بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَبِهِنَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
TARİHÇE-İ HAYAT 78-80. SAYFALARIN TAHŞİYESİ - İslamiyeti Koruma Gayreti
Bundan sonra; İstanbul'da fazla kalmaz, Van'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılır.1
…
Van'a muvasalat ettikten sonra, aşairi (aşiretleri) dolaşarak içtimaî, medenî, ilmî derslerle onları irşada çalışmıştır.2 Bu hususta, sual-cevab halinde, "Münazarat" isimli bir kitab neşretmiştir.3
Bedîüzzaman'ın şarktaki aşairle4 muhavere ve münazaralarından birkaç misal:5
Sual: Dine zarar olmasın, ne olursa olsun?
Elcevab: İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez.6 Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de mağlub bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan ve herkesin7 kalbindeki şefkat-i imaniye olan envâr-ı İlahînin lemaatının içtima'larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.8
Evet şu amud-u nuranî, dinin himayetini, şehametinin başına, murakabesinin gözüne, hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemaat-ı müteferrika tele'lüe başlamış. Yavaş yavaş incizab ile imtizac edecektir. Fenn-i hikmette takarrur etmiştir ki: Hiss-i dinî, bâhusus din-i hakk-ı fıtrînin sözü daha nafiz, hükmü daha âlî, tesiri daha şediddir.
1 Yani, siyasilerden daha çok halkı irşad edip, taban yapı yoluyla hakkı ve manevi değerleri koruma imkanını tercih ediyor. Çünkü selim ve müstakim olması şart ve zaruri olan idareci sınıfın tarihi seyrinde böyle selim ve müstakim olanlarına çok az rastlanır.
2 Bu ders aşiretlere, yani avam sınıfına, yani idare edilen sınıfa ve dolayısıyla herkese veriliyor. Yani, bu ders ictimaidir, bizlere bakmaz denilemez.
3 Bu ders ehemmiyetine binaen asıl yeri olan Münazarat eserinden alınarak Tarihçe-i Hayat eserine eklenerek, tekrar nazara veriliyor. Yani, bu ders değişen dünya şartlarına bakarak kişi veya kişiler heyeti hakimiyetinden, hak kanunlarına ve milli iradenin, yani idare edilen sınıfın hakimiyetine dikkat çekiyor. Evet, faziletin azalmasıyla enaniyetin şiddetlendiği devrelerde halk hukuki haklarını bilmez ve hakkı koruma gayretinde olmazsa maddi ve manevi hayatını ve şahsiyetini kaybeder, ezilir. Buna göre, bu ders ehemmiyetli hayati bir derstir. Bediüzzaman’ın bir taraftan ehl-i siyasetle diğer taraftan halk tabakası ve aşiretlerle muhaveresi şüphesiz ki gayet merak-averdir. Evet bu dersin mahiyet ve neticesi iyi anlaşılsa gayet merak-aver olduğu zahir olur. Bütün bunlarda bu zatın yeğane azim ve gayesinin İslamiyet nurunun ve Kur’an hakikatlerinin dünyaya yayılması olduğu ve kendisinin de bir dellalı Kur’an vazifesini bütün hayatında îfa ettiği görülmektedir.
4 “Hal aldatıyor... Aldanmayınız.
İstikbal hesabına konuşuyor... Öyle dinleyiniz.” Münazarat (8)
Yani bu dersler kitabın yazıldığı zamana mahsus olmayıp umum zamanlara bakar. Hatta bu dersler zamanımıza daha çok bakar.
5 Dünyaya tekâmül etmek için gelen insanın kemalatı dini gayret ve faaliyetle kazanıldığı esası bu dersin mevzuudur. Zamanımızda dini koruma muzaaf farz-ı ayndır.
“Cihad farz-ı kifaye iken farz-ı ayn olmuştur. Belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir.” Hutbe-i Şamiye (143)
6 “madem herşey nihayet derecede hem kıymetdar, hem san'atlı, hem manidar, hem kuvvetli görünüyor, gözümüzle görüyoruz. Elbette tevhid yolundan başka yol yoktur ve olamaz. Eğer olsa, bütün mevcudatı değiştirmek ve dünyayı ademe boşaltıp, yeniden ehemmiyetsiz müzahrefatla doldurmak lâzım gelecek. Tâ ki, şirke yol açılabilsin.” Şualar (26)
7 Herbir müslüman tekâmül kanunu gereği İslamiyeti korumakla muvazzaftır.
“Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelal'inin hem cemalî, hem celalî iki kısım esması bulunduğundan ve o cemalî ve celalî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelal kâinatta ezdadı birbirine mezcedip birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi' bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan zıdları birbirinin hududuna geçirip ihtilafat ve tegayyürat meydana getirmekle kâinatı kanun-u tegayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tâbi' kıldığı için; o şecere-i hilkatın câmi' bir semeresi olan insan nev'inde o kanun-u mübarezeyi daha acib bir şekle getirip bütün terakkiyat-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizb-üş şeytana bazı cihazat vermiş.” Lem'alar (80)
8 Hazret-i Üstad dinin korunmasında hükümetten daha çok halkın dine sahip çıkması ile mücahid bir cemaatin ortaya çıkmasını ister ve telkin eder. Bu parçada geçen amud-u nuranîden maksad büyük binaları ayakta tutan sütun manasında olup, Risale-i Nur’dan haber verir. Amud-u nuranî ve seyf-i elmas ünvanları Risale-i Nur’a verilmiştir. Şöyle ki:
“Kur'an hakikatlarını en mütemerrid ve en muannid feylesoflara ve zındıklara karşı güneş gibi isbat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risale-i Nur eczaları, elbette Küre-i Arz ve küre-i havaiyeyi kendi ile alâkadar eder ve bu asrı ve istikbali kendi ile meşgul edecek bir hakikat-ı Kur'aniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.” Emirdağ Lahikası-1 (47)
“o tarihte bulunan cihad-ı manevî mübarezesinde büyük bir kahraman; Nur namında Risale-i Nur'dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun manevî elmas kılıncı, maddî kılınçlara ihtiyaç bırakmıyor.” Şualar (271)
O mücahid cemaat ise;
“Dinî bir cemaatın en ehemmiyetli vasfı ve mahiyeti, hak ve hakikat yolunda, rıza-yı İlahîyi kazanmak gayesiyle birleşen ve bir hizmet proğramı ve belli düsturlar dairesinde hareket eden topluluk olmaktır ki, bu şekliyle sağlam ve kâmil bir şahs-ı maneviyi teşkil ederler. Böyle bir cemaat mensubları, cemaata ait meselelerde, şahsî kanaat ve temayüllerine göre hareket etmezler. Bunların muayyen olmayan meselelerde şer’î usule uygun olarak yapacakları meşveretin hakka isabet ve hakikatı ihata derecesi, ferdî kanaatlardan çok üstün ve mutemed olur. (Bak: Şûra)
Bununla beraber maneviyatta yükselmiş bir şahsa bağlı kalarak teşekkül eden cemaatler de vardır. Tarikatlarda olduğu gibi.
521- Kur’an, i’lâ-i kelimetullahcemaatını şöyle tavsif ediyor:
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Meal-i Şerifi: “Hem sizden müteşekkil, önde gider, hayra davet eder, maruf ile emir ve münkerden nehyeyler bir ümmet (bir cemaat) olsun. İşte onlardır o felahı bulacaklar...” (Bak: 179.p.sonu)
Hayra davet, emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünker, alel-umum müslümanlara farz-ı kifayedir. Bu yapılmayınca hiçbir müslüman mes’uliyetten kendini kurtaramaz.
Alel-umum müslümanların vazifeleri, içlerinden bunu yapacak bir ümmet-i mahsusa teşkil etmek ve onlara muavenet ve ittiba ederek o vasıta ile bu vazifeyi ifa ettirmektir.» (E.T.1154) (Bak: Emr-i Bi-l Ma’ruf)
522- Dine hizmet yolunda önde giden bu cemaat, asrın gayr-ı İslâmî alışkanlıklarının tesirinde kalmamalı ve levm-i lâimin tenkid ve kem nazarından çekinip aşağılık duygusuna kapılmamalıdır. Kur’an (3:102) âyetinin izahında şöyle deniliyor:
«Allah yolunda hakkıyla gücünün yettiği kadar mücahede etmek ve bu babda hiç kimsenin levminden korkmamak, hatta anası babası kendi aleyhinde bile olsa, Allah için adl ü hakkaniyetten ayrılmamaktır ki, bu hak vücub ve sübut mânasındadır ve (64:16) âyeti bunun beyanıdır.» (E.T.1155) (Bak: 179.p.)” İslam Prensipleri Ansiklopedisi Cemaat Maddesi
Bu dersi indirmek için tıklayınız.