DERSLER / TAHŞİYELER

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

MÜNAZARAT 8. SAYFANIN TAHŞİYESİ –  Dinin Korunmasında Müslüman Cemaatin Harekete Geçmesinin Önemi

Hal aldatıyor... Aldanmayınız.

İstikbal hesabına konuşuyor... Öyle dinleyiniz.1

[Şarktaki aşiretlerin suallerine cevab olarak hazırlanıp 1329 (M. 1911) da neşredilen bu eser, bilâhere Müellif Bediüzzaman Said Nursî tarafından tekrar gözden geçirilerek neşredilmiştir.]

[Kırkbeş sene evvel, Eski Said'in aşairin suallerine verdiği cevabların bir kısmıdır.]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

S- Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?

C- İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de mağlub bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan -herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan- envâr-ı İlahînin lemaatının içtima'larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.2

Evet şu amud-u nuranî, {*: Risale-i Nur'u hissetmiş ki, üç sahife ile cevab veriyor. Fakat siyaset perdesi başka renk vermiş.} dinin himayetini, şehametinin başına, murakabenin gözüne,3 hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemaat-ı müteferrika tele'lüe başlamış.4 Yavaş yavaş incizab ile imtizac edecektir.5 Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, lâsiyyema (bâhusus) din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nafiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şediddir.6

Elhasıl: Başkasına itimad etmeyen, nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tenbel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimad etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebid kurtlar ve hırsızlar ve belalar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terkedip hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup bir çobana bedel bin muhafız olmakla hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin daha mı iyidir? Acaba Mamhuran hırsızlarını tövbekâr ve sofi eden şu sır değil midir? Evet ruhları ağlamak istedi, biri bahane oldu ağladılar.

Evet, evet.. neam, neam.. sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlahiye hiç durmuyor. Mütemadiyen güm güm eder.

Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur'an denilen musika-i İlahiyesi ile umum âlemi doldurarak kubbe-i âsumanda şiddetli ses getirmekle, sadef-i kehf-misal olan ülema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadâsı onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intibaıyla; umum kütüb-ü İslâmiyeyi bir tanbur ve kanunun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve her bir tel, bir nev'iyle onu ilân eden o sadâ-yı semavî ve ruhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen; acaba o sadâya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin demdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?

Elhasıl: İnkılab-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi; beyt-ül ankebut gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur.. takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar.

S- Bazı adam, dediğiniz gibi demiyor. Belki "Mehdi gelmek lâzımdır." der. Zira dünya şeyhuhet itibariyle müşevveştir; İslâmiyet ağrazın teneffüsü ile müzelziledir.

C- Eğer Mehdi acele edip gelse; baş-göz üstüne, hemen gelmeli. Zira güzel bir zemin müheyya ve mümehhed oldu. Zannettiğiniz gibi çirkin değildir. Güzel çiçekler, baharda vücudpezir olur. Rahmet-i İlahî şanındandır ki; şu milletin sefaleti, nihayetpezir olsun. Bununla beraber kim dese "Zaman bütün berbad oldu", eskisine temayül gösterse; bilmediği halde İslâmiyetin muhalefetinden neş'et eden eski seyyiatı, bazı ecnebilerin zannı gibi İslâmiyete isnad etmektir.

***

1 Yani bu dersler kitabın yazıldığı zamana mahsus olmayıp umum zamanlara bakar. Hatta bu dersler zamanımıza daha çok bakar.

2 Hazret-i Üstad dinin korunmasında hükümetten daha çok halkın dine sahip çıkması ile mücahid bir cemaatin ortaya çıkmasını ister ve telkin eder. Bu parçada geçen amud-u nuranîden maksad büyük binaları ayakta tutan sütun manasında olup, Risale-i Nur’dan  haber verir. Amud-u nuranî ve seyf-i elmas ünvanları Risale-i Nur’a verilmiştir. Şöyle ki:

“Kur'an hakikatlarını en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi isbat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur eczaları, elbette Küre-i Arz ve küre-i havaiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendi ile meşgul edecek bir hakikat-ı Kur'aniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.” Emirdağ Lahikası-1 (47)

“o tarihte bulunan cihad-ı manevî mübarezesinde büyük bir kahraman; Nur namında Risale-i Nur'dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun manevî elmas kılıncı, maddî kılınçlara ihtiyaç bırakmıyor.” Şualar (271)

O mücahid cemaat ise;

“Dinî bir cemaatın en ehemmiyetli vasfı ve mahiyeti, hak ve hakikat yolunda, rıza-yı İlahîyi kazanmak gayesiyle birleşen ve bir hizmet proğramı ve belli düsturlar dairesinde hareket eden topluluk olmaktır ki, bu şekliyle sağlam ve kâmil bir şahs-ı maneviyi teşkil ederler. Böyle bir cemaat mensubları, cemaata ait meselelerde, şahsî kanaat ve temayüllerine göre hareket etmezler. Bunların muayyen olmayan meselelerde şer’î usule uygun olarak yapacakları meşveretin hakka isabet ve hakikatı ihata derecesi, ferdî kanaatlardan çok üstün ve mutemed olur. (Bak: Şûra)

Bununla beraber maneviyatta yükselmiş bir şahsa bağlı kalarak teşekkül eden cemaatler de vardır. Tarikatlarda olduğu gibi.

521- Kur’an, i’lâ-i kelimetullahcemaatını şöyle tavsif ediyor:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Meal-i Şerifi: “Hem sizden müteşekkil, önde gider, hayra davet eder, maruf ile emir ve münkerden nehyeyler bir ümmet (bir cemaat) olsun. İşte onlardır o felahı bulacaklar...(Bak: 179.p.sonu)

Hayra davet, emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünker, alel-umum müslümanlara farz-ı kifayedir. Bu yapılmayınca hiçbir müslüman mes’uliyetten kendini kurtaramaz.

Alel-umum müslümanların vazifeleri, içlerinden bunu yapacak bir ümmet-i mahsusa teşkil etmek ve onlara muavenet ve ittiba ederek o vasıta ile bu vazifeyi ifa ettirmektir.» (E.T.1154) (Bak: Emr-i Bi-l Ma’ruf)

522- Dine hizmet yolunda önde giden bu cemaat, asrın gayr-ı İslâmî alışkanlıklarının tesirinde kalmamalı ve levm-i lâimin tenkid ve kem nazarından çekinip aşağılık duygusuna kapılmamalıdır. Kur’an (3:102) âyetinin izahında şöyle deniliyor:

«Allah yolunda hakkıyla gücünün yettiği kadar mücahede etmek ve bu babda hiç kimsenin levminden korkmamak, hatta anası babası kendi aleyhinde bile olsa, Allah için adl ü hakkaniyetten ayrılmamaktır ki, bu hak vücub ve sübut mânasındadır ve (64:16) âyeti bunun beyanıdır.» (E.T.1155) (Bak: 179.p.)” İslam Prensipleri Ansiklopedisi Cemaat Maddesi

3 Dinde siyaset üstü olan murakib hey’et, yani istikamet verici cemaat, içtimai meselelerde vicdan-ı amme nezdinde siyasetçi ve içtimaiyatçıların yanlışlarını gösterip onlara murakebe eder. Murakebe eden hey’et murakebe edilen geniş içtimai dairelerin içinde olamazlar. Şöyle ki:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haber verdiği gibi: "Ben Kur'anın tenzili için harbettim, sen de tevili için harbedeceksin!" Hem eğer Hazret-i Ali olmasaydı, dünya saltanatı, mülûk-u Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi. Halbuki karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyt'i gördükleri için, onlara karşı müvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez Emeviye Devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da, herhalde teşvik ve tasvibleriyle etbaları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakaik-i İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar. Yüzbinlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beyt'in gayet kuvvetli velayet ve diyanet ve kemalâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak kaviyyen muhtemeldi.

Eğer denilse: Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî'de takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?"

Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı, veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır'da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika'da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran'da Safevîler Devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ana hizmet etmişler.

İşte bak! Hazret-i Hasan'ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktab-ı Erbaa ve bilhâssa Gavs-ı A'zam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylanî ve Hazret-i Hüseyin'in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidîn ve Cafer-i Sadık ki, herbiri birer manevî mehdi hükmüne geçmiş, manevî zulmü ve zulümatı dağıtıp, envâr-ı Kur'aniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler. Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.” Mektubat (100)

Ayrıca (Bakınız: İktidar-ı Decliyetten Uzak Durmak, Siyasetten Uzak Durmak Düstur Ve Esası ve Siyaset ve İman Hizmeti Derlemeleri)

4 Yani dini koruma gayretinde olan farklı gruplar faaliyete geçiyorlar.

5 “Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı efkâr, marifetin şua'-ı elektrikiyle olur.” Münazarat (73)

6 Yani dinin esalarında sağlam ittifak olabilir ki, buna nokta-i telaki denilir.

(Bakınız: Nokta-i Telaki Derlemesi)

Bu dersi indirmek için tıklayınız.

Yukarı Çık