1503- İHLAS إخلاص  : (Hulus.dan) Kalbini safi etmek. İçten samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık. * Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmiyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksad ve gaye edinmek. İnsanlara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak. (Bak: Enaniyet, Rıza-yı İlahî, Riya, Tekellüf)

1504- “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir dua-yı manevi, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet ihlastır.” (L. 159)

“Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazınılır. Kesret-i etba’ ile ve fazla muvaffakiyet ile değildir. Çünkü onlar vazife-i İlahiyeye ait olduğu için istenilmez, belki bazan verilir. Evet bazan bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünki bazan bir tek adamın irşadı, bin adamın, irşadı kadar rıza-i İlahîye medar olur. Hem ihlas ve hakperestlik ise, müslümanların nereden ve kimden olursa olsun, istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa benden ders alıp sevap kazandırsınlar düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.” (L.152)

1505- “Cay-ı ibret bir hâdise: Bir vakit İmam-ı Ali Radıyallahu Anh, bir kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir, ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?” Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim.” O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece safi ve halistir; o din haktır.” dedi.” (M. 268)

1506- İbadet ve dinî hizmetlerde “rıza-yı İlahî kâfidir. Eğer o yar ise, herşey yardır. Eğer o yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez. İnsanların takdiri, istihsanı, eğer böyle işte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli ibtal eder. Eğer müreccih ise, o ameldeki ihlası kırar; eğer müşevvik ise, safvetini izale eder; eğer sırf alâmet-i makbuliyet olarak, istemiyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir ki, (26:84) وَ اجْعَلْ لِى لِسَانَ صِدْقٍ فِى اْلآخِرِينَ buna işarettir.” (B.L. 78)

1507- “İbadetin ruhu, ihlastır. ihlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet batıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler; illet olamazlar.” (İ.İ.85) (Bak: 712.p.sonu)

1508- Âyet ve hadislerde ihlasın ehemmiyeti bildirilir. Ezcümle:

اِنَّا اَنْزَلْنَا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ اَلاَ لِلّٰهِ الدِّينُ الْخَالِصُ âyetiyle ve هَلَكَ النَّاسُ اِلاَّ الْعَالِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلاَّ الْعَامِلُونَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلاَّ الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلَى خَطَرٍ عَظِيمٍ1 -ev kema kal- Hadis-i Şerifi, ikiside ihlas ne kadar İslâmiyet’te mühim bir esas olduğunu gösteriyorlar.

1509- Mühim ve müdhiş bir sual:

Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

Elcevab: Bu elîm ve feci ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hâdise-i müdhişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz.

Birincisi: Ehl-i hakkın ihtilafı hakikatsızlıktan gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikatdarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezaif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddi ücret ve hubb-u cah ve şan ü şeref noktasında teveccüh ü nasdan alacakları2 manevi ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzahame ve münakaşayı ve rekabeti intac edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler. Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmediği ve herbirinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nasda ve hüsn-ü kabulde hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzed olur, maddi ve manevi herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzahame ve rekabet tevellüd edip; vifakı nifaka, ittifakı ihtilafa tebdil eder.

1510- İşte bu müdhiş marazın merhemi, ilacı ihlastır. Yani hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galib gelmekle, (10:72) اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِ  sırrına mazhar olup, nasdan gelen maddi ve manevi ücretten istiğna etmekle3 وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ ( 5:99 ) sırrına mazhar olup... hüsn-ü kabul ve hüsn-ü te’sir ve teveccüh-ü nası kazanmak noktalarının Cenab-ı Hakk’ın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlasa muvaffak olur. Yoksa ihlası kaçırır.

1511- İkinci Sebeb: Ehl-i dalaletin zilletindendir ittifakları, ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilafları. Yani ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalalet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaif ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimi yapışırlar. Hatta meslekleri dalalet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Adeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalalette bir ihlas, o dinsizlikte dinsizdarane bir taassub ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünki samimi bir ihlas, şerde dahi olsa, neticesiz kalmaz. Evet, ihlas ile kim ne isterse Allah verir:4

1512- Amma ehl-i hidayet ve diyanet ve ehl-i ilim ve tarikat, hak ve hakikata istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-ı hakta yalnız Rabbisini düşünüp, tevfikine itimad ederek gittiklerinden, manen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiği vakit, insanların yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister. Meşreblerin ihtilafiyle, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçırır, vazifesi zir ü zeber olur.

1513- İşte, bu müdhiş sebebin verdiği vahim neticeleri görmemenin  yegane çaresi, dokuz emirdir:

1- Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle, hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.

2- Belki daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek.

3- Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: Mesleğim haktır, yahut daha güzeldir diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düs-turunu rehber etmek.

4- Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle..

5- Hem ehl-i dalalet ve haksızlık-tesanüd sebebiyle cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düşdüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı ma-nevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek..

6- Ve hakkı, batılın savletinden kurtarmak için..

7- Nefsini ve enaniyetini

8- Ve yanlış düşündüğü izzetini

9- Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.5 ” (L.148-151)

Bu bahsin diğer kısımlarını görmek isteyen, me’haz gösterilen kitaba bakmalıdır.

1514- İhlas gibi manevi hislerin ve insanın iç dünyasındaki halet ve niyetlerin hayatta fiilî tezahürleri olur. “Evet insanın fiilleri, kalbin, hissin temayülatından çıkar.” (H.Ş. 77) O tezahürlerle o görülemiyen manevi hislerin varlığı bilinir. “Kişinin işidir ayinesi, lafa bakılmaz” sözü meşhurdur. Bu ölçüye göre, insanlar kendilerini fiilleriyle ölçüp kontrol etmelidir.

Meselâ: Dinî hizmetlerde “menfaat-ı maddiye cihetinden gelene rekabet, yavaş yavaş ihlası kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddi menfaati de kaçırır. Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet, bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sâdıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddi menfaatlerle yardım edip hizmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfâat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla lisan-ı hal ile dahi istenilmez; belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlası zedelenir.

Hem (2:41) وَلاَ تَشْتَرُوا بِآيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً âyetinin nehyine yanaşır. ameli kısmen yanar. İşte bu maddi menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmare hodgâmlık cihetiyle, o menfaatı başkasına kaptırmamak için, hakiki bir kardeşine ve o hususi hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder. Ehl-i hakikat nazarında sakil bir vaziyet alır. Ve maddi menfaati de kaybeder.” (L. 164) (Bak: 1811, 1812.p.lar)

Demek rekabet ve menfaat-ı maddiye istemek, ihlası kırar.

1515- İkinci misal: “Şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak. (Ş.362)

Demek, bu bozuk asrın bozuk siyasetine girenler, ihlasını tam muhafaza edemezler. (Bak. 3225, 3234.p.lar)

1516- Üçüncü misal: Müslümanlar arasında tarafgirlik ve adavet, ihlası kırıp hissiyatı karıştırır. Evet “Risale-i Nur’un bu kadar muarızlarına mukabil en büyük kuvveti ihlas olduğundan ve dünyanın hiçbir şeyine âlet olmadığı gibi, tarafgirlik hissiyatına bina edilen cereyanlara hususan siyasete temas eden cereyanlara alâkadar olmaz. Çünki tarafgirlik damarı ihlası kırar, hakikatı değiştirir.” (E.L.I. 272)

Hem “hayat-ı maneviye ve sıhhat-ı ubudiyet, adavet ve inad ile sarsılır. Çünki vasıta-i halas ve vesile-i necat olan “ihlas” zayi olur. Zira tarafgir bir muannid, kendi a’mal-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Hâlisen Livechillah amele pek de muvaffak olamaz. Hem hüküm ve muamelatında tarafgirini tercih eder, adalet edemez. İşte ef’al ve a’mal-i hayriyenin esasları olan “ihlas” ve “adalet” husumet ve adavetle kaybolur.” (M.270)

1517- Dördüncü misal: “Acib bir riyakârlık olan şöhretperestlik ve cazibedar bir hodfüruşluk olan tarihlere şa’şaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nur’un bir esası ve mesleği olan ihlasa zıddır ve münafidir.” (E.L.I. 195) Hatta bir hadisin bir cümlesinde: غَامَضٌ فِى النَّسِ6 yani, insanlar içinde, cemiyette şöhrete koşmayıp, gizli kalan, gıbta edilecek kişiler ve hafif-ül haz diye vasıflanır. (Bu zatların gizliliği zahirde görünmemekten daha çok, hakiki kemalat ve manevî meziyetlerinin halkça tam anlaşılmamış olması manasındadır. Bu manadaki şahıslarla alâkalı olan 295.p ve 732 p.l. bendi ve 3940/3 .p. son bendi ve 3374/4. p.sonuna bakınız.)

Evet “teveccüh-ü nası müraat eden, ihlas-ı tammı bulamaz.” (L. 146) “Hizmet-i Kur’aniyede bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Ta ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’aniyede bulunsun.” (L.42)

“Bu zamanda şahsiyet cihetiyle insanlara zarar verecek haller var. Çünkü bu zamanda şan, şeref perdesi altında riyakârlık yer aldığından a’zami ihlas ile bütün bütün enaniyeti terk lâzımdır.” (E.L.II. 201)

Hatta insanlarla görüşmek ve ziyaretçi kabul etmek olan meşru hakkından dahi Bediüzzaman’ın manen men’ edildiği şöyle ifade ediliyor: “Risale-i Nur’un her tarafta neşir ve intişarının büyük bir bayramı münasebetiyle, ehl-i ilme lâzım olan musafaha ve sohbet etmekten ve bu mübarek bayramda da en has talebeleri ve kardeşleriyle musafaha ve sohbetten ve ona bakmaktan da şiddetle sıkılıp azamî ihlasın muhafazası için bir hastalık haleti alarak men’edildiği ona ihtar edildi.” (E.L.II...204)

“Şimdi Risale-i Nur’un fevkalâde fütuhatı ve âlem-i İslâm’da dahi fevkalâde bir hüsn-ü kabule mazhar olması hengâmında, düşmanlar dahi dostlara inkılab ettiği bir zamanda Risale-i Nur’un azamî ihlasını (ki: Rıza-yı İlahîden başka dünyevî, uhrevî hiçbir rütbeye, makama âlet etmemek) muhafaza için dehşetli bir merdümgiriz yani insanlardan tevahhuş ve sesi çıkmamak ve konuşmamak hastalığı ve elini öpmek, ona adeta bir tokat vurmak gibi dokunmak vaziyeti, kat’iyyen bize kanaat verdi ki: Bu bir istihdam-ı Rabbanîdir.” (E.L.II.229)

1518- Beşinci misal: Hizmet-i diniye ve ibadette rekabet, ihlası kırar. Evet “dünya, umur-u diniyeye ve a’mal-i âhirete iş ve hizmet için kurulmuş bir fabrika olduğu cihetle ve o fabrika içerisinde işlenen ve yapılan ibadetlerin semeresi öteki âlemde göründüğüne nazaran ibadetlerde rekabet edilmemelidir. Olduğu takdirde ihlası kaybolur. Ve o rekabeti yapan, halkın takdir ve tahsinleri gibi dünyevî bir mükâfatı düşünür. Zavallı düşünmüyor ki, o düşünce ile amelini adem-i ihlas ile ibtal eder. Çünki sevab itasında ve ücret aldığında, nâsı Rabb-i Nâs’a şerik yapar ve halkın nefretlerine hedef olur.” (M.N. 227)

1519- Altıncı misal: Bu misal daha çok ehl-i tasavvuf dairesine bakar. Şöyle ki:

“Dünyada muvakkat zevkler kerametler, tam nefsini mağlub etmiyen insanlara bir maksad olup, uhrevî ameline bir sebeb teşkil eder, ihlası kırılır. Çünki amel-i uhrevî ile dünyevî maksadlar, zevkler aranılmaz; aransa sırr-ı ihlası bozar.” (E.L.I. 86) (Bak: 1986, 3670, 3671.p.lar)

1520- Yedinci misal; Dini, maddî ve manevî bir maksada âlet etmek, ihlası bozacağını Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan eder.

“Bu keşmekeş dünyasında, imanı kurtaracak ve muannidlere kat’i kanaat verecek bir tarzda; yani hiç bir şeye âlet olmıyacak bir tarzda, bir Kur’an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalaleti kırsın, herkese kat’i kanaat verebilsin. Bu kanaat da bu zamanda, bu şerait dahilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelibilir.” (E.L.II.79) (Bak: 3880, 3883.p.da 2. hadis ve 3416.p.)

“Nasılki Risale-i Nur’u ve hizmet-i imaniyeyi, dünyevî rütbelerine ve şahsım için uhrevî makamlarına âlet yapmaktan sırr-ı ihlas şiddetle beni men’ettiği gibi; öyle de kendi şahsımın istirahatına ve dünyevî hayatımın güzelce, zahmetsiz geçmesine, o hizmet-i kudsiyeyi âlet yapmaktan cidden çe-kiniyorum. Çünki uhrevî hasenatın baki meyvelerini fani hayatta cüz’î bir zevk için sarfetmek, sırr-ı ihlasa muhalif olmasından kat’iyen haber veriyorum ki:

Târik-üd dünya ehl-i riyazetin arzu ve kabul ettikleri ruhanî, cinnî huddamlar bana her gün hem aç olduğum zamanda ve yaralı olduğum vakitte en güzel ilaç getirseler, hakiki ihlas için kabul etmemeğe kendimi mecbur biliyorum. Hatta berzahtaki evliyadan bir kısmı temessül edip bana helva baklavaları hizmet-i imaniyeye hürmeten verseler, yine onların elini öpüp kabul etmemek ve uhrevî, baki meyvelerini dünyada fani bir surette yememek için nefsim de kalbim gibi kabul etmemeğe rıza gösteriyor. Fakat kasd ve niyetimiz olmadan inayet cihetinde gelen bereket gibi ikramat-ı Rahmaniye , hizmetin makbuliyetine bir alâmet olduğundan, nefs-i emmare karışmamak şartıyla ruhumla kabul ederim. Her ne ise.. bu mes’ele bu kadar kâfi..”(E.L.II. 12)

1521- “Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddi ve manevi her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.” (E.L.II.80)

İşte zikredilen şu cüz’î birkaç misalde görüldüğü gibi ihlas, fiilî tezahürleriyle nazara alınınca, insan kendini ihlas cihetinde daha kolay kontrol ederek hatalarını tashi edebilir.

Atıf notlar:

-Niyetin ruhu ihlastır, bak: 2877.p.

-Umur-u diniyede rekabet ihlasa aykırıdır, bak: 3024.p.

-ihlas hakikatını tefekkür, bak: 3716.p.da bir âyet notu:

-Ubudiyette ihlas, bak: 1446.p.

Bir rivayette muhlislerin ihlası, fitnenin zulmetini aydınlatacağı (ıslah edeceği) haber verilir. (Bak: R.E. 313/9)

1522- İhlas kelimesinin geçtiği âyetlerden birkaç not:

Din yolunda haklılık iddiasıyla mücadele edenlere karşı ihlası tercih: (2:139)

-Duada ihlaslılık gerek. Zira (hesab için âhirete) dönülecek: (7:29)

-Zor hallerde Allah’a karşı ihlaslı tavır takınıp, rahatta ise gaflete dalmak hatası (10:22) (29:65) (31: 32)

-İhlaslı (muhlas) kulların (günahlardan) Allah tarafından korunması: (12:24) (Bak: 1042.p)

-Muhlas kullardan başkasına, şeytanın günahları güzel gösterip aldatması: (15:39, 40) (38:82, 83)

-İhlaslı (muhlas) kulları şeytan aldatamaz: (15:41), (37: 160, 169)

-İhlasla hareket etmeyenlere yaptıklarının cezası verilirken (muhlas) ihlaslıların afvedilmesi: (37:39, 40, 73, 74, 128)

-Peygamberimize ihlasla amel emredilmiştir ve öyle de amel etmiştir: (39:11, 14)

-Kâfirlerin ihlaslıları beğenmemelerine rağmen, ihlasta ısrar etmek: (40:14)

-Dinde ihlasla emrolunmuşlarken tefrikaya düşenler: (98:4, 5)

 

1 K.H. hadis: 2796

2 (Haşiye): İhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i sâlihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.

3 (Haşiye): Sahabelerin sena-i Kur'aniyeye mazhar olan "îsar" hasletini kendine rehber etmek. Yani: Hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben taleb etmeden, sırf bir ihsan-ı İlahî bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünki hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki, ihlas kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekata da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârane başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek, وَ يُؤْثِرُونَ عَلَى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ sırrına mazhariyetle, bu müdhiş tehlikeden kurtulup ihlası kazanabilir.

4 (Haşiye-1): Evet, مَنْ طَلَبَ وَ جَدَّ وَجَدَ bir düstur-u hakikattır. Külliyeti geniş ve genişliği mesleğimize de şamil olabilir.

5 (Haşiye): Hattâ hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza' etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.

6 İ.M. hadis: 4117

Yukarı Çık