu ile alakalı Der Veya Dedirtir isminde bir derleme yapılmıştır. O toplamaya dikkatle bakılmalıdır ki, Nurun bu derslerini bilenleri aldatamazlar ve aldatamıyorlar. Ancak aldatıyoruz zannederek kendileri aldanıyorlar.
Mahkemenin uzatılmasında hizmete bakan maslahat hakkında deniliyor ki:
“Hem mes'elemizi uzatmada, Nurlara nazar-ı dikkati geniş bir dairede celbetmesinden, onları okumasına bir umumî davet ve resmî bir ilânat hükmünde işiten müştakların okumak heveslerini tahrik ettiğinden, sıkıntımızdan, zarardan yüz derece ziyade bize ve ehl-i imana menfaatlere vesiledir.” Ş:517
Bu parçada da, ehl-i imanın manevi menfaatleri için şahsî eziyetleri sabırla karşılamak fedakârlığı dersi veriliyor.
“Yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitab etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur'aniyeyi arayıp buluyorlar.” M:70
“Açık yazmadım ki, muhtaç olanlar işaret ile de maksad ve meramı hissetsin. Muhtaç olmayanlar ise zaten meşgul olmazlar ki; ihtiyaç hissetsinler. Demek meşgul olanlar, ihtiyacını hissetmişlerdir.” BMs:84
Netice: Risale-i Nur mesleğinde keyfiyetsiz kemmiyet esas değil. Halk lisanında söylendiği gibi kuru kalabalığa fazla değer verilmez. Hz. Üstad diyor ki:
“Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa; cem' ve zamm, kesir darbı gibi küçültür. 3”M:475
Demek hizmette neşriyat ve tebliği, yani her zaman ve her yerde kıyamete kadar devam eden hizmet tarzını ve muhtaç ve müştaklara tebliği esas alıp himette sebat etmelir.
Yukarıda geçen vahid-i sahih, şimdiki lisanda tam sayılar demektir. Burada mecaz yollu bir temsil olarak, müslüman, bilhassa hizmet ehli, ihlas, sadakat ve fedakârlık gibi keyfiyet şartlarına sahib olmayı ifade eder. Keyfiyetsiz olarak cemaat çoğaldıkça cemaat dairesinde usulsuz ve zararlı boğuşmalarla hizmet ciddiyetini kaybeder diye çok ehemmiyetli ders veriliyor..
Ahirzamanda da fâkihlerin ve dinleyicilerinin az olacağı; cahillerin ise kendileri de ve dinleyicileri de çok olacağını haber veren mânidar bir rivayet mealen şöyledir:
“Allah, bir kavme hayır murad ettiğinde, onların fakihlerini çoğaltır ve cahilleri azaltır. Fakih konuştuğu zaman yardımcıları bulur, cahil konuştuğunda ise yalnız kalır. Bir kavme de şer dilediğinde cahillerini çoğaltır ve fakihlerini azaltır. Cahil konuştuğunda yardımcılar bulur, fakih konuştuğunda ise yalnız kalır.” Ramuz El Ehadis sh: 28 Hz. İbni Ömer r.a.
Yani bu rivayet, bu zamanda kemmiyeti değil keyfiyeti, yani hakikatlara muhtaç ve müştakları tercih etmeli diye ihtar ediyor. (Bakınız: Kemmiyet derlemesi ve İslam Prensipleri Ansiklopedisi Kemmiyet ve Keyfiyyet maddesi)
1 Şayet biri biliyor, taallüm etmeğe muhtaç değilse ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir.
2 Yani, zendekanın azgınlık devresinde, Mektubattaki ifade ile “o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda” (M:56) Hem “o dehşetli gelecek iki cereyan” (E:57) Bu mektuun 1946-47’lerde yazıldığı nazara alınmalıdır. R.Ehadis sh.344 de: Mehdi, İsa’dan (A.S.) önce gelecek, yani İsa (A.S.) sonda gelecek ve Mehdiyet ve İseviyet ittifakını temsil edecek, yani “Hz. İsa’nın riyaseti altında…” M:441 Hem Hz. Üstadın gayr-ı münteşir bir mektubunda: Mehdinin yani mehdiyetin siyaseti, hakiki İsevilere bırakacağı bildirilir. İşte (bu zamanda) ifadesinin son devreye bakan hususiyeti bu manadaki hakikattır.
3 Hesabda malûmdur ki; darb ve cem’, ziyadeleştirir. Dört kerre dört, onaltı olur. Fakat kesirlerde darb ve cem’, bilakis küçültür. Sülüsü sülüs ile darbetmek, tüsü’ olur; yani, dokuzda bir olur. Aynen onun gibi, insanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa; ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.