بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
OKUMADA DİKKAT ve MANAYA TEVECCÜH TAVSİYELERİ
Risale-i Nur’un dersinde takib edilecek yol hakkında senelerden beri çeşitli fikir ve okuma tarzları söylenir ve görülür.
Esasen her meseleyi Risale-i Nur’dan görüp göstermek, mesleğimizde bir esas olduğundan, bu meseleyi de Risale-i Nur Külliyatı müvacehesinde görüp göstermek gerekir. Evet Risale-i Nur’a aid bir meseleyi yine Risale-i Nur halleder. Yani, bir meselenin hükmü Risalelerde varsa, o meseleye şahsî anlayışla hüküm vermenin hata olacağı zâhirdir.
Evet, hakikatleri gereği gibi anlayabilmek için okuma ve dinlemede teveccüh ve dikkat edilmesi hakkındaki, Risale-i Nur’un pek çok ifade ve beyanlarından cüz’î birkaç nümunesi altı çizili ve siyah olarak nazara verilecektir. Şöyle ki:
“...cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-ı sathînin annesi olan ülfet, mübalağacıların gözlerini kapatmıştır. Böyle gözleri açmak içindir: Me'luf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-ı Hakîm emreder. Evet gözleri açan yalnız nücum-u Kur'aniyedir. Öyle nücum-u sâkıbedirler ki: Cehlin zulmünü ve nazar-ı sathînin zulümatını def ettikleri gibi; âyât-ı beyyinat, yed-i beyza ile, ülfet ve sathiyetin hicablarını ve zahirperestliğin perdesini parça parça ederek, ukûlü âfâk ve enfüsün hakaikine tevcih edip irşad etmişlerdir.” (Mu:49)
Yukarıda nazara verilen ve cehl-i mürekkeb ile nazar-ı sathiyi doğuran ve tefekkürü kapatan ülfeti, Kur’an hesabına Risale-i Nur izale eder. Bu cihetle de risalelerin dikkatle okunması nazara verilmiş oluyor. Çünkü biz bizzat Kur’anı anlama durumunda değiliz.
Risalelerin muhtelif kısımlarında dikkatle okumaya dikkat çekilen ifadelerden birkaç nümune görelim. Hz. Üstad diyor:
“Evvelen: Size Otuzikinci Söz'ün ikinci mevkıfını gönderdim ..... dikkat ile okuyunuz.” (B:249)
“ ..... bu makamda altı sır yerine, otuz yazılacaktı. Şimdilik altı kaldı. Kısadır, fakat gayet büyük hakaikı tazammun ediyor. Bunu dikkatle okuyan بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ ne kadar kıymettar bir hazine-i kudsiye olduğunu anlar.” (S:775)
“İşte otuzüç aded Sözler, böyle Kur'anî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.” (M:23)
Hz. Üstad, dinî mesleklerin en müşkil mes’elelerinin mahiyetinin de risalelerde halledildiğini söyler. Mesela:
“Vahdet-ül Vücuddan dem vuran ve o mes'eleyi merak eden, bu İkinci Mes'eleyi dikkatle dokumalı.” (M:493)
“İşte bu hakikatlara binaen, biz de tahkikî imanı ders vererek, imanı kuvvetlendirip insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur'an ve iman hakikatlarını câmi' bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı kat'iyyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musibetler içine düşmek, şübhe götürmez bir hakikat halindedir..”(S:749)
Risalelerde, merak uyandırıcı hadiseler dikkatle okumaya, dikkatle okumak ise, ince manalarını görüp anlamaya sebeb olduğu nazara verilir. Mesela Hz. Bediüzzaman diyor:
“Ben mahrem ve mühim mecmuaları, hususan Süfyan'a ve Nur'un kerametlerine dair risaleleri kömür ve odunlar altında sakladım; tâ benim vefatımdan veya baştaki başlar hakikatı dinleyip akıllarını başlarına aldıktan sonra neşredilsinler diye müsterihane dururken, birden taharri memurları ve müddeiumumun muavini, menzilimi bastılar. O gizli ve ehemmiyetli risaleleri, odunların altından çıkardılar. Hem beni tevkif edip Isparta hapishanesine, sıhhatım muhtell bir halde gönderdiler. Ben pek çok müteellim ve Nurlara gelen o zarardan dehşetli müteessir iken, bir inayet-i İlahiye imdadımıza yetişti. O gizlenmiş ve ehl-i hükûmet onları okumağa çok muhtaç olan o ehemmiyetli risaleleri kemal-i merak ve dikkatle okumağa başlayıp, büyük resmî daireler âdeta bir Dershane-i Nuriye hükmüne geçti. Tenkid fikriyle takdire başladılar.” (L:263)
Demek Hz. Üstadı ve sadakatlı hizmet hareketini kader istihdam ediyor. Yine kaderin istihdamını gösteren bir hadiseyi beyan eden Hz. Üstad diyor ki:
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ sırrıyla, bu mes'elemizin te'hiri hayırdır. Çünki bütün mekteblerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hal ise, âlem-i İslâma ve istikbale pek elîm ve acı bir tesiri olacaktı. Şimdi ihtiyarımızın haricinde onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alâkadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine kat'î hüccetler gösteren ve isbat eden Risale-i Nur geçmesi, kemal-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hâdisedir ki; bizler gibi binler adam hapse girse, hattâ i'dam olsalar, Din-i İslâm cihetiyle yine ucuzdur.” (Ş:338)
خَتَمَ اللّٰهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَ عَلَى سَمْعِهِمْ وَ عَلَى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ
MUKADDEME: Bu âyetin üzerinde durmak îcab ediyor. Ehl-i İtizal, Ehl-i Cebr, Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat gibi Ehl-i Kelâm'ın şu âyet-i azîmenin altında yaptıkları muharebe-i ilmiyelerini dinleyelim. Zira bu gibi fikrî harbler, ehl-i nazarı dikkate davet eder. (İ:72)
Anlayarak okumak tavsiyeleri de risalelerin muhtelif yerlerinde tekrar edilmiştir. Şöyle ki:
“Bu risaleyi anlayarak okuyan adam imanını kurtarır inşâallah. ..... Bu risalenin kıymetini anlamak istersen, başta bulunan İkinci ve Üçüncü Meyve'yi ve âhirdeki hâtimeyi ve hâtimeden iki sahife evvelki mes'eleyi evvelce dikkatle okuduktan sonra tamamını teenni ile mütalaa eyle!..” (Ş:5)
Şualar 576 da şu ifade var:
“.... bütün risale ve mektubları, insaf ve dikkatle okursanız; bu muhterem allâme-i zamanın asırlardan beri emsaline tesadüf edilmez bir din âlimi ve benzerine rastlanmayacak bir iman kurtarıcısı, bolşevizmin kızıl kıvılcımlarının saçaklarımızı sarmak istediği bir zamanda vatana ve millete bir ordudan daha çok menfaat ve bereketi bulunan bir vatanperver olduğuna siz de kanaat-ı kat'iyye peyda edersiniz. “
Münafıkların inkârcı hareketlerinden, merak uyanıp dikkatle okumaya sebeb olabildiğini anlatan Hz. Bediüzzaman diyor ki:
“Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda, Onuncu Söz çıktı ve tab'edildi. Bin nüshası etrafa yayıldı. Onu gören herkes kemal-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirane fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu. İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın bu takdirine liyakatını isbat etti. Kimin şübhesi varsa gelsin onu dikkatle okusun, haşrin ne kadar kuvvetli bir bürhanı olduğunu görsün.” (Ş:732)
Bazı meselelerin hakikatını anlamak için zararlı münakaşalara girmek değil, risaleleri dikkatle okumanın lüzumunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri, her zamana bakan tavsiyesinde diyor ki:
“Şimdilik münakaşanızın esası olan üç sualinize gayet muhtasar bir cevab yazıyorum. Tafsilini, eczacı efendinin isimlerini yazmış olduğu Sözler'de bulursunuz. Yalnız, kader ve cüz'-ü ihtiyarîye ait Yirmialtıncı Söz hatırıma gelmemişti, size söylememiştim, ona da bakınız, fakat gazete gibi okumayınız.” (M:42)
Yani risaleyi, manasına dikkat ederek, teenni ile ve anlatılan hakikati ve hükmü iyiden iyiye anlamak gayreti ile okuyun. Böyle merak uyandıran meseleler ortaya çıkınca, o merakı hemen risaleyi dikkatle okumaya vesile yapın manalarını tazammun eden bu tavsiye, tekâmül sebebidir.
Barla Lahikası 30’da dikkatle okumaya teşvik edici şu ifade var:
“Otuzikinci Söz'ün Üçüncü Mevkıfını da Hakkı Efendi kardeşimizle merak ve dikkatle okuduk. Cidden çok âlî mefhumu var.”
Evet, “Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki, bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur'a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas münafıkların maksatlarının tam aksine olarak bir tesir ve bir netice hâsıl ediyor. Fesübhanallah... Hattâ öyle Nur Talebeleri meydana gelmektedir ki, asıl halis niyet ve kudsî gayeden sonra -bir sebep olarak da- münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağmına Dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur'a vakfediyor.. ve üstadımızın dediği gibi diyorlar: "Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zamanıdır.” (T:691)
Demek oluyor ki, risaleleri dikkat ve sadakatla okuyup anlayan iyi niyetli kimse, hayatını dine feda etmek derecesine çıkan bir dava adamı olabiliyor.
“Yirmidördüncü Söz Risalesinin Üçüncü Dalında, müteşabihat-ı Kur'aniye ve hadîsiyeye gelen evham ve şübhelere karşı "Oniki Asıl ve Esaslar" yazılmış. Herşeyden evvel, şübheye düşenler o esaslı asılları dikkatle okusunlar.” (Ko:66)
“Muhterem Hâkimler!
Şunu beyan etmek istiyorum: Risale-i Nur, yirminci ilim asrının Kur'an-ı Kerim tefsiridir. Bunu dikkatle okuyan, bir müslümansa taklidî imandan kurtuluyor.” (Ko:176)
“İşte, Otuzüç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar..” (Ek Barla:375)
“Şimdi size Mirac'a dair bir Söz yazıldı, arzu ettiğiniz için. Yoksa ben hasta idim, halim müsait değildi. Güzel, dikkatle okuyunuz, “ (Ek Barla:383)
“اِيَّاكَ نَعْبُدُ : ك zamirinde iki nükte vardır..... İkincisi: Elfaz okunurken manalarını düşünmek, belâgat mezhebinde vâcib olduğuna işarettir. Çünki manalar düşünülürse, nâzil olduğu gibi okunur ve o okuyuş; tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder.” (İ:20)
“Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir.” (L:167)
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Benim kat'î kanaatım geldi ki: Bu defa, "Âyet-ül Kübra"yı dikkatle ve muarızları nazara alıp okudum. ..... hem Risale-i Nur'un serbestiyetini kabul etmelerinin sebebi: Başta "Âyet-ül Kübra" olarak Risale-i Nur'un "Meyve" ve "Hüccet-ül Baliğa" gibi eczalarındaki hârikulâde ve sarsılmaz hakikatlar, onların dehşetli inadlarını kırmasıdır. Çaresiz mecburiyetle serbestiyetini; beraetimizi resmen kabul etmişler..” (E:50)
“Kardeşlerim! Siz, küçük mektublar risalesinde medar-ı teselli ve sabır ve tahammül için yazılan parçaları dikkatle ve tekrarla okuyunuz.” (Ş:321)
“Sözler'in tedkikatıyla meşgulüm. Evvelki okuyuşlarımda hazmedemiyordum. Şimdi gayet yavaş ve dikkatli okuyup anlamaya çalışıyorum. Takıldığım noktalar oluyor, soruyorum. Bu vesile ile istifade fazladır.” (B:190)
Okumada dikkatsizlik, hürmetsizlik sayılır:
“Şu kafiyesiz, nazımsız kitabda en âlî hakikatlere, en müşevveş bir libas giydirdim. Evvelâ: Daha iyisini bilmezdim. Yalnız manayı düşünüyordum. Sâniyen: Cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen şuaraya tenkidimi göstermek istedim. ..... Fakat ey kari'! ..... Yırtık üslûba bakıp o âlî hakikatlere karşı dikkatsizlik ile hürmetsizlik etme!..” (S:693)
Risale-i Nur’da müzakereli derslere ehemmiyet verilir. Şöyle ki:
“Kardeşlerim!
Bunun gibi teselliye dair evvelce yazılan küçük mektublar arasıra okunsa ve Meyve'nin hususan âhirleri beraber mütalaa edilse ve hatıra gelen Risale-i Nur'un mes'eleleri müzakere olsa, inşâallah talebe-i ulûmun şerefini kazandırır. İmam-ı Şafiî (K.S.) gibi büyük zâtlar, "Talebe-i ulûmun hattâ uykusu dahi ibadet sayılır" diye ziyade ehemmiyet vermişler.” (Ş:314)
“..... herbiriniz herbirisine birer tesellici ve ahlâkta ve sabırda birer nümune-i imtisal ve tesanüd ve taltifte birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zeki muhatab ve mücîb” olunuz. (Ş:305)
Muhatab: dinleyen; Mücîb: Cevab veren. Yani, herhepsi, Nurun meselelerini hem konuşan hem dinleyen durumunda... Fakat, bu müzakere hakkı bulmak niyetiyle, hodfüruşluk yapmadan, münakaşasız ve mütevaziane olmak şartiyle... (Bak: M:351)
“Siz hem birbirinizi teselli, hem kuvve-i maneviyeyi takviye, hem tatlı sohbetle müzakere-i ilmiye, hem Nurların yazması ve mütalaalarıyla bu geçici zahmetin noktasını siler rahmet yapmağa, bu fâni saatleri bâki saatlere çevirmeğe muvaffak olursunuz inşâallah.” (Ş:520)
Hz. Üstad, Lahika mektublarının tamamını, müzakere ve müdavele-i efkâr olarak tavsif eder. Şöyle ki:
“Şu risale (Yani Lahika mektublarının tamamı), bir meclis-i nuranîdir ki, Kur'an'ın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur'an'ın şakirdleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor.” (B:65)
Evet bu manadaki müzakereler, fikir uyuşukluğunu ve gafletini giderir ve düşünce ufkunu genişletir ve tefekkürü canlandırır.
“Bilirsiniz ki; yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hükmeder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütura düşüp ta'til-i eşgale mecbur oluyor. Ciddî hakaik ile tam meşgul olamıyor.” (B:138)
Risaleleri tahkikan okumak, teşvik edilmiş ve edilmelidir:
Evet, Hz. İmam-ı Alinin bir tavsiyesi olan: وَ تِلْكَ حُرُوفُ النُّورِ فَاجْمَعْ خَوَاصَّهَا ٭ وَ حَقِّقْ مَعَانِيهَا بِهَا الْخَيْرُ تُمِّمَتْ Veciz ifadesinin remzî bir manası olarak düşünülebilir ki, külliyattan bazı mevzuları tesbit ve cem’ yapıldıktan sonra, onlar tahkikan okunup incelenmelidir. Hz. Ali (R.A.) Resulullahın beyaniyle, ilim şehrinin kapısıdır. (Bak:L. 442 p. 2)
Yukarıdaki ibarenin meali şöyledir:
“Yani: "İşte Risale-i Nur'un sözleri hurufları ki, onlara işaretler eyledik. Sen onların hassalarını topla ve manalarını tahkik eyle. Bütün hayır ve saadet, onlarla tamam olur." der. "Hurufların manalarını tahkik et." karinesiyle manayı ifade etmeyen hecaî harfler murad olmayıp, belki kelimeler manasındaki "Sözler" namıyla risaleler muraddır.” (Ş:298)
Külliyattaki mana inceliklerini istihrac etmekle beraber kaide-i külliyeyi de nazara almak gerekiyor. Şöyle ki:
“Şu hikâye-i temsiliyede olan hakikatları eğer fehmettin ise; hakikat-ı dini ve dünyayı ve insanı ve imanı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim. İncelerini sen kendin istihrac et.” (S:37)
“İşte gözümüzün önünde bu Hakîmane, Hafîzane, Müdebbirane, Mürebbiyane, Latifane şu işi yapan odur ki, der: اِذَا الصُّ حُفُ نُشِرَتْ Başka noktaları buna kıyas eyle, kuvvetin varsa istinbat et.” (S:426)
“Meselâ: Tertib-i mukaddematta tefviz, tenbelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa'yine, kısmetine rıza kanaattır. Meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir.
Meselâ: Ferd mütekellim-i vahde olsa müsamahası, fedakârlığı amel-i sâlihtir. Mütekellim-i maal-gayr olsa hıyanet olur.
Meselâ: Bir şahıs kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez; millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez. Herbirinde birer misal gördün, istinbat et.” (Sti:4)
Yani böyle ince ve derin manaları anlayabilecek durumda isen, o manalara dikkati çek, göster. Çünkü, yukarıda geçen istihrac ve istinbat tabirleri, herkesin anlayamayacağı derin ve kapalı manaları anlayıp açığa çıkarmak demektir.
Şimdi de akla havale meselesine geçiyoruz. Evet Kur’an’da tekrar edilen akla havale meselesi, ciddî ve hassas bir meseledir. Evet, burada aklın hakikat ve hikmet-i İlâhiye dairesindeki büyük ehemmiyeti nazara verilirken, kitabî ölçüler dairesinde bağlı kalması da şarttır. İnsan aklı, sonsuz ilim ve hikmet-i İlahiyeden kopuk ve azade kalamaz. Hz. Bediüzzaman diyor ki:
“....sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamakatında bulunan Firavun gibi bir firavun olur...”(Ms:77)
Amma aklın ehemmiyeti ise şöyle nazara veriliyor:
وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ : Bu cümle ile âyetlerin sonunda zikredilen emsali cümleler, İslâmiyetin menşei ilim, esası akıl olduğuna işaret eder. Binaenaleyh İslâmiyetin hakikatı kabul ve safsatalı evhamı reddetmek, şânındandır.” (İ:104)
“Hem âyât-ı Kur'aniye, başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, "Aklına bak" der, "Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin" diyor. ..... çok âyetlerde beşeri aklına, fikriyle meşverete havale ediyor.” (H:26)
Şeri’atça malum olduğu üzere, bu manadaki akla havaleler, şer’î ahkâma bakmaz. Çünkü şer’î ahkâm için müçtehid derecesinde olmak şarttır. Bu akla havaleler, ahkâmın dışındaki tefekkür, marifetullah, fezail, istikbaliyat ve ibret gibi hususlarda ve mana-yı harfiyle bakan akla bakar. Aşağıda gelecek parçalardan da bu hakikatı dikkat edenler görebilirler.
Evet, “..... kâinatta mündemiç hikmetlerin bütün envâ ve efradı adedince hamd ve şükürleri iktiza edenlerden birisi de hakîmiyettir. Zira insanın nefsi, Rahmâniyetin cilveleriyle, kalbi de Rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi, insanın aklı da hakîmiyetin letaifiyle zevk alır, telezzüz eder..” (Ş:759)
“Hem meselâ:اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا İnsan-ı âsi, "Çürümüş kemikleri kim diriltecek" diye meydan okur gibi inkârına karşı Kur'an der: "Kim bidayeten yaratmış ise, o diriltecek. O yaratan zât ise, herbir şeyi herbir keyfiyette bilir. Hem size yeşil ağaçtan ateş çıkaran bir zât, çürümüş kemiğe hayat verebilir." İşte şu kelâm, diriltmek davasına müteaddid cihetlerle bakar, isbat eder. Evvelâ, insana karşı ettiği silsile-i ihsanatı şu kelâmıyla başlar, tahrik eder, hatıra getirir. Başka âyetlerde tafsil ettiği için kısa keser, akla havale eder.” (S:400)
Hem yine Mektubat 317’de şu beyan var:
“İşte اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ cümlesinden فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ cümlesine kadar çok cümleler matvîdir. O mezkûr olmayan cümleler, fehmi ihlâl etmiyor, selasete zarar vermiyor. Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın kıssasından mühim esasları zikreder. Mütebâkisini akla havale eder.”(M:317)
“Hem Kur'an-ı Hakîm lisanıyla اَفَلاَ تَعْقِلُونَ ٭ اَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ٭ اَفَلاَ يَتَفَكَّرُونَ gibi kudsî havaleler ile, aklı istişhad ediyor ve ikaz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike sevkediyor. Onun ile, ehl-i ilim ve ashab-ı akla din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik mezhebi gibi aklı azletmiyor, ehl-i tefekkürü susturmuyor, körükörüne taklid istemiyor.” (M:436)
Şimdi de Risale-i Nur’da çokça zikredilen kıyas ve mukayeseden, yani gösterilen misallerden diğerlerine intikal etmek manasına gelen ve tefekküre yol açan kıyaslardan az bir kısmını görelim:
Sözler 60. Sahifede marifetullaha kıyas ile baktıran şu ifade:
“Hadd ü hesaba gelmez enva'-ı ihsanatıyla dolduruyor. Öyle bir tarzda ki, nihayet ihtilat içinde ve karışmış oldukları halde, nihayet derecede imtiyaz ve farkla birbirlerinden ayrılıyor. Başka cihetleri buna kıyas et... Nasıl, böyle bir sarayın Sâni'inden gaflet edilebilir?” (S:60)
“... meselâ: Rızık vermek ve muayyen bir sîma vermek, birer ihsan-ı mahsus eseri gibi ummadığı tarzda olması; ne kadar güzel bir surette meşiet ve ihtiyar-ı Rabbaniyeyi gösteriyor. Daha tasrif-i hava ve teshir-i sehab gibi şuunat-ı İlahiyeyi bunlara kıyas et...” (S:201)
Yani bunun gibi diğer ince manaları da anlamağa çalış ve tefekküre alış demektir...
“Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, onunla öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa Arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreler misillü yıldızları üstünüze Allah'ın izniyle yağdırabilirler. Daha sair âyâtın manalarındaki kuvvet ve belâgatı ve ulviyet-i ifadesini bunlara kıyas et.” (S:374)
“Elhasıl: Bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakar gibi, birbirine yardım eder. Birbirini görür gibi, birbirine el-ele verir. Birbirinin işini tekmil için, birbirine omuz-omuza veriyor. Bel-bele verip beraber çalışıyorlar. Her şeyi buna kıyas et; ta'dad ile bitmez...” (S:284)
“Madem şu kâinatın herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcib-ül Vücud'un vahdaniyetine açıyor, zerreden tâ şemse kadar tabakat-ı mevcudat, Zât-ı Zülcelal'in envâr-ı marifetini ne suretle neşrettiğini kıyas edebilirsin.
İşte marifetullahta terakkiyat-ı maneviyenin derecatını ve huzurun meratibini bundan anla ve kıyas et.” (S:299)
“Ve insan olan bir insandan sor. Bak nasıl bütün esma-i hüsnayı okuyor ve cephesinde yazılı. Sen de dikkat etsen okuyabilirsin. Güya kâinat, azîm bir musika-i zikriyedir. En küçük nağme, en gür nağamata karışmakla, haşmetli bir letafet veriyor. Ve hâkeza kıyas et.” (S:334)
Evet Risale-i Nur’daki ifadelerin mana bünyesinde meknuz bulunan dekaikı ve külliyetini tahkik ve tefekkür ile derin manaları istihrac edip o dekaika dikkat çekmenin meşruiyeti, kısmen nakledilen sarih ve tekrarlı beyanlardan açıkça anlaşılmıştır.
Amma şahsî anlayış veya malumat-ı sâbıka ile yapılan uzun ve gayr-ı makbul izahlarlarla, mezkûr makbul hareket, iltibas edilmemeli. Böyle bir iltibas hatası, teşvik edilen mezkûr manadaki Nurun tahkik mesleğine ve istifade edilmesine darbe vurur ve böyle kişiler hakikat dairesinde aldanır veya aldatır. Dikkat oluna!... Evet, her meselemizde söz sahibi Risale-i Nur’dur. Herhangi bir meseleyi Risale-i Nur müvacehesinde ve insafla ve hakkı bulmak niyetiyle tam tahkik etmeden hüküm vermek, hatadır.
Aynı meseleye birkaç örnek daha verilecek.
“İşte Arzın bu azamet-i maneviyesinden ve ehemmiyet-i san'aviyesindendir ki, Kur'an-ı Hakîm; semavata nisbeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan Arzı, bütün semavata karşı küçücük kalbi, büyük kalıba mukabil tutmak gibi denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semavatı bir kefede koyuyor, mükerreren رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَ اْلاَرْضِ diyor. İşte sair mesaili buna kıyas et ve anla ki: Felsefenin ruhsuz, sönük hakikatleri; Kur'anın parlak, ruhlu hakikatleriyle müsademe edemez. Nokta-i nazar ayrı ayrı olduğu için, ayrı ayrı görünür.” (S:351)
Demek vahy’den kopuk beşeri düşünce ve anlayışlarla, küllî ve dakik ve sonsuz İlm-i İlâhîden gelen hakaika tasarruf edilemeyeceği bedihidir !...
Sözlerden nakil devam ediyor:
“İkinci mananın misallerinden meselâ: وَاِنَّ لَكُمْ فِى اْلاَنْ عَامِ لَعِبْرَةً نُسْقِيكُمْ مِمَّا فِى بُطُونِهِ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَنًا خَالِصًا سَائِغًا لِلشَّارِبِينَ ilâ âhir..
فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ اِنَّ فِى ذلِكَ لآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ İşte şu âyetler, Cenab-ı Hakk'ın koyun, keçi, inek, deve gibi mahluklarını insanlara hâlis, safi, leziz bir süt çeşmesi; üzüm ve hurma gibi masnu'ları da insanlara latif, leziz, tatlı birer nimet tablaları ve kazanları; ve arı gibi küçük mu'cizat-ı kudretini şifalı ve tatlı güzel bir şerbetçi yaptığını âyet şöylece gösterdikten sonra tefekküre, ibrete, başka şeyleri de kıyas etmeğe teşvik için اِنَّ فِى ذلِكَ َلآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ der, hâtime verir.” (S:420)
Mana inceliklerine davetle dikkat çeken bu apaçık beyanları nazara alıp insafla düşünülünce, Nur külliyatının büyük bir meziyetinin de tefekkür ve hikmet kitabı olması olduğu ayanen görünür. Hatta bu manada âyatın işaretini nazara veren Hz. Bediüzzaman Kur’andan şu gelen âyetleri gösteriyor:
“Onuncu Âyet: يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ
Onbirinci Âyet: وَ يُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَ الْحِكْمَةَ وَ يُزَكِّيهِمْ
Onikinci Âyet: وَ يُزَكِّيكُمْ وَ يُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَ الْحِكْمَةَ âyetleridir. Meal-i icmalîleri der ki: "Kur'an hikmet-i kudsiyeyi size bildiriyor. Sizi manevî kirlerden temizlendiriyor." Bu üç âyetin küllî ve umumî manalarında Risale-i Nur kasdî bir surette dâhil olduğuna iki kuvvetli emare var.
Birisi şudur ki: Risale-i Nur'un müstesna bir hassası, İsm-i Hakem ve Hakîm'in mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde İsm-i Hakem ve Hakîm'in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur'aniyeyi ders veriyor. Mevzuu ve neticesi, hikmet-i Kur'aniyedir. ” (Ş:700)
Yine Kur’andan diğer bir örnek:
“Huruf-u şartiyeden olan اِنْ zaman-ı halden istikbal dağlarına atıyor. Huruf-u câzimeden olan لَمْ istikbalden mazi derelerine fırlatıyor. Zavallı تَفْعَلُوا her iki edatın ellerinde top gibi oyuncak olmuştur. Bu edatların bu vaziyetleri zihinleri hem maziye, hem istikbale gönderiyor ki; maziyi süslendiren belig hitabeleri, altun ile yazılan muallakatları, Kur'anın yakınına bile gelemediklerini görsünler. O sahifeyi gördükten sonra, istikbal sahifesini de ona kıyas etsinler.” (İ:136)
Okumada Teenni Meselesi;
“Bu risalenin kıymetini anlamak istersen, başta bulunan İkinci ve Üçüncü Meyve'yi ve âhirdeki hâtimeyi ve hâtimeden iki sahife evvelki mes'eleyi evvelce dikkatle okuduktan sonra tamamını teenni ile mütalaa eyle!..” (Ş:5)
“İşte insan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseri devamlı olarak, teenni ile ve lügatların manalarını öğrenerek, dikkatle okuyabilseniz, geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz. (G:250)
Çabuk okumada lâtifeler gıdasız kalırlar:
“Hatırıma geldi ve manen denildi ki: Sıkılma! Bunların yazıları çabuk okunmadığından, acelecileri yavaş yavaş okumağa mecbur ettiğinden, Risale-i Nur'un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüz'î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nur, sair ilimler ve kitablar gibi okunmamalı. Çünki ondaki iman-ı tahkikî ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.
Elhasıl: Masumların ve ümmi ihtiyarların noksan yazılarında iki faide var:
Birincisi: Teenni ve dikkatle okunmağa mecbur etmektir.” (E:65)
Hakaikı anlamaya mani olan temel sebeblerin ve asrımızdaki dehşetli hastalığın bir hulâsası şöyle nazara veriliyor:
“Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca' etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle:” (Mu:119)
Yani bu şartlara riayet edilmezse, hakikatlar kişinin aklında sathiyetle kalsa da, vicdanına inip melekeleşmez ve kişide enaniyet hâkim olur.
Ahirzamanda bozulan müslümanların halini anlatan müteaddid rivayetlerde Kur’anı, yani ondaki hakikatları izah ve isbat eden kitabları okuduklarını fakat ondaki hakikatların kablerine inmediğini, yani seciyeleşmediğini bildirilen rivayetler çok manidardır.
Mezkûr rivayetlerin de dikkat çektiği gibi, hakikatler vicdan ve kalblerine yerleşmemiş hodfüruşları tavsif eden Bediüzzaman Hazretleri teessüfle diyor ki:
“Eğer medeniyet, böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalâtalara ve diyanette lâubalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise, herkes şahid olsun ki; o "Saadet-Saray-ı Medeniyet" tesmiye olunan böyle mahall-i ağrâza bedel; Vilâyât-ı Şarkiyenin, hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum.” (T:77)
Yani, kitaba bedel nefsî temayüllerine göre hareket edenlerden uzak durmak, emr-i Kur’anîdir. (Bakınız: İslam Prensipleri Ansiklopedisi Hecr-i Cemil maddesi ve 3882. Parağraf)
Risale-i Nur’u iyi anlayarak, vicdanen kabul etmek halinde, bu ahlâkî hastalık izale edilir.
Evet, “Hakikatların derkine de mani olan benlik, gurur, ucb ve enaniyet gibi kötü hasletlerden kurtarıp, tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahib kılması...” tedavi yoludur. (S:751)
Eğer bu tedavi hali kişide görünmüyorsa, kitabın verdiği fazilet kazanılmamış demektir. O halde mevzumuz olan kitabı okumada teenni ve dikkat; sadakat ve teslimiyet çok ehemmiyetli hayatî bir meseledir. Çünkü yalnız aklen anlamak yeterli değil, enaniyet artar ve tefrikalara sebeb olur.
Evet, Nur-u Fikir Kalbden Gelir
“Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.
O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir, zulüm ve cehli fışkırır.” (S:705)
“Ben zannederim ki, bu milletin perişaniyetine fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra tesir etmiştir.”(STİ:63)
Hz. Üstad’ın yeğeni Abdurrahman diyor ki:
“Amcam Bediüzzaman bir müddetten beri akıl ile değil sırf kalb ile mesaile müteveccih oluyor. Kalbine vazıhan bir şey zuhur etse, bana yazdırıyor ve diyor: “İlim odur ki kalbde yerleşsin. Yalnız akılda olsa insana mal olmuyor.” Hem de diyor ki: “Şu mesail yalnız kavaid-i ilmiyye değil, belki vicdanen esas ittihaz ettiğim bazı desatir-i kalbiyyemdir.” (Asar-ı Bediyye: 634)
Evet, “İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır.” (M:331)
Risale-i Nur’da, hakikatı anlamaya mani olan sathî nazardan da bahisler var.
Mesele bir hocanın Onuncu Sözü nazar-ı sathisiyle tenkidine Abdülmecid Efendinin verdiği cevabı noksan bulan Bediüzzaman Hazretleri şu izahatı veriyor:
“Hakikî cevabı şudur ki: Herbir hakikat, üç şeyi birden isbat ediyor; hem Vâcib-ül Vücud'un vücudunu, hem esma ve sıfâtını, sonra haşri onlara bina edip isbat ediyor. En muannid münkirden tâ en hâlis bir mü'mine kadar herkes her "Hakikat"tan hissesini alabilir. Çünki "Hakikat"larda mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor.
Der ki: Bunlarda muntazam ef'al var, muntazam fiil ise fâilsiz olmaz. Öyle ise bir fâili var. İntizam ve mizan ile o fâil iş gördüğü için, hakîm ve âdil olmak lâzımgelir. Madem hakîmdir, abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor, hukukları zayi' etmez. Öyle ise bir mecma-i ekber, bir mahkeme-i kübra olacak.
İşte "Hakikat"lar bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için üç davayı birden isbat ediyorlar. Sathî nazar farkedemiyor.” (B:320)
“Ey hariçten ve uzaktan İslâmiyeti tenkid etmeye çalışan insafsızlar! Aldanmayın.. muhakeme edin.. nazar-ı sathî ile iktifa etmeyiniz... Zira şu sizin bahanelerinize sebeb olanlar, lisan-ı şeriatte ülema-i sû' ile müsemmadırlar. Onların müvazenesizlik, zahirperestliklerinden neş'et eden hicabın maverasına bakınız. Göreceksiniz ki: Herbir hakikat-ı İslâmiye necm-i münir gibi bürhan-ı neyyirdir. Nakş-ı ezel ve ebed üzerinde görünüyor.” (Mu:34)
“.....nazar-ı sathî ile kâinat kaplarında ülfet kapağı altında olan gıda-yı ruhanîyi zevkedemediğinden kabı ve kapağı yalamakla usanmak ve kanaatsızlık ve hârikulâdeye meyil ve hayalâta iştihadan başka netice vermediğinden meyl-i hârikulâde ile ya teceddüd veya tervic için meyl-ül mübalağa tevellüd eder. O mübalağa ise, dağ tepesinde bir kartopu gibi yuvarlamakla tâ hayalin yüksek zirvesinden lisana kadar tekerlense, sonra lisandan lisana yuvarlanıp giderken kendi hakikatının çok parçalarını dağıtmakla beraber, her lisandan meyl-ül mübalağa ile çok hayalâtı kendine toplar, şape gibi büyür. Hattâ kalbe değil, belki sımahta, belki hayalde bile yerleşemiyor. Sonra bir nazar-ı hak gelir, onu tecrid etmekle çıplak ederek tevabiini dağıtıp aslına irca' eder. "Hak gelir, bâtıl ölür" sırrı da zahir olur.” (Mu:50)
“sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazarıyla bakılabilir.” (İ:89)
Çok kısaca tesbiti yapılacak olan ülfet, eşya,hâdise ve kitaba bakışta, anlaşılması gereken manaların dışında bırakır. Onun için ülfeti aşmak gerekiyor. Risale-i Nurda ülfetten ciddî ikazlar vardır. Ezcümle deniliyor ki:
“İnsanları fikren dalalete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telakki etmeleridir. Yani melufları olan şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer hârika ve birer mu'cize-i kudret oldukları halde, ülfet saikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde olan tecelliyat-ı seyyaleye im'an-ı nazar edebilsinler.” (Ms:96)
“İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnîdir. Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'an âyetleriyle insanların nazarını melufatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havarik-ul âdât mu'cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir.” (Ms:197)
Âdiyat tabiri: Kâinat kitabı denilen varlık âleminde İlahî sanat eserlerinin ve hâdiselerinin her zaman aynı kavanîn-i fıtriye dairesinde ve aynı şekilde yaradılışlarından doğan alışkanlığı ifade eder.
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
“Eğer küre-i arzın haricinden yabancı birisi gelip misafirhanenin bir mu'cize ve hârika olduğuna ve insanların da âciz, fakir, muhtaç olduklarına dikkat ederse, bu insanlar bu binaya sahib ve sâni' olacak bir iktidarda değildir, ancak böyle hârika bir masnuun sânii de mu'ciznüma olduğuna kat'iyyetle hükmedecektir.” (Ms:113)
“Evet şimdi Siracünnur başındaki münacatı okudum. Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok hârika hakikatler gizleniyor gördüm.” (Em:121)
“kardeşlerim hakikaten bugün, Siracünnur'un başındaki münacatı tashih niyeti ile okudum. Kuvve-i hâfızam tam söndüğü için, birden o münacatın hakikatlerine karşı -güya seksen yaşında iken yeni dünyaya gelmişim gibi- birden ülfet ve âdetleri bilmiyor gibi, o malûm âdetler perde olamadı. Kemal-i şevk ile tam istifade edip okudum. Pek hârika gördüm.” (Em:122)
NETİCE
Risale-i Nur’dan az bir kısmı olan yukarıdaki parçaların beyan ve ifadelerinden açıkça görüldüğü üzere Risale-i Nur’u okumada dikkat, tefekkür, manaya müteveccih olmak ve ihtiyaç duyarak ve acele değil teenni ile okumak, anlatılan hakikat ve hükümleri Külliyat müvacehesinde müvazeneli ve isabetli anlamak cehdine sahib olmak, merak hissini malayaniyata dağıtmamak ve nefis ve enaniyetin te’sirlerinde kalmamak gibi şartlar dairesinde Risale-i Nur’u anlamaya çalışmak bir esastır.
Bu dersi indirmek için tıklayınız.